25 Ünlü Yazarın Yazma Sanatı Üstüne Okunması Gereken Kitapları
Emily Temple
İyi yazı yazmayı öğreteceğini iddia eden sayısız kitap vardır. Bunların çoğu başarılı kitaplar olmakla birlikte, bazıları hiç başarılı değildir. Genelde de olaylar böyle gelişir zaten. Ancak beni en çok heyecanlandıran “yazı yazma” kitapları, çalışmalarını zaten beğenerek takip ettiğim yazarlar tarafından yazılmış olanlardır. Ne de olsa bir profesörden, eleştirmenden ya da editörden tavsiye almak başka, çoktan yeraltının derinliklerinden altın çıkarmış olan madencilerden (yani bir şeyi hem öğretebilen, hem de gerçekten yapabilen kişilerden) tavsiye almak başka. İşte bu sebeple, ünlü yazarların kaleme aldığı 25 tane “yazma kılavuzu”ndan ve bu zanaat hakkındaki düşüncelerini topladıkları eserlerden oluşan bir liste oluşturdum ve her kitabın altına içinde önerilen tavsiyelerden birkaçını ekledim. Kısacası, tadımlık bir liste hazırladım size. Önemli bilgi: Değişik yazarların makalelerinden oluşan antolojileri (yazarlardan birkaç tanesi ve/veya kitabın editörü ünlü olsa bile) ve “nasıl yapılır” konulu kitaplarıyla ünlü olmuş olan yazarların (Natalie Goldberg ve John Gardner gibi) yazdığı kitapları bu listeye eklemedim. Aşağıdaki, elbette ki bu listenin son hali değil. Listeye eklenebilecek olanlar günden güne artıyor çünkü, mesela Dean Koontz nasıl en çok satanlar listesine girecek eserler yazılabileceği hakkında bir kitap çıkarmış kısa süre önce!
Plotting and Writing Suspense Fiction, Patricia Highsmith
Bir kitabın hızını ayarlayabilmek, yani hikâyeyi sonuna kadar taşıyacak olan o sabit akımı bulabilmek için, onun içinizde dolup taşmasını beklemeniz lazım. Bu süreç yavaş yavaş gelişecektir ve kitap kurgusunun henüz yeni yeni oluşmaya başladığı aşamada yaşanabilir ancak. Hiçbir şekilde aceleye getirilemez, çünkü duygusal bir süreçtir ve beraberinde duygusal bir başarı hissi getirir; tıpkı birdenbire kendinize “Bu mükemmel bir hikaye ve onu sana anlatmak için sabırsızlanıyorum!” demek istemeniz gibi. Ardından yazmaya başlamanız gerekir.
Writing, Marguerite Duras
Kitap yazan kişi, her zaman kendini ötekilerden ayrı hissetmelidir. Bu yazmanın, yazar olmanın getirdiği özel bir yalnızlık türüdür. Öncelikle, yazar kendine onu çevreleyen sessizliğin ne olduğunu sormalıdır. Bunu evin içinde attığı her adımda, günün her anında, pencereden gelse de gündüz açık kalan bir lambadan yayılsa da her ışıkta yapmalıdır. Tam anlamıyla yaşanan bu fiziksel yalnızlık, yazı yazmanın dokunulmaz sessizliği haline gelir. Daha önce kimseye bundan bahsetmedim. İlk yalnızlığımı yaşarken, yazı yazmak zorunda olduğumu çoktan anlamıştım. Hatta bunun onayını Raymond Queneau’dan almıştım bile. Raymond Queneau’nun ağzından çıkan tek kanı, şu cümle olmuştu: “Yazı yazmak dışında hiçbir şey yapma.”
About Writing, Samuel R. Delany
İyi yazı yazabilmenin kuralları aslında yapılmaması gerekenlerden oluşur. Temelde, iyi yazı yazabilmek için gereken şey lüzumsuz söz kalabalığından kaçınmaktır. (Ancak bu, karmaşadan kaçınmakla aynı şey değildir). Bu kuralların çoğunu bir bilgisayara programlamanız mümkün. Bu kurallar, size hemen hemen her ilk taslaktaki zayıf noktaları gösterebilir. Ardından bu kuralları göz önünde bulundurarak eksiklerinizin üzerinden geçerseniz hikâyenizin anlaşılırlığı, okunabilirliği ve canlılığı artacaktır. … İçerik, stil, anlatım ya da konu olarak bir başka kurguyu andıran kurgu, doğası gereği kötüdür. Ancak aynı zamanda, her ne kadar çelişkili duyulsa da, çoğu kötü kurgunun kötü olmasının sebebi aslında yalnızca iyi yazılmış olmakla sınırlı kalmasıdır. Yazmaktan vazgeçen çoğu kişi, aslında bir şekilde bunun farkına vardığı için soğumuştur yazma fikrinden. Yazma yeteneği çok farklıdır. Kurgu yazabilmek için yeteneğinizin olması lazım. İyi yazı nettir. Yetenek ürünü olan yazı ise hareketlidir. İyi yazı hatalardan kaçınır. Yetenek ürünü olan yazı ise okuyucusunun aklında etkileyici, göz alıcı yeni bir dünya yaratır. Yalnızca anlaşılırlık ve mantıktan ibaret olan iyi yazı, bunu yapamaz.
The Art of Memoir, Mary Karr
Bütün başarılı anı yazıları tamamen yazarın sesinden oluşur. Bu ses, yazarın başından geçenleri okuyucuya aktaran, bütün akli ve bedensel deneyimlerin her bir santimini derin bir berraklıkla taşıyan bir kablo gibidir. Her ses, yazarın kendine özgü yeteneğini ya da dünyayı görme biçimini ön plana çıkaracak biçimde şekillenir. Bir anı yazarı işe aklını yoklamakla başlar; olayları not eder, başından geçenleri hatırlar. Bir yazarın, kendine ve kendi deneyimlerine özgü bir ses bulmaya başlayabilmesi bile yüzlerce sayfa sürebilir. Ancak kendi sesini bulduğu anda, fiziksel ve ruhsal deneyimlerinin aklına bir bir geri gelmesiyle kaleme almakta olduğu eser kıvılcımlanır. Okuyucunun kitaptan zevk alabilmesi için yazarın sesi henüz ilk cümleden anlaşılabilmelidir.
Zen in the Art of Writing, Ray Bradbury
Uğraşıyorsunuz, değil mi? Ya da kendinize, bu makale bittiği anda başlayacağınızı söylediğiniz bir program mı yapıyorsunuz? Nasıl bir program? Bunun gibi bir şey. Önümüzdeki yirmi yıl boyunca her gün bin ya da iki bin kelime. İlk başta her hafta kısa bir öykü yazmayı da deneyebilirsiniz, yani beş sene boyunca her yıl elli iki öykü. Bu ifade biçimini rahatça kullanmaya başlayabilmek için pek çok şey yazmalı ve çoğunu atmalı ya da yakmalısınız. Belki de şimdiden başlayıp bu adımları aradan çıkarmanız en iyisi. Çünkü ben, eninde sonunda niceliğin niteliğe dönüştüğü kanaatindeyim. Nasıl mı? Michelangelo’nun, da Vinci’nin, Tintoretto’nun niceliği, yani yaptıkları milyarlarca eskiz, onları sonunda niteliğe, yani mükemmel hakimiyet ve güzellik ürünü olan portre ve manzara resimlerine ulaştırdı. İyi bir cerrah binlerce, hatta on binlerce vücut, doku ve organı tekrar tekrar parçalara ayırır. Böylece nicelik sayesinde niteliğe ulaşacağı, yani bıçağının altında yatan canlının hayatını kurtaracağı o ana hazırlar kendini. Bir sporcu, yüz metre koşusuna hazırlanmak için on binlerce kilometre koşabilir. Nicelik, beraberinde deneyim getirir. Ancak deneyim sonucunda niteliğe ulaşılabilir.
From Where You Dream: The Process of Writing Fiction, Robert Olen Butler
Lütfen aklınızda bir öykü fikri olduğunu söylemekten vazgeçin artık. Sanat, fikirlerle oluşmaz. Sanat akılla da oluşmaz. Sanat, hayal kurduğunuz yerde oluşur. Sanat bilinçaltınızda, merkezinizde oluşur. Bu size bir anlam ifade ediyor mu? Dediklerimi anlıyor musunuz? Eğer hala düşünerek bir kurgu yaratabileceğinizi ya da bir sanat eserini analiz edebileceğinizi düşünüyorsanız, felsefi olarak sanatın ne olduğu ve nereden geldiği konusunda sizinle anlaşamayacağız. Ama eğer hem tutkulu hem de açık görüşlüyseniz ve söylediklerim sizin için bir anlam ifade ediyorsa, o zaman aklınıza bir an önce geri çekilmesini söylemelisiniz. Bir sanat eseri üretebilmek için bakmanız gereken yer tamamen farklı çünkü.
Roman Sanatı (Aspects of the Novel), E.M. Forster
Hafıza ve zekâ birbirine derinden bağlıdır, çünkü eğer hatırlayamazsak anlayamayız. Eğer kraliçe öldüğünde biz çoktan kralın varlığını unutmuşsak, kraliçeyi neyin öldürdüğünü asla çözemeyiz. Hikâyeyi kurgulayan kişi bizim hatırlamamızı ümit eder, biz ise onun hiçbir şeyi yarım bırakmamasını. Her eylem ve kelime anlamlı olmalı, hesaplı ve idareli bir şekilde kullanılmalıdır; öyle ki hikayedeki karmaşalar bile doğal ve canlı duyulmalıdır. Bir kurgu içinde gizem barındırabilir (hatta barındırmalıdır da) ve kolay da anlaşılabilir zor da ancak asla yanıltıcı olmamalıdır. Hikâye çözüme ulaştıkça okuyucunun hafızası (yani zekâsının keskinleştirip aydınlattığı aklının donuk parlaklığı) onu takip edecek, yeni ipuçları, sebep-sonuç zincirleri keşfedecek ve sürekli bir şeylerin yerini değiştirerek onları yeniden gözden geçirecektir. Ancak eğer kurgu iyi yapılmışsa son hali ipuçlarından ya da zincirlerden değil, derli toplu bir görüntüden oluşacaktır. Aslında yazar hikâyenin bu halini okuyucuya en başından da gösterebilir, ama eğer gösterirse kurgusu son güzelliğine asla ulaşamaz.
Steering the Craft: A 21st Century Guide to Sailing the Sea of Story, Ursula K. Le Guin
Her şey edebiyatın sesiyle başlar. Bir cümleyi ölçmenin en iyi yolu, iyi duyulup duyulmadığına bakmaktır. Dilin temel unsurları fizikseldir: kelimelerin çıkardığı gürültü, aralarındaki ilişkiyi vurgulayan ritimleri yaratan sesler ve sessizlikler. Yazının anlamı da, güzelliği de bu seslere ve ahenklere bağlıdır. Bu, şiir için her ne kadar doğruysa düzyazı için de bir o kadar doğrudur; ancak düzyazıdaki seslerin etkisi genelde gizli ve düzensizdir. Çocuklar genelde dilin sesinden yalnızca onu dinlemeyi sevdikleri için zevk alırlar. Kelimelerin çekici seslerinin, tekrarlanan sözlerin ve doğanın çıtırdayıp süzülen yankılarının içinde yuvarlanır, müziksel ya da etkileyici duyulan kelimelere aşık olup onları cümle içinde yanlış kullanırlar. Bazı yazarlar, dilin seslerine duydukları bu ilkel ilgi ve sevgiyi asla kaybetmez. Diğerleriyse zamanla okuyup yazdıklarının sesine önem vermeyi bırakır. Bu, büyük bir ziyandır. Kendi yazısının nasıl duyulduğunun bilincinde olmak, bir yazar için çok önemli bir beceridir. Neyse ki bu beceriyi yeniden geliştirmek, öğrenmek ya da canlandırmak mümkündür.
The Writing of Fiction, Edith Wharton
Gerçekten yaratıcı olabilmek için yeni bir tutum değil, yeni bir vizyon gereklidir. Bir yazar yeni ve kendine özgü bir görüşü ancak anlatacağı nesneyi benimseyecek kadar uzun süre izleyerek elde edebilir. Daha sonra bu saklı tohumu filizlendirecek olan aklı, onu biriktirdiği bilgi ve deneyimlerin zenginliğiyle besleyecektir. Herhangi bir şey bilmek için bir insan hem pek çok başka şey hakkında da bilgiye sahip olmalıdır, hem de Matthew Arnold’un söylediği gibi, kendi etrafında olanlar hakkında onların kısmi tanıtımlarından çok daha derin bir bilgiye sahip olmalıdır. Rudyard Kipling’in de buna benzeyen, “Sadece İngiltere’nin bildiği neyi bilebilirler ki?” sözü yaratıcı bir sanatçıyı en iyi anlatan sözlere örnektir.
This Year You Write Your Novel, Walter Mosley
Yazmak hakkında bilmeniz gereken ilk şey, bunun her gün yapmanız gereken bir eylem olduğudur. Ne zaman zamanınız olursa yazabilirsiniz, sabah da akşam da. Ancak seçtiğiniz zaman, en iyi eserlerinizi ortaya çıkarabileceğiniz zaman olmalıdır. Bu kuralın iki sebebi vardır: İşinizi halledebilmek ve bilinçaltınızla iletişime geçebilmek. Eğer yazmak istediğiniz şu romanı bir yıl içinde tamamlamak istiyorsanız, hemen çalışmaya başlamalısınız! Kaybedecek tek bir dakikanız dahi yok. İlham gelmesini beklemek için zamanınız da yok. Kelimelerinizi kağıda dökebilmek zaman alır. Ne kadar mı? Ben, her sabah üç saat yazı yazarım. Bu, yılda elli iki hafta, pazartesiden pazara, her sabah yaptığım ilk şeydir. Evet, bazı günleri kaçırırım ama bu genelde ayda bir kereden fazla olmaz. Yazmak, tutarlılık ve kesinlik gerektiren ciddi bir girişimdir. Ancak istek ve düzenlilik, her gün yazı yazmanın size vereceği ödüllerin ve disiplinin yalnızca başlangıcıdır. Yazmak hakkında öğrendiğim en önemli şey, aslında kasıtsız olarak yapılan bir faaliyet olduğudur. Bu ne mi demek? Bir romanın aklınızdan (ya da bilincinizden) daha büyük olmasından bahsediyorum. Yazı yazarken aklınıza çağrıştırdığınız bağlantılar, ruh halleri, metaforlar ve deneyimler içinizin derinliklerinden gelir. Bazen geriye dönüp bu kelimeleri kimin yazdığını merak edersiniz. Bazense ana karakterinizin eski püskü kalbinin dolambaçlı yollarında yaşanan ateşli bir aşk hikayesi ayaklarınızı yerden keser. Bunlar içinizin derinlikleriyle, yani size yazma isteği veren şevki barındıran yerle bağlantı sağladığınız anlardır. Bilinçaltının bu kısımlarına ulaşabilmek için her gün yazmalısınız.
Letters to a Young Writer, Colum McCann
Bildiğinizi yazmayın, bilmek istediğinize ulaşabilmek için yazın. Bedeninizi terk edin. Kendinizi riske atın. Böylece dünyalar size kapılarını açacaktır. Değişik bir yere gidin. Perdelerinizin, duvarın, köşenin, şehrinizin, ülkenizin sınırlarının dışında olanları araştırın. Yazar, kaşiftir. Bir yere gitmek istediğini bilir, ancak oranın henüz var olup olmadığından emin değildir. Orası hala yaratılması gereken bir yerdir. Hayalgücünün Galapagos’u. Kim olduğumuza dair yepyeni bir kuram. İçerde oturup etrafı izlemekten vazgeçin. Bu çok sıkıcı. Göbeğinizde sadece kumaş tiftiği bulabilirsiniz. Genç bir yazar olarak kendinizi sürekli ileri itmeniz lazım. Başkalarını, başka yerleri hayal edin. Öyle uzak bir yer hayal edin ki, sonunda sizi eve getirsin.
What It Is, Lynda Berry
Hafıza iyi bir başlangıç noktasıdır, çünkü gerçek anılarınızın sizi nasıl hissettirdiğini keşfettikten sonra bu hissi kurgu yazarken de tanımanız kolaylaşacaktır. Bu, yazmakla ya da hatırlamakla ilgilenen herkes için işe yarayabilir, özellikle de her zaman yazı yazmak istemiş ancak nasıl başlayacağına bir türlü karar verememiş olan insanlar için. Bu nedir? Sıradan olan sıradışıdır. Sıradan olan sıradışıdır. Sıradan olan, sevdiğimiz birini kaybettikten sonra geri istediğimiz tek şeydir. Biri öldüğünde, çekip gittiğinde ya da bize aşık olmayı bıraktığında. Bunlara “küçük şeyler” deriz. “En çok da o küçük şeyleri özlüyorum” deriz. Sıradan olan şeyler. Küçük şeyler, en az beklediğimiz anda onları bize geri getirir. Bize “hatırlattıklarını” söyleriz, ama hatırlatmaktan fazlasıdır bu. Bir yangın felaketi, bir su baskınıdır. Hatıralar hem ateştir, hem de su. Kıvılcım o kadar kolay yangına dönüşür ki, onu sorgulamayız bile. Atomun bölünmesi gibi. Küçük bir şey.
The Faith of a Writer, Joyce Carol Oates
Yaşlı bir yazar genç bir yazara ne önerebilir ki? Yıllar önce kendisine söylenmiş olmasını isteyeceği şeyleri tabii ki. Hevesin kırılmasın! Etrafına bakınıp kendini akranlarınla karşılaştırmaktan vazgeç! (Yazmak bir yarış değildir. “Kazanmak” diye bir şey yoktur. Sizi tatmin eden şey çabanızdır, tek tük verilen ödüller değil). Sadece, kalbinizden geçen her şeyi yazın.
Still Writing: The Perils and Pleasures of a Creative Life, Dani Shapiro
Bir röportaj sırasında ona neden bu kadar karanlık ve acı dolu şiirler yazdığı sorulduğunda, Ann Sexton belleğinin derinliklerinin acıya kazınmış olduğunu söylemişti. Belleğin derinliklerinin acıya kazınması. Ani bir sarsılmayla, ihanetle, ya da çok kötü haberlerle yüz yüze geldiğiniz bir anı düşünün. O esnadaki havayı, esintinin güzelliğini, yarısına kadar dolu bir küllüğü, parkenin üzerindeki bir çiziği, güve delikleriyle dolu kazağınızı, uzaktan gelen siren seslerini hatırlıyorsunuz belki de. Evet, acı bütün detayları içimize işler, ancak bence büyük mutluluklar da öyle. Virginia Woolf, güçlü duyguların doğası gereği üzerimizde iz bıraktığını söylemişti. Yazmaya başlayın, sessiz sakin bir şekilde o güçlü duygularınızın kapısını zorlayın ve hepsini yeniden keşfedin.
Rules for the Dance: A Handbook for Writing and Reading Metrical Verse, Mary Oliver
Yazdıklarınızı kesinlikle tekrar gözden geçirmek zorundasınız. Eğer bir yazı, düzeltme gerektirmeyecek kadar iyiyse tanrıya şükredin ama bunun tekrar olmasını beklemeyin. Ancak, ilk taslağınızın kusurlu halini tekrar tekrar geliştirmek zorunda kalmayı bekleyebilirsiniz. Zaten şiir yazmak da tutkunuza soğumadan şekil verebilmekten ibarettir. Böyle bir iş için, normalde kullandığınız becerilerinizin hepsini kullanmanız gerekecek; enerji, dürüstlük ve sabır. Ancak hiçbir şey, dilbilimine hastalık derecesinde ilgi duymak kadar önemli değildir. Bu, şarttır. Çünkü duygu, his uyandırmaz. Biçim his uyandırır.
Ron Carlson Writes a Story, Ron Carlson
Yazarlara bildiklerini yazmaları söylenir, ki bu yüzeyde iyi bir öğüttür. Esasında öğretmenler bunu öğrencileri zayıf, temelsiz bilim kurgu hikayeleri (Planet Dwindgore’daki zaman eğrilmesi hepimizin kafasını karıştırmıştı) ve diziler (artık çıkabilirsin, Rocky!) yazmasın diye söyler. Bu hikayelerden kimse bir şey öğrenemez çünkü. Öğrencilerinin, yazıyı kendi hayatlarındaki zorlu hikayelere göğüs gerebilmek için kullanarak eve dönmesini kolaylaştırmak için vermiştir öğretmenler bu tavsiyeyi. Ben de “bildiğini yaz”a inanıyorum, ama buna bir şey eklemek istiyorum: Bir şeyi bilip bilmediğinizi, onu yazmadan nasıl anlayabilirsiniz ki? Hikayenin gelişim süreci size ne öğretebilir? Bir hikayeye başlamadan önce onunla ilgili bütün detayların bilincinde misinizdir? “Bildiğinizi yazmak,” ne yazık ki genelde hikayenizi gereğinden fazla kontrol altına alır ve sizi gerçeklerin ötesine ulaşmaktan alıkoyar. Tavsiyeyi, şöyle değiştirmek istiyorum: Bildiğinize doğru yazın, sermayenizi büyütmeye ve hayalgücünüzü kıymetli bir enstrüman gibi kullanmaya devam edin.
Wonderbook, Jeff Van derMeer
Daha önce de söylediğim gibi, hayalgücünüz açgözlü bir hayvan gibi hemen hemen her şeyden beslenir ve her şeyi bir hikaye haline getirebilir. Yazar olmak (yani yazmak eylemini ya da zanaatını öğrenmeye kendini adamak), aslında hayalgücünüzün yarattıklarına bir biçim vermekten ve zor bir gizeme ulaşma çabasından ibarettir (hep sonuca açılan başka bir kapı da vardır). Daha çok yazı deneyimi elde ettikçe kolaylaşan tek şey yazının o ilk kıvılcımlarını oluşturmaktır, ancak dürtülerinizi bastırmamanız gerekir. Yani, eğer en küçük fikrinizi bile yazıp kendinize onu keşfetmek için zaman tanırsanız, hayalgücünüz sizi yoğun bir düşünce akımıyla ödüllendirecektir. Eğer yaratıcılık dalgaları karşısında heyecanlanan hayalgücünüzü köreltir ya da heyecanını tümden keserseniz, bu düşünce akımı sona erebilir.
Yazma Sanatı (On Writing), Stephen King
Sevdiklerinizi öldürün, sevdiklerinizi öldürün, bencil yazarınızın kalbi ne kadar kırılsa da sevdiklerinizi öldürün.
On Writing, Eudora Welty
Bir hikâye yazarı olarak benim aklıma, yazmak hakkında genellemeler geç ve zor gelir. Eğer daha bilge olsaydım, onları herhangi bir güven duyduğum bütün sonuçların hikayeye bağlı kaldığını söyleyerek kısıtlardım. Şu ana kadar işimden öğrendiğim en güvenilir ders, yazılan her hikayenin kesinlikle yeni olasılıklara yol vereceği ve yeni bir probleme sebep olacağı, bir de geçmişte yazılmış olan hiçbir hikayenin yeni bir tanesini açık bir şekilde sırtında taşımayacağı ve ona herhangi bir yardım sözü veremeyeceğidir, yazarının her ne kadar yardıma ihtiyacı olsa da. Hikâyenin çerçevesinin dışından verilecek olan bir yardım hikâyenin içinde kötü bir şekilde göze çarpacaktır.
Thrill Me: Essays on Fiction, Benjamin Percy
Soru: Nasıl gerilim yaratılır?
Cevap: Sonra anlatırım.
Reading Like a Writer: A Guide for People Who Love Books and for Those Who Want to Write Them, Francine Prose
Bir yazarın bir cümleye bakıp neresinin kalabalık yarattığını, değiştirilebileceğini, gözden geçirebileceğini, arttırılabileceğini veya kesilebileceğini anlayabilmesi şarttır. O cümlenin küçülüp yerine oturmasını ve sonunda daha cilalı, net, idareli ve keskin hale gelmesini izlemek çok tatmin edicidir.
The Writing Life, Anne Dillard
Bir yazarın çöpe attığı kısım yazısının başıdır. Bir resim, izlerini kapatarak ilerler. Ressamlar çalışmaya temelden başlar. Bir resmin son hali, önceki hallerinin üzerini örter ve kalıntılarını yok eder. Ancak yazarlar, soldan sağa çalışır. Solda, çöpe atılabilecek olan bölümler vardır. Edebi bir eserin son hali, işin ortalarında başlar ve sonlara doğru sağlamlaşır. İlk kısımlar sola yığılıp kalınca, yazının başı da okuyucuya kendini yanlış tanıtır. Bu ilk sayfalarda ve bölümlerde sonu hiçliğe çıkan cesur sıçramalar bulunabilir, sonradan terk edilecek yeni temalarla karşılaşılabilir, kesilecek bir ses duyulabilir, çıkmaz sokaklar keşfedilebilir, hileli sözler takip edilebilir ve sonradan sahte olduğu anlaşılabilecek yer ve zaman detaylarını öğrenmek için vakit harcanabilir. Bazı yanılgılar, yazarın çalışmalarını çöpe atma dürtüsünü güçsüzleştirir. Eğer yazdığı sayfaları çok sık okumuşsa, o sayfaların kafasındaki yankılarının bir niteliği olacaktır, kalpten ezberlenen bir şiir gibi kendi ritmine mükemmel uyum sağlayacaktır. Yazar bu hissi sürdürmek isteyecektir. Kitabın genel havasına uyum sağlayamadığı, onunla bir olamadığı için büyük bir kayıp yaşayan sayfalar bile kendi içlerinde belli bir güç taşıyorsa, yazar onları saklamak isteyebilir. Bazense yazar, kitabının ilk bölümlerine tekrar kafa yorduğunda ya da onları tekrar okuduğunda, bu cümleleri ilk yazdığında kendisini göklere çıkaran, herhangi bir şey yazabilmiş olmanın verdiği o ferahlığı tekrar hisseder. Bu minnettarlık, yazarın o ilk sayfaları kitabından çıkarmasına engel olur. Ne de olsa bu başlangıç, onun ulaşmak istediği yere gitmesine yardımcı olmuştur. Şüphesiz okuyucunun da böyle bir altyapıya ihtiyacı olacaktır, değil mi? Hayır.
The Way of the Writer: Reflections on the Art and Craft of Storytelling, Charles R. Johnson
Eğer kendimi kontrol etmezsem, edebi kurgu için yazdığım cümleler onlara başka bir şey ekleyemeyeceğim noktaya gelene kadar birbirini takip eden, yuvarlanıp açılan, eğrilip bükülüp tezden antiteze dönüşen, iki nokta üst üstelerle, noktalı virgüllerle ve parantezli açıklamalarla (tıpkı bunun gibi) süslenen imgeler ve fikirlerle dolup taşarak gereğinden çok daha uzun olur. Cümleleri ve paragrafları hep serbest bırakılması gereken enerji üniteleri olarak görmüşümdür. Yani evet, ritim ve müzik yaratmak için uzun cümleler kullanırım. Ancak onları hemen hemen hep kısa cümleler takip eder. Öğrencilerime söylediğim gibi, uygulanması gereken teknik şudur: basit cümleleri alıp karmaşıklaştırın, yani özne nesne ve yüklemi uzatın. Dürüst olmak gerekirse, bence zarif, uzun cümleler çok güzel. Kendi kendine yeten, incelenmeyi hak eden varlıklar.
Bird by Bird: Some Instructions on Writing and Life, Anne Lamott
Mükemmeliyetçilik zalimliğin sesi, insanlığın düşmanıdır. Sizi hayatınız boyunca kasıp sıkıştırarak boktan bir ilk taslak yazmanızın önünde duracak olan en büyük engeldir. Bence mükemmeliyetçilik, size eğer yeteri kadar dikkatli koşup her basamağa dikkatlice basarsanız belki de ölmeyeceğinizi düşündüren obsesif bir inançtır. Doğrusu şu ki, zaten öleceksiniz ve ayaklarına bile bakmayan pek çok insan sizden daha iyi sonuçlar elde edip bunu yaparken çok daha fazla eğlenecek.
Draft No.4: On the Writing Process, John McPhee
Kullanacak kelime bulmaya çalışırken eş anlamlılar sözlüğü kullanışlıdır, ancak içerdiği kelimeleri anlatmaz size. Aynı zamanda tehlikelidir de. Sizi, basit ve net bir kelime çok daha yerinde olacakken çok heceli ve karmaşık bir kelime seçmeye itebilir. Bir eş anlamlılar sözlüğü, yazarı anlaşılması güç sözcüklerden oluşan büyük bir kelime dağarcığı varmış gibi göstereceği için değerli değildir. Size, bir kelimenin yerine getirmesi gereken görev için en uygun sözcüğü seçmenizde yardımcı olacağı için değerlidir. Yazı öğretmenleri ve gazetecilik dersleri genelde eş anlamlılar sözlüğünü bastona benzetir ve kendine özgü bir karakteri ya da kabiliyeti olan herhangi bir yazarın onu kullanmayacağını ima ederler. Eş anlamlılar sözlüğü, sizi en uygun kelimeye götüren yolda bir mola durağı olabilir ancak. Hedefiniz bir sözlük olmalıdır. Farz edin ki, “maksat” sözünün ötesinde bir olasılık sezdiniz. Sözlüğünüzün eş anlamlılar kısmındaki kelimeleri okursunuz: “niyet, kasıt, amaç, hedef, gaye…” Ancak bir sözlük bunu yapmakla kalmaz, size her kelimenin bir diğerinden ne gibi farkları olduğunu da anlatır. Bazı sözlükler ise, yalnızca eşanlamlı kelimeler sıralayıp onları birbirinden ayırmayarak kendilerini kısa tutar. Siz birinci tip sözlüğü, yani size kelimeler sıralamak yerine her biri değişik yeşil tonlarında çizgilerden oluşan bir tentenin bütün renklerinin farkını anlatacak olan sözlüğü seçmelisiniz. “Dik” kelimesinin anlamına bakın, mesela. Anlamının altında sözlük size “dikey” ve “düşey” kelimelerinin birbirinden farklarını da açıklayacaktır. Tıpkı diğer bütün kelimelerde de yapacağı gibi.
Emily Temple/ Çeviren: Zeynep Kazmaz/ (Lithub.com)
“İZDİHAM