Franz Kafka’nın Milena’ya Mektuplarından Bir Mektup
[Prag, 9 Ağustos 1920]
[Cumartesi] Pazatesi Öğleden Sonra
(Aklım Fikrim Cumarteside)
Bugün sabah yazdığım mektuptakinden daha fazlasını söylemesem, bir yalancı olurdum; üstelik sana, senin karşında hiç kimsenin karşısında konuşamadığım kadar rahatça konuşuyorum, çünkü kimse senin durduğun gibi benim tarafımda durmuyor, senin gibi bile isteye, her şeye rağmen, yine de. (Bu büyük “Her şeye rağmen”i büyük “Yine de” den ayırırsın.)
Mektuplarının arasında en güzelleri (aslında bunu söylemek gereksiz, çünkü mektupların bütünüyle, neredeyse her satırıyla hayatımda başıma gelen en güzel şey) “korku”ma hak verdiğin, aynı zamanda korkmamam gerektiğini açıklamaya çalıştığın mektuplar. Çünkü ben de her ne kadar korkumu rüşvet alarak savunan biri gibi görünsem de muhtemelen içten içe ona hak veriyorum, evet, ben ondan meydana geliyorum, belki de o benim en iyi parçam. Benim en iyi parçam olduğuna göre, senin bende sevdiğin tek şey belki de. Bende sevilmeye değer başka ne olabilir ki? Ama bu sevilmeye değer.
Eğer bana kalbimdeki bu korkuyla nasıl olup da cumartesiyi “güzel” diye nitelendirdiğimi sorarsan, açıklaması öyle zor olmaz. Seni sevdiğim için (evet, seni seviyorum aptal; deniz, dibindeki bir çakıl taşını nasıl severse, benim aşkım da seni öyle kaplıyor ve Tanrı izin verirse, seninle birlikte tekrar çakıl taşı oluyorum) bütün dünyayı seviyorum, senin sol omzun da dâhil buna, hayır, önce sağ omzundu, böylece onu her istediğimde öpüyorum (sen de bluzunu öpeceğim yerden biraz aşağı çekecek kadar iyisin), evet, sol omzun da dâhil, ormanda altımda duran yüzün de, ormanda üzerimde duran yüzün de, neredeyse çıplak göğsünde dinlenmek de. Bu yüzden, artık bir bütün olduğumuzu söylemekte haklısın, bundan korkmuyorum, aksine bu benim tek mutluluğum ve tek gururum ve bunu kesinlikle ormanla sınırlandırmıyorum.
Ama işte bu gündüz dünyasıyla, senin bir defasında küçümseyerek bir erkek işiymiş gibi bahsettiğin “yatakta geçen yarım saat” arasında benim için bir uçurum var, bu uçurumu aşamıyorum, muhtemelen aşmak istemediğim için. Diğer tarafta bir gece işi var, tam anlamıyla bir gece işi; burada ise dünya var, bu dünya benim elimde ve şimdi onu ele geçirmek için karşı tarafa geceye atlamam gerekiyor. İnsan sahip olduğu bir şeyi tekrar ele geçirebilir mi? Bu, onu “kaybetmek” anlamına gelmiyor mu? Burada sahip olduğum bir dünya var ve ben tekinsiz bir büyü uğruna, bir hokus pokus, bir bilgelik taşı, bir simya, bir dilek yüzüğü uğruna. Tüm bunlar bir yana, bundan ölesiye korkuyorum.
Bunu bir gecede büyüyle ele geçirmeye çalışmak, her günün açık gözlere hediye ettiği şeyi; alelacele, nefes nefese, çaresizce, deli gibi bir halde büyüyle ele geçirmeye çalışmak! (“Belki” insan başka türlü çocuk sahibi olamaz, “belki’ çocuklar da büyüdür. Neyse, bunu geçelim.)Bu nedenle sana minnettarım (sana ve her şeye) ve senin yanında öylesine huzurlu öylesine huzursuz, öylesine baskı altında ve öylesine özgürüm ki böyle olması çok samozrejmé(doğal). Bu yüzden, bunu fark ettikten sonra hayatın geri kalanından vazgeçtim. Gözlerime bak!
***
Kitapların komodinin üzerinden yazı masasına geçirildiğini sonradan Bayan Kohler’den öğrendim. Bu taşınma işine rızam olup olmadığının önceden bana sorulması gerekirdi. Sorulsaydı şöyle derdim: Hayır!
***
Bana teşekkür et. Bu son satırlarda çılgınca şeyler (çılgınca kıskançlık dolu şeyler) yazma isteğimi başarıyla bastırdım.
Ama bu kadar yeter, bana Emilie’i anlat.
Franz Kafka
İZDİHAM