Feyzi Baran, Biz Böyle Değildik Şairken Olduk
“Kelime” başına düşen edebi günahımla bağışla beni.. Bir kelime bilmek azıttı bizi. Kelimeye hükümdarlık kokusuyla sarhoş olduk. ‘’Bilmek azap verir’’ demişti bir şair, ne kadar doğru.
Bir derviş boynuna “ ya hayır konuş ya sus” yazdırmıştı. Susmak, bazen çok şey söylemektir. Bazı insanların hikmetle sukutu, çok şey anlatır bize. İnsanlar hikmetle konuştuğu gibi hikmetle de susar. Hikmetle Susmak için susamak gerekir ama neye?, nasıl peki? “Hakikate, suyun asıl kaynağına.”
Hakikatin pusulası tek bir ibreyi göstermez. Zannedildiğinin aksine hakikatin ibresi çevresinde yani merkezinin etrafında dolanır. Dolandıkça kendini bulur, dolandıkça kendine varır. Hakikat tek değil, her şeyin toplamının vicdan mihenginden geçirilip dürüstlük kelimesiyle tartılmasıdır. Resullulah peygamberlikten evvel emin’di, yani dürüsttü. Bundan kimsenin kuşkusu yoktu.
Eğer bir doğru çizilecek olsa, sıfır noktası hiç kuşkusuz dürüstlük olur.
“Cümle” kırılan kuşkumuzun azıttığı bir fıskiyedir bazen. Dilde dolanır, iyi ses çıkarır, iyi bir görüntü verir, etrafında tabureleri oturtur ama elektik kesilince söner. Su kesilince de söner. O yüzden insanlar fıskiyelerin çevresinde ev kurmaz. Sadece birkaç saatliğine oturur, dinlenir ve gider. Ama nehirler öyle değildir. Elektrik kesilince de akar, su kesilince de. O bi zatihi elektriğin ve suyun kaynağıdır. Asıl olan odur. Etrafında yerleşim yerleri, tarım alanları kısacası hayat kurulur. İnsan’ın cümlesi susatır ama susuz bırakır. Hakikatin cümlesi öyle değildir. Susatır ve hayat verir.
“Dize” kanayan yerlerimize bastığımız tuzdur.Bazen zevk verir, bazen zevk verirken acı verir, bazen sadece acı verir ama en nihayetinde kanamamızı keser. Kanayan yanlarımızı dindirir. İnsanın kanı azaldıkça düşünme yetisi azalır, şuuru bulanıklaşır. Ne yaptığının farkında değildir. O an tek derdi kanamasını dindirmektir. Yaşamak, bazen yaramaz bir çocuk olur ve yarasına işer. “Dize” tamda böyle bir yerde meşruluğunu yitirir ve suç işler. Kanamayı keseyim derken yara enfeksiyon kapar.
“Şiir” kendimize anlatmaktan çekindiğimiz bir itiraftır. Kaleme gelmez şiir, gönüle fısıldanır ve el duyduğunu yazar. Şair Arapçadaki ‘’şuur’’ kökünden gelir. Yani şair demek, şuuru yerinde olan demektir. Yine insan susuz kalınca hipovolemik şoka girer. Yani şuurunu yitirir. Şuuru yerinde olmayana şair denmez. Kendini kaybetmiş denir. Kendini bulması için suya ihtiyacı vardır, yani bir diğer deyişle hakikate, ya da susmaya. Bir şair, kendini kaybettiği zaman oturup susmalı. Yoksa kendi kanamasını keseyim derken yarasına işer.
Şuurlular, yani şairler kendine dair yazılmış ne varsa merak eder, okur. Bir şairin kendini tanımlayan cümlelerin koridorundan geçecek cesareti yoksa, kusura bakmasın hakikatin kaynağına da ulaşamaz. Kendini bulması için kendine dair haritaları yan yana getirip bir anlam bütünlüğünde tahlil etmesi, anlaması lazım. “Şiir nedir?” sorusunu gereksiz bulduğum kadar ‘’şiir ne değildir?’’ sorusunu o kadar anlamlı buluyorum. Ve kesinlikle şiir, hak ihlali değildir. Gasp değildir. Şiir, itiraf olur bazen ama iftira değildir. Hele Allah’a iftira, hakaret hiç değildir. Şuurlu bir insan, asla bunu yapamaz ve şair bu değildir. Birkaç afili cümle kurayım diye, Allah’ın hakkına girmek, ona küfretmek kesinlikle şairlik değildir ve yazdıkları da şiir değildir.
Benim yakından takip ettiğim genç şair arkadaşların girdiği kuyudan ses veriyorum. “Şiir yazmadan evvel Şuara suresini bir okuyun, sonra gelin size çay ısmarlayayım. Tamam, sigara da..”
Feyzi Baran
İzdiham