David Ignatow, Not Defterlerinden
*Babam, başı kız kardeşimin dizlerinde öldü. Kardeşimin üç çocuğu vardı ve o an için babam dördüncü çocuğu oldu. Kardeşim babamın da bir zamanlar çocuk olduğunu kabul etmek zorunda kaldı; bir çocuk gibi onun da kötülük içermeyen dilekleri vardı. Derken büyüdü, evlendi, baba oldu ve kendi çocuklarını gördü, bir çocuğun dileklerini tahmin etti, keyfi davranışlarını ve kaprislerini gördükçe sinirlendi. Böylece kendisi de katı ve kızgın biri olup çıktı; sanki onu çocukluktan alıp o hale getiren yola kızarmış gibi.
*Doğanın yaşamak için insana ihtiyacı yoktur, ama insanın doğaya ihtiyacı vardır ve onsuz bir hiçtir. O halde korku ve saygı içinde olması gereken kim, insan mı, doğa mı? Tabii ki insan fakat bizler sinir krizine girmiş çocuklar gibi doğadan sürekli bir şeyler talep ediyor, üstünlük kurmaya çalışıyoruz. Gülünç şey! Doğa insanın atomları, görecelik teorisini keşfetmesine izin verir ve yine kendi yolunda gitmeye devam eder. İnsan her şeyi yapabilir ama doğayı yaratamaz; bizler annesine ondan üstün olduğunu kabul ettirmek için annesinin göğsünü yumruklayan çocuklar gibiyiz. Ondan ceza gelmeyecektir bize. Ölürken, onun bizi cezalandırdığını inkâr eder dururuz.
*Dünyanın insana ihtiyacı yoktur. Bu, zavallı bir aşığın sevdiğine her şeyi sunduğu ama yine de sevdiğinden onu diğer tüm varlıklardan ayrı bir yere koyduğunu belirten tek bir sözcüğü hatta işareti elde edemeyişinin öyküsüdür… Dünya bize karşı bir sevgi göstermez hatta bizi kale almaz. Biz de umutsuz aşıklar olarak birer tirana dönüşürüz. Sessizliğini, sessiz kalmasını neden olan her şeyi, sırlarını yoklarız. Hepsini açığa vurur, hiçbir şey saklamaz. Buna rağmen insan karşısında yenilse bu hiç bitmeyen sessizliği insana acı verir. Yine de insanın metresi olmaz o. Sonunda biz onun üstüne yıkılır, ölürüz. Ona gömülür ve onda unutuluruz. Küstah aşığın en son çaresizliğidir bu.
*Kendi ölümümü içiyor, kendi yaşamımı yutuyorum, kendi felaketimi yiyor ve kendi korkumla doluyorum. Kendi yaşamımın metaforu, düşüncelerimin şekli ve rengi; kendi sesinin tonu ve kendi yaptıklarının tarifiyim. Kendi yaşamımın şiiriyim; hüzünlü, nazik, bir öfkelenen bir yatışan; acı veren ya da iyileştiren, hem kendime hem başkalarına bir yara ve bir yara bandı. Başka hiç kimsenin şiirine örnek olamam, başkası da benim şiirime bir örnek olamaz. O halde birbirimizle nasıl iletişim kurabileceğiz? Keşke bilseydim; ama tek bildiğim sadece var olduğumuz. Ne olduğumu bilmekten başka bildiğim bir şey yok ve bu bana yetiyor…
Ölülerin Ezbere Bildikleri Şiir
Uzun şiirler, hayatın kısalığına
Her şeyi ezbere bilir onlar
Ve çıplak kemiklerinde
Kendi şarkısını söyler şiir.
Bitmiş uzun şiirlerdir onlar
Kafatasından başlayıp, parmak uçlarına kadar uzanır.
Artık gerek kalmayana dek yaşamıştır beden
Ve sonrasında şiir üstünü kapatmıştır.
Seçen ve Çeviren: Behlül Dündar
İZDİHAM