Güven Adıgüzel, Sermayenin Şehvetli Oyuncağı Olarak Futbol
Simon Cuper’in ‘Futbol asla sadece futbol değildir’ sözünün çeşitli sosyolojik tabanlarda farklı karşılıklarının olduğunu biliyoruz. Katmanlar arası sirayet ediş şekillerinin bu bağlam üzerinden değerlendirilmesi de çok normal. Futbol zaten -sadece futbol olamayarak- daha meşru bir alana doğru kendini konumlandırmış ve kabul ettirmiştir aslında. Kitleleri peşinden sürükleyen bir oyun olarak etki alanının büyüklüğü hep süregelen bir tartışma olsa da, esas olarak; -sadece sahada- kalmamasıyla bir tutku ve gerçeklik kazandırmıştır kendisine. Onun için artık dev bir endüstri olan Futbol sanayisi için durumun harakiri pozisyonuna gelmiş olması çok da şaşırtıcı olmasa gerek. Şike söylentileri gölgesinde yıllardır oynanan bu zorunlu eğlencenin -temizlik molası- geç gelen adaletin şefkatli ellerinde nihayet buldu.
Kazanma arzusu, başarıya endeksli popülerlik, yalnızca galibiyet üzerinden yürüyen bir işleyiş, para bayrağını gönüllü olarak burçlarına çekmiş kulüpler ve sermayeye teslim olmuş bir arzu nesnesi. Sponsorluk, yayın gelirleri, bahisler, kombine, naklen yayın ihaleleri, reklam anlaşmaları ve sermayenin diğer soğuk enstrümanları bu baş döndürücü sarhoşluğu körüklerken, taraftarlık ruhundan ve hesapsız-kitapsız ‘sadece seven’lerden bahsetmek oldukça amatör bir duygusallıkla eşdeğer kabul ediliyor artık. Güç zehirlenmesi yaşayan kulüp başkanları, işadamı kimliğinin yanına iliştirilmiş yöneticilik sıfatıyla kendisini yeni bir görünür-pazara açmış sayan para babaları, yapısal işleyişiyle mafyatik yapılanmaya oldukça müsait oluğundan her renk paranın kolayca girebildiği paravan kulüp kasaları ve milyar euro’luk toplam işlem hacmi. Üzerine legal-illegal bahisler oynanan bir sportif kumar eğlencesi kimilerine göre de.
Futbol; sermayenin şehvetli oyuncağı olduğu günden beri bu işler böyle. Endüstriyel futbol meselesinin içinde yalnızca kazanmak vardır çünkü; başarmak için her yol mübah felsefesinden ibaret bir yapı. Şunu peşin olarak söylemek gerekir ki; taraftarlık ruhu bu işin dışına çıkmalıdır. Bırakalım bütün pislik aksın. En ağır cezalar verilsin. Amatör maçları izleyelim gerekirse. Futbolun esaslı ruhunu terk etsin artık; bu alın teri sömürücüleri, paraya tapanlar, modern putperestler…
Genel anlamıyla ‘şike’ suçunun futbol ekonomisi ile hareket eden İtalya gibi bir ülke de bile asla affedilmeyen ve kararlılıkla üzerine gidilerek yok edilen bir virüs olması, manidardır. Temiz eller operasyonunun devamı olarak da görebileceğimiz bu olayın asıl önemi; futbolda yapılan etik temizliğin tüm ülke sathına yayılma katsayısının -futbolun mevcut bileşenleri itibariyle- oldukça yüksek olmasında yatıyor aslında. Bu İtalya için böyle, bizim için de benzer şeyler geçerli. Ali Bayramoğlu’nun ifadesiyle ‘Futbol temizlenirse, ülke temizlenir’
Ergenekon davası ile özdeşleştirilen ve hatta ondan bile önemli olduğunun altı çizilen ‘yüzyılın en büyük şike operasyonu’ ile meşgul şu an tüm zihinler. Mahkeme kararı ile dinlenmiş olan telefon kayıtlarının medyaya yansıyan deşifrelerinde; hiçbir ahlak ilkesinden nasibini almamış ucuz pazarlıkların, aşağılık tekliflerin, para tapınıcılığının, emek hırsızlığının ve arsız doyumsuzlukların kirli vesikaları bir bir dökülüyordu, gördük. Şenol Güneş’in‘’Futbolu eskiden açlar oynuyor toklar izliyordu, şimdi ise toklar oynuyor açlar izliyor’’ tabirinin en yaralı tarafına dokunan garip bir kumpanya sanki yaşanılanlar. Esaslı sevenlerinin; lisanslı ürün, bilet ve maç kutusu alarak -masumiyet karinesiyle- besledikleri, ruh ve tutkudan çok uzakta yeni model bir sömürü düzeni. Asıl aktörlerin, büyülü arenalarda sesleri kısılarak ortaya koydukları samimiyetlerinin yeterince örselenmesi.
‘Bir futbol ülkesiyiz’ klişesiyle yıllardır uyutulduğumuz için aslında işin ruhundan fersah fersah uzakta bir yerde durduğumuz gerçeğiyle yüzleşmemiş zor olacaktır. Kulüp sevgisi ya da renk aşkı ne derseniz deyin, hiçbir tutkunun bizi ahlak ilkelerinden ve insani değerlerden uzaklaştırmasına izin vermemeliyiz. Fenerbahçe kulübünün burda özel olarak bir kabahati yok, dayatılan düzenin mecburi aktörü olarak izliyoruz onu da bu ucuz kumpanyada. Teşvik primi, maç satın alma, hakemi manipüle etme, oyuncunun aklını çelme gibi yöntemlerin yalnızca Fenerbahçe kulübünün uzmanlık alanına giren konular olmadığı yıllardır bilinen bir gerçek. Aykut Kocaman’ın konuyla ilgili açıklamalarının alt okumasına baktığımızda, mecburi aktörlük dayatmasının kırgınlığını ve kızgınlığını görüyoruz zaten; “Daha önce de söyledim, Türk futbolu her alanda çökmeli ve yeniden inşa edilmelidir. Fenerbahçe yaptı, öbürü yapmadı değil söylediğim. Yapısı itibariyle futbolumuz yanlış zemindedir. Bunu son olaylarla bağdaştırarak söylemiyorum. Yanlış anlaşılmasın. Büyük Türk futboluna baktığımız zaman zemin hakikaten bataklık. Kimin nereden nasıl geldiği belli olmayan, futbolun içinden gelen insanların futbolda söz sahibi olamadığı, gerçek aktör olan futbolcuların hep piyon olarak kullanıldığı bir dünya futbol dünyamız. Maalesef böyle bir dünyada bu tip sorunların yaşanması doğal bir şey. Benim ağırıma giden, Fenerbahçe’nin burada öne çıkması…”
Endüstriye ram olmuş bir tutkunun sahiciliğini sorgulamak, önümüzdeki maçlara bakmamızı engellemeyecektir. Sermayenin şehvetli oyuncağı kırılırken, sadece başarıya endeksli bir popülerlikle kazanılan cilalar elbette dökülecektir. Tüm gönülden sevenleri paranın veremediği bir heyecanın peşinde görmemiz olasıdır. İbrahim Akın’a gol atmaması karşılığında teklif edilen yüz bin euro’luk bedelin fetvasını onaylayan İmam’ın içindeki futbol fırtınası bu operasyona bile sığmayacaktır. Çok selam kendisine. Futbol asla sadece futbol değildir…
Güven Adıgüzel
İZDİHAM