27 Şubat 2016

İsmet Özel, Türk Olamadıysan Oldun Amerikalı

ile izdihamdergi

Tesis edildiği günden bu güne Mısır’daki şöhretli El- Ezher’in meşguliyeti kimlere hizmet yolunda gitti? Bunun kat’î bir cevabı olarak “İslâm’a! Mü’minlere!” deme cesareti gösterir bir hödüğe rastlayacak olursam, onun alnını karışlarım. Aynı hödük dikkat etmemiş ve görememiştir “İlm Aksaray’a inmez” deyişlerinin kibirli kaftanı altında Ümmet-i Muhammed akaidini felce uğratan Fatih semtindeki ders-i âmmların yanıbaşlarından tufeylî ulema hususiyetlerini hiç bir vakit ayırmadığını. Hadisat ve vukuat iktiza ettirdiğinde din ve dine dair her şey Mısır’ı idare edenler için bir bahane, Türkiye’nin başında bulunanlar için bir mazeret, İsrail’deki tüm siyasi mevcudiyet için ise hem bahane, hem de mazerettir. Bahane muktedirin uydurduğu bir şeydir. Kurt kuzuyu mideye indirmek gayesiyle bahane uydurur. Napoleon Bonapart Mısır’a hâkim olmak üzere harekete geçtiğinde “Biz gerçek Müslümanlar…” demekten geri durmadı. Mazeret, tebadan birinin metbu mevkiindeki birine kabul ettirmek istediğidir. Hukuk nazariyatı “kanunu bilmemek mazeret sayılmaz” esasıyla işler halde tutulur. Bu esas Türkiye’de “İslâm’ı bilmemek mazeret sayılmaz” şekline sokulmuş ve yürürlüğe bilinemeyecek bir İslâm sokulmuştur. İsrail’de bahaneyi mutaassıplara ürettirirler, reformistlerin mazeretleri kabul görür.

Avrupa’nın güvenliği adına birbirine kenetlenmek istenen üç ülkenin üçünün de beraberlik hatırına feda edemeyeceği hususiyetleri vardır. Dünya tarihindeki en derin izlerin menşei ülke olarak Mısır Akdeniz havzasındaki bütün medeniyetlere takaddüm eder. Belki bu yüzden modernleşmenin Kadim Mısır’ın başına taç konduruşuna hayret etmemişiz. Kuvvetini genç varlığından alan Türkiye bir ülke olduysa Birinci Cihan Harbi nihayetinin zaruretleri çerçevesinde oldu. Sevr’i hüküm dışı bırakmayı başarıp Lozan’a geçerlilik hakkı kazandıranlar mazur olanlardır. Uzak geçmişini diaspora, yakın evveliyatını 1917 Balfour Deklarasyonu belirlemiş olsa da; dünyaya İsrail (biz Türklerin Alman Harbi dediği) İkinci Cihan Harbi’nin ekşi meyvesi olarak sunuldu. Her üç ülkede de dinî bütünlük ve beraberlik (varsa) en küçük fıskeden en büyük yarayı alabilecek mahiyette teşekkül etmiştir. Yani bilelim ki, şimdiye kadar din cenahından ne Mısır, ne Türkiye, ne İsrail hasmane bir fıske bile yemiştir. İşin doğrusu öyledir ki, Mısır antik çağdan beri, Türkiye Osmanlı Devleti’nin harbe sürüklenip batırıldığı 1918’den beri, İsrail 1948’de kendini devlet ilân edişinden beri hem bünyevî, hem de mahvî istikrarsızlık acısı çekmektedir. İstikrarsızlığın modern versiyonunu Mısır’a dayatan Napoleon ve Kavalalı gibi o ülkenin mahallî dilini gerek lâfzen ve gerekse mânâ itibariyle konuşmaktan âciz idarecileridir. Türkiye’de modern istikrarsızlık Turgut Özal sonrasında sıcak para vasıtasıyla kuvveden fiile yumuşak geçiş yaptı. Aynı istikrarsızlık bugün mahirane bir abrakadabrayla iktidara oynuyor. Globalizmin hangi sahada olursa olsun uğrayacağı herhangi bir dereceden istikrarsızlık İsrail’in istikrarsızlığı olacaktır. Eğer son 200 senedir ne yaptıysa yapıp kendine mahsus istikrar görüngüsü edinebilmiş Türkiye bir şekilde İsrail ve Mısır seviyesindeki istikrarsızlık algısına konu edilebilirse her üç ülkenin de üstünde bir yönetimin ihdası kolaylaşır. Dünya Sistemi’nin şişkin gündeminde bir madde.

Türkiye, İsrail, Mısır; bu üç ülkenin üçünün de idarecileri iş başında bulunmalarına teminat olarak idareleri altına aldıkları insan topluluklarını gösteremez. Bu üç ülkede ağızlara sakız edilen “oyla iktidara gelme” yavesi dostlar alışverişte görsün mugalatasından başka bir şey olsaydı her şey şimdi olduğundan çok farklı olurdu. Ne darbelerin, ne de darbe aleyhtarlığının ahali canlılığına mâtuf sahiciliği vardır. Hepsi cari harcamalarla ilgili kontrol mekanizmaları eliyle varılmış merhalelerden ibaret. Dünya Sistemi lordlarının rayları Türkiye’nin m(M)ısırlaşması, Mısır’ın Türkiyeleşmesi istikametinde döşedikleri tren garının İsrail olarak sabitlendiği bu günlerde hain oldukları kadar gâfil, gaflete düştükleri nispette ihanet batağına saplanan nefretâmiz kimselere “İslâm nerede?” sualini tevcih etmeliyiz. Türkiye’nin, İsrail’in Mısır’ın İslâm neresinde? Rasul-i Ekremden aldığımız agâh olma emrine uyma derdinde isek meşguliyet sahamızı işgal eden bunca ıvır zıvır nemize?

Neye başlayacak veya neye devam edeceksek şuursuzluğun İslâm’a açılan bir kapı bulamayacağı bilgisiyle başlamak veya devam etmek mecburiyetindeyiz. Bizi buna icbar eden nedir? Kendimize avunmayı ve oyalanmayı yakıştırmıyorsak bir mecburiyetten haberdar olmuşuzdur. Avunmada ve oyalanmada cebir yok. Şuurumuzla iktisab ettik ki, ne Müslümanlığımızın, ne de Türklüğümüzün düşkünlüğü azdıran avutucu, oyalayıcı renkli tablolarla bir ilişiği vardır. Müslümanlara tarih içinde İslâm’a düşman her değişimi İslâmî gerekçelerle kabul ettirdiklerini, giderek yutturduklarını akıldan çıkarmak yangına körükle gitmektir. Kabul ettirenler kimlerdi? Müslümanların İslâm’ın beş şartını yerine getirmesini bir sofuluk alıştırmasıymış veya bir dindarlık gösterisiymiş gibi algılayanlar canını, malını Müslüman kisvesi altına girerek kurtarmış olanlardan başkaları değildir. İslâm’ın beş şartının Türklüğün beş şartı olduğunu söylemek Müslümanların İslâm’la aldatılmaları karşısında alınmış bir tedbirdir.

 

İsmet Özel, İstiklal Marşı Derneği
İzdiham