Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Hep O Şarkı
Kocam, Rükneddin – namı diğer Küçük Molla – Bey’ in annesinin ” şekerleme ” uykusuna ne dediğini bilmiyorum. ( Zira oburlukta annesinden farksızdı amma böyle ince laflara pek dili dönmezdi). Lakin, onun da sofra başında, hele akşam yemeklerinden sonra uyuyakaldığını hatırlarım.
O zaman bu, asıl benim için bir şekerleme olurdu. Kalfalardan öğrendiğim usul üzerine onun elini, yüzünü sildikten sonra kafasını bir yastığa dayar dayamaz hemen eline bir roman alıp okumağa koyulur ve hiç değilse yarım saat nerede olduğumu, kimin yanında bulunduğumu unutur, bu konaktan, bu yerlerden uzaklaşır giderdim. Küçük Molla Bey, arada bir, gözünün bir tanesini açıp yüzüme diker :
” – Yassı ezanı okundu mu? ” diye sorardı.
Ben okunduğunu işitmiş olsam bile :
“- Hayır, ” derdim.
Onun gözü tekrar kapanır ve beni bir müddetçik daha kendi halimle, kendi hayalatıma bırakırdı. Bir müddetçik… Fakat, bu müddetçik içinde neler olmazdı. Büyük Frenk romancılarının önüme serdiği uçsuz bucaksız alemlerde öyle uzun, öyle uzun seyahatlere çıkardım ki, artık geriye dönebileceğimi tahmin edemezdim. Hem bu seyahatlerde ben yalnız da değilimdi. Cemil Bey hep yanıbaşımda idi. Onunla kah çocuklar gibi elele vererek, kah sevdalılar gibi kolkola girerek diyar diyar dolaşırdık. O, beni bazen belimden tutardı. Ben başımı onun omzuna dayardım. Arada bir durup bakardı. Cemil Bey :
” – Bu hangi şehir ” diye sorardı.
Ben:
” – Paris ” derdim.
” – Ya şu geniş caddenin ta ucundaki koruluk? ”
” – Bolonya Ormanı. ”
” – Bizim Mihrabat’ tan daha mı güzel? ”
” – Daha güzel. Çünkü, burada, sevişen çiftler yanyana oturabilir. Çimenler üstüne yanyana uzanabilir. ”
” – Kimse karışmaz mı onlara? ”
” – Kimse karışamaz. Hatta anaları, babaları bile. ”
” – Sen bütün bunları nereden biliyorsun? ”
” – Alexandre Dumas’ dan, Alphonse Karr’ dan ve daha bunlar gibi bir çok Fransız romancısından öğrendim, ” derdim.
Sonra gülüşürdük. Sebepsiz, uzun uzadıya gülüşürdük.
Derken bir horultu ve yahut bir hi hi hi. Hemen kendime gelirdim. Bir de bakardım ki, ne Cemil Bey’ den eser var, ne Bolonya Ormanından. Roman kitabı dizlerim üstünde açılmış duruyor ve ben gözlerimi tavana dikmiş düşünüyorum. Küçük Molla Bey, eğer horuldamakta ise dizlerim üstündeki kocaman kalın ciltli kitabı pat diye yere düşürerek onu uyandırırdım. Çünkü zamanla sabırla onun her halini hoş görüp geçmişimdir amma, bu horultusuna asla alışamamışımdır. Küçük Molla Bey, silkinerek uyanırdı:
” – Yassı ezanı okundu mu? ”
Bu sefer:
” – Okundu, derdim. Hem epeyce oluyor. Tez elden namazınızı kılınız. ”
Küçük Molla Bey tembel tembel gerinerek:
” – Abdestimi tazelemek lazım amma, ne dersin? Abdestim bozulacak kadar uyudum mu? ”
Ben, o andaki halime göre ya evet, ya hayır derdim. Küçük Molla Bey, uflaya puflaya ağır ağır kalkar. Kah abdestli, kah abdestsiz namaza dururdu. Beş dakika, on dakika, tekrar romanıma dalardım.
Lakin, o, hi hileriyle bana bakmakta ise tavana dikillmiş gözlerimi kapatır, kendimi uyuklar gibi yapardım. Bunun üzerine, Küçük Molla Bey, beni en çok sinirlendireni tatsız şakalarından birini tekrar ederdi: Dizimden kitabı alıp okumağa başlardı. Okuma, amma, ne okuma Yarabbi! O güzelim sözlerden, o canım ibarelerden bir mana çıkarmak şöyle dursun, bunlar Arapça mıdır, Farisice midir, Türkçe midir; hatta çocukluğumuzda, oyun olsun diye uydurup söylediğimiz kuş dili midir? Hiç anlaşılmazdı. Mesela Küçük Molla Bey’ in ağzında, hele Frenkçe’ den tercüme romanlardaki bir çok sözlerin şu acaip şekillere girdiği olurdu : ” Madem – vazel Mari – garet ebi – ve yenni tarafından sünnet antev – av minna – seteresine kapatıldığı yum – meş – eveminden beru kendisine yine aşıkının hıyalinden başka ya – ve- fekkari bulamıyordu. ”
” Tarafından ” , ” kapatıldığı “, ” kendisine “, ” yine ” gibi ancak dört kelimesini anlayabildiğiniz bu ibarenin aslı ise şöyleydi: ” Madmazel Margarit ebeveyni tarafından Sent Antuvan Manastırı’ na kapatıldığı yevmi meş’ umdan beri kendisine aşıkının hayalinden başka yari vefakar bulamıyordu.”
Asıl tuhafı, Küçük Molla Bey de okuduğunun manasına eremeyip:
” – Amma da zırva şeyler yazıyor bu masal kitabı! ” derdi. ” Dur bakalım kim yazmış bunu? ”
Ve muharirin adını, önce, bilmem neden kitabın ta nihayetinde arayıp taradıktan sonra nihayet baş tarafta kabının üstünde bulurdu ve heceliye heceliye okurdu. Lakin, bunun karşısında bir de mütercimin adını görünce şaşırıp kalır:
” – Fesübhanellah, iki kişi birlik yazmış bunu! ” diye söylenirdi. Çünkü, bir müellifle mütercim arasındaki farkı bilmezdi.
Bu roman okumağa özentilerinde Küçük Molla Bey’ in daha gülünç şeyler yaptığını hatırlarım. Mesela her cümlenin sonundaki noktaları, her mükaleme başındaki iki noktayı ve bazı sualli konuşmaların sorgu işaretlerini metinde belli başlı birer kelime imiş gibi yüksek sesle belirtirdi: Nokta, iki nokta, noktalı çengel; derdi.
Yakup Kadri
İzdiham