27 Şubat 2025

Hasan Çelebi Söyleşisi

ile onurkorkmaz

Hasan Çelebi 88 yaşında İstanbul’da vefat etti. Hasan Çelebi, ardından büyük izler bırakan bir hattat, bir sanatkardı. Ay Vakti dergisinde, 2005 yılında yapılmış bu söyleşide Hat üzerine düşüncelerini dile getirmiştir.

Hasan Çelebi, hayata nerede, nasıl başladı?

1937 yılında Erzurum’un Oltu İlçesi’nin İnci Köyü’nde dünyaya geldim. Doğduğum yıllarda genç bir Cum­huriyet olan Türkiye, savaşın yaralarını sarmakta, ye­ni yeni yapılanmaya çalışmaktadır. İnsanlar fakr-ü za­ruret içindedir. Hâliyle, benim de çocukluğum yokluk ve sıkıntı içinde geçmiştir. Okul çağına geldiğimde II. Dünya Savaşı başlamış ve Türkiye yeni bir buhranla karşı karşıya kalmıştı, işin ve aşın zor bulunduğu, ça­lışanın emeğinin karşılığını alamadığı bir döneme girilmişti.

Anadolu’nun bir çok yerinde ol­duğu gibi İnci Köyü’nde de okul ve öğretmen yoktu, ilim ve irfan sahibi bir şahsiyet olan Yusuf Altaş, o dönemde yayımlanan Köroğlu ve Köylü gazetelerini mun­tazam köye getirip, halk istifade etsin diye, meydanda duvarlara asmaktaydı. Kağıda ve kaleme karşı aşırı bir sevgim olduğu için, bu gazeteler vasıtasıyla kendi gayretimle okumayı öğrendim. 1946’nın Ocak ayında ilk defa köyde “hafızlık cemiyeti” tertip edilmişti. Altı çocuk, Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemiş, onlara köyde büyük bir kutlama yapılmıştı. Okula gidemediğim için, bu me­rasimden çok etkilendim ve da­yımdan Kur’ân-ı Kerîm öğrenme­ye ve hafızlığa başladım.

Kur’ân ilimlerini tahsil maksadıyla 1954’te İstanbul’a geldim. Bir hemşehrim vasıtasıyla Üç Baş Medresesi’ne yerleştirildim. Burada altı ay boyunca Arapça ve din derslerine devam ettim ve oradan da Üsküdar Çinili Medresesi’ne naklolundum. 15 Mayıs 1956’dan itibaren de Mihrimah Sultan (İskele) Cami’inde müezzin olarak görev yapmaya başladım. 1957-58 yıllarında askerlik vazifesini ifâ edip, askerlik dönüşü bir süre Mehmet Nasûhi Cami’inde imamlık yaptım. 27 Mayıs 1960 ihtilaliyle birlikte üç yıl İstanbul’dan ayrı kaldım. Bu süre zarfında Artvin’in Yusufeli ilçesinde müezzin olarak bulundum. Müezzinlik yaptığım sırada Müftü Hafız Bekir Efendi’yle tanışmıştım. Bu tanışma yeniden İstanbul’a dönmemi sağladı. Bekir Efendi aracılığıyla, 15 Ağustos 1963 yılında Üsküdar Sultan Tepesi Mehmet Said Efendi Cami’ne, imam tayin edildim 1964’te Şeyh Cami’ne, 1974 senesinde de Fıstıkağacı Selami Ali Cami’ne naklolundum. 1987’de emekliye ayrıldım. Halen İstanbul’da hat çalışmalarımız ve talebelere derslerimiz devam etmektedir.

Hat Sanatına olan ilginiz ne zaman başladı?

Çocukluğumdan itibaren kağıtların benim için karşı konulmaz bir çekiciliği vardır. Ciddi mânada hat sanatına merakım ise, köydeki caminin yazılarına ilgi duyarak onları taklit etmemle başla­dı. Yusufeli’nde müezzin olarak görev yaptığım camiye levhalar yazardım. İstanbul’a tekrar dön­dükten sonra görev yaptığım Sultantepe’de taş ustası Yusuf Efen­di ile tanıştım. Bu tanışma benim hayatımda yeni bir sayfa açmış­tır. Yusuf Efendi vasıtasıyla Hat­tat Hamit Aytaç’la (1891-1982) görüştüm ve Hamid Bey’e kendi­sine hat dersi verip veremeyece­ğini sordum. Hamit Bey de ceva­ben “Görüyorsun çok meşgu­lüm, ama benim talebem Halim var, ona git o öğretir” dedi.

Bu tavsiye üzerine Topkapı dışın­da Çırpıcı Çayırı’nda oturan Hattat Halim Özyazıcı’dan (1898- 1964) meşke başladım. Bu benim hat sanatıyla olan serüvenin başlangıcıdır. Dört ay sonra Ha­lim Bey bir trafik kazasında haya­tını kaybetmişti. Dört aylık bir dersin sonunda ho­camı kaybedince ne yapacağımı bilmez bir halde ortada kalmıştım. Tekrar Hamid Bey’e gitmeye cesaretim yoktu, çünkü ilk tekifimde reddedilmiştim. Bu esnada Diya­net eski Reisi Ömer Nasuhi Bilmen’in oğlu Avni Bilmen’le karşılaş­tım. Üzüntümü ona anlattım. Avni Bilmen, Hamid Bey’e gitme konusunda beni cesaretlendirdi, Hamid Bey’e gidip kendisinin selamını gö­türmemi ve talebimi yinelememi söyledi. O şevkle bir daha Hamid Bey’in huzuruna çıktım ve bu sefer derse kabul edildim.

Hamit Bey’den mi icazet aldı­nız?

Altı yıllık bir çalışmanın sonunda Hamid Bey’den icazet aldım. 14 Ekim 1964’te başlayan bu birliktelik Hamid Bey’in vefatına kadar, 18 yıl devam etti.

Bir de Kemal Batanaydan icazetiniz var. On­dan da bahsedermisiniz?

İkinci icazetim; Hamit Aytaç’dan sülüs neshi meşkettiğim sırada; 1966 senesinde merhum Kemal Batanay’la tanışmış ve ondan da ta’lik ve rik’a dersleri al­maya başlamıştı. Batanay; müteâdil, halim selim, ge­leni geri çevirmeyen, mütevazı bir kişiliğe sahipti. Be­nim talebelik arzumu geri çevirmemiş, hemen kabul etmiştir. Aynı zamanda Hafız, tanbûri ve bestekâr da olan Batanay, Galata Mevlevihanesi’nde yedi yıl cu­ma imamlığı ve na’athanlık yapmıştır. Çok sayıda klâ­sik besteleri mevcuttur. Vakit namazlarını dahi hatim­le kılacak derecede ileri bir hafızlığı vardır, 1957 se­nesinde ta’lik yazının üstadlarından Veliyyüddin Efendi’nin bir ta’lik kıtasını takliden yazıp Kemal Batanay’dan da icazetimi aldım.

Hocam, siz “Hat sanatını” nasıl tanımlarsınız?

Hat çizgi demektir. Çizginin şekillenmesiyle harfler meydana gelir. Herhangi bir yazı çeşidine hat denirse de Hüsn-ü Hatt ismi ancak arap harfleriyle yazılıp meydana getirilen levhalara verilmektedir.

Hat sanatına olan yeteneğinizi ne zaman keş­fettiniz?

Küçük yaştan beri kalem kağıt gibi hat malzemeleri­ne olan sevgimin, hatta karşı bir kabiliyet olduğunu ileri yaşlarda fark edebildim. (Çocukluktaki olan bu sevginin ne olduğunu ve beni nereye götüreceğini bilemezdim.)

Hat sanatının tarihi seyri ve Müslümanları bu sanata yönelten sebepleri izah eder misiniz?

Hattın tarihi İslâm öncesine dayanmaktadır. O de­virdeki yazılar bir hat eseri sayılmazsa da temeli oluş­turan unsurlardır. İslâm öncesi başlayan bu gelişme İslâmla hızlanarak gelişmiş ve hicretten 100-150 sene sonraki devrelerde hat sanatı olarak ortaya çıkmıştır. Abbasiler döneminde ilk gelişmelerini görmekteyiz. Daha sonra Selçuklulara geçmiş ve oradan Osmanlı’ya intikal etmiştir. Osmanlı’nın da ilk yüz-yüzelli senesi aynı ekolde devam ederken 14.yy’dan sonra Şeyh Hamdullah ile yeni bir karakter kazanmış olgunlaşmış ve bugünlere de ışık tutmaktadır. Osmanlı’da bu üç merhalede tamamlanmıştır: 1. Şeyh Hamdullah 2. Hafız Osman ve 3. Rakım. Bugün Rakım da aşılamamıştır.

Nasıl hattat olunur?

Hattat olmak isteyen kişinin birkaç hususa riayet et­mesi lazımdır. Hat sanatını sevmesi, çok sabırlı olma­sı ve en önemlisi de çok çalışmak. Öğrenme müdde­ti yüz sene dersek mübalağa etmiş olmayız ve ancak günde otuz saat çalışmak şartı ile!

İslâm kültürünün oluşmasında hat sanatının yeri ve önemi nedir?

İslâm kültüründe hat sanatının yeri bence en başta­dır. Çükü İslâm sanatları arasında bakir kalan ve Avrupa’nın dahi nüfuz edemediği bir sanattır.

Hat sanatının edebiyatımıza yansıması nedir?

Hat sanatının edebiyata yansımasında bir çok şair di­vanlarında buna temas etmişlerdir. Hat sanatı çok ça­lışmayı icap ettirdiği için hat ile meşgul olanlar; ede­biyat vesair ilimlere vakit bulamazlar.

HASAN ÇELEBİ’NİN ESERLERİ

1. Atik Ali Paşa Cami yazılarının tashihi – İstanbul

2.   Sultan Ahmed Cami yan kubbe yazıları, köşe pandantiflerdeki Esmaü’l – Hüsna yazılarının tashihi. İstanbul – 1974

3.  Küba ve Kıbleteyn Mescitlerinin kubbe, kuşak ve diğer yazıları. Medine – 1974

4.  Kazıviye türbesi yazıları – Siirt

5. TBMM Mescidi yazıları

6.  Eskişehir Reşadiye Cami

7.  Van Merkez Cami

8.  Kayseri İki Kapılı Cami, Erciyes Üniversitesi İlahi­yat Fakültesi Cami

9.  Rize Sahil Yolu Cami mermer üzeri yazıları

10.  Erzurum Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Cami

11. Şiir Molla Kazım Türbesi taş üzeri yazıları

12.  İstanbul Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Cami

13. Üsküdar Selami Ali Cami

14. Ümraniye Son Durak Cami

15. Çağlayan Cami

16. Hürriyet Tepesi Cengiz Topel Cami

17. Fenerbahçe Cami

18. Yeniden inşa ettirilen Maltepe Cami

19. Üsküdar’da Mehmet Zahit Kotku Cami

20.  Büyükçekmece Güzelce Cami çini üzeri yazıları

21.  Merter Yunus Emre Cami

22.  Beykoz Ortaçeşme Cami

23.  Çamlıca’da yeni yapılan Çilehane Cami

24.  Çengelköy Yıldırım Beyazıt Cami

Yurt dışındakiler:

25.  Kuveyt’te İslâm Tıp Merkezi Cami’nin iç ve dış yazıları

26.  Medine-i Münevvere’de Ravza-i Mutahhara’nın genişletilen yerlerinde toplam 100 m uzunluğuna ulaşan Cuma ve Mülk sureleri;

Küba Mescidi’nin bin dörtyüz metreyi geçen ve kufi ile yazılan kubbe kuşakları ve mihrap cephesi yazıla­rı; Mescid-i Cuma’nın kubbe eteğine kuşak olarak Cuma Suresi, Mescid-i Ebu Bekir, Mescid-i Ömer, Mescid-i Ali ve Mescid-i Buhari’ye çeşitli yazılar

27. Cidde’de Harisi ve Salih Kamil camilerinin yazıla­rı

28.  Kazakistan Almatı’da Merkez Cuma Cami’nin seramikle işlenen yazıları

29. Almanya Fortsaym’da Fatih Cami

30.  Belçika Genk’te inşa edilen Yunus Emre Cami

31.  Güney Afrika’da Johannesburg Cuma Cami

32.  Bosna Mostar’da yeniden ihya edilen Nezir Ağa Cami’nin yazıları


Bilgin Dişçi
ayvakti.net
İZDİHAM