Sıfır iki yüz on iki dokuz yüz on dört on sekiz kırk beş numaralı telefon tarafından arandım bugün. Açtım. Bana adımla hitap eden müşteri temsilcisi olduğunu anladığım adam, genel sağlık sigortası zımbırtısından yararlanmak için, bilmem hangi günün bilmem hangi ayının iki bin on üçünde kendilerine telefonda onay verdiğimi, bu kapsamda kampanya dahilinde bir yıl ücretsiz olarak bu sigortadan yararlandığımı, bu yıl ise ödemem gereken ücretin iki yüz doksan dokuz lira olduğunu söyledi. Ödemeyi nasıl yapmak istediğimi sordu. Hayır, dedim. Ne demek hayır, dedi. Böyle bir şey olmadığını, herhangi bir onay vermediğimi, hiçbir kâğıda imza atmadığımı, bu parayı ödemek zorunda olmadığımı söyledim. İcra yoluna gideceklerinden bahsetti. Kendisine neyin kafasını yaşadığını sordum. Ses tonumun değiştiğini fark edince, çocuksu bir sinirle, kapınıza avukatlar geldiğinde görürsünüz, dedi. Ne gelirse gelsin, yürüyün gidin lan, dedim. Çeşitli akrabalarıma küfür ederek kapattı. Aslında işini iyi yapıyordu. Düzenek oldukça başarılıydı. Telefonda bankacılık işlemi yapan herkesin aşina olduğu o müşteri temsilciliği ortamı sesi birebir ayarlıydı fonda. Konuşma tonu, olayı anlatım biçimi bu işin eğitimini aldığını da gösteriyordu esasen. Ama müşterisine söven temsilci olayı, çarkı bozdu.
Geri aradım. Ben de sövecektim. İşe akrabalarını karıştırmayı düşünmüyordum. Direk şahsına yönelecektim. Beni karşılayan ses kaydı, şuan bütün müşteri temsilcilerinin diğer müşterilerle ilgilenmekte olduğunu söylüyordu. Beklemekte olan sekizinci müşteri olduğumu da ekliyordu. Benden önce aile soy ağacına sövülecek yedi müşteri daha vardı yani. Beklemekle beklememek arasında yaşadığım gelgitten sonra, ses kaydına saydırdım. Hemen kapattım ardından, olur da ses kayıtlı küfürler de hazırlamışlardır belki diye.
Hırslıydım. Bekledim geçmedi. Ona kadar saydım içimden filan, derin derin nefes aldım yok. Meseleyi kendi yöntemlerimle halledemezdim. Mahalleyi aşıyordu durum. Yüz elli beşi aramaya karar verdim. Memur bey çıktı. İlk kez aramıştım bir karakolu. Arayınca açıyorlarmış, inandım. Durumu anlatmaya başladım. Beni arayan numaradan bahsettim önce, karşı tarafın neler söylediğini ve verdiğim tepkiyi.
-Adama sert yaptım.
-En iyisini yapmışsınız.
-Ama kapatırken fena küfür etti.
-Ederler öyle. Genelde ediyorlar.
-İyi de bunlar bildiğiniz dolandırıcı. Bir şeyler yapılamıyor mu bu heriflere.
-Savcılığa şikâyet edebilirsiniz numarayı. Ya da gelin ifadenizi alalım. Ama bu numaralar genelde gerçek olmayan kişiler üzerine kayıtlı. Bir sonuca ulaşamıyor savcılık.
-Bulunamıyor mu yani?
-Bulunamıyor maalesef.
-Amirim ben şimdi size küfür edip kapatsam beni bulabilir misiniz?
-Beş dakikamızı almaz.
-Anlıyorum. Teşekkür ederim ilginize. İyi günler.
-Tabi ki ne demek. Geçmiş olsun!
Telefonu kapadım. Şikâyetçiydim. Dolandırıcılardan, karakoldan, savcılıktan, Telekom’dan. Akrabalarım duysa onlar da şikâyetçi olurdu. Sövdüm hepsine. Akrabalarım duysa onlar da söverdi. Allah’a havale ettim sonra. Akrabalarımın haberi yoktu.
Rıfat EROĞLU
İZDİHAM