Ali Ayçil, Gencölmenin Yararları
İyi hatırlıyorum, sana ilkin on beş yıl önce, birini çalışmak için kullandığım, iki odalı küçük bir evden yazmıştım. Bahçe katıydı; dalları balkona sarkan kaysının meyvelerini paylaşacak kimse yoktu yanımda. Şimdi bile gülümsememe sebep olan portakal renkli, çift kanatlı masanın üzerinde dolu bir küllük, dalından biraz önce kopardığım bir kaç erik, bir deste kağıt ve içine kalemler koyduğum plastik mavi bardak, kurduğum yalnızlık örgütünün üyelerinden bir kaçıydı sadece. Demek ki yalnız değildim! O ilk mektubu yazdığımda mezarın da henüz tazeydi. Annen ve iki kardeşin her hafta seni ziyaret eder, toprağını gevşetir, çiçeklerini sular, yedi gün sonra yeniden geri gelirlerdi. Ziyaretler zamanla seyrekleşti, nihayet yılda iki kez, bayramlarda okşanan bir taşa dönüştün. Bir tek annenin kalbindeki yerin daima bakımlı oldu; böyledir anneler, herkesin unuttuğunu toplar, bir hatırlama bahçesi kurarlar kendilerine. Bak işte ben bile, dünyaya yarım kalmış şiirler, derin düşünceler, okunmamış kitaplar ve yakası yıpranmamış gömleklerle veda eden bir arkadaşın kapısını on beş yıl sonra çalıyorum…
Sana yazdığım ilk mektup, bir ağıt değilse bile, hevesleri yarım kalmış bir genç ölünün sıcak hatıralarıyla doluydu. “Yaşasaydı,” demiştim kendi kendime, “yaşasaydı, eksik bıraktığı ne varsa tamamlardı.” Gençliğin o güzel cahilliği, cömertliğini cümlelerimden esirgememiş belli ki. Oysa şimdi, dünyaya erken veda etmekle, heveslerini geleceğin kötülüklerinden koruduğunu düşünüyorum artık. Eğer hayatta olsaydın, şu çok sevdiğin edebiyatın da sonunda bir iktidara dönüştüğünü görecektin. Kelimelerinin ateşi söndüğü, duyguların bir ezbere döndüğü halde, sürekli daha fazla insan tarafından okunmayı arzulayacak; bunu başaramadığında hırçınlaşacak; anlaşılmadığın vehmine kapılacak; ve sürekli kendinden söz açacaktın. Hakikatten bahsedenlerin bir hakikat pazarı kurduğunu; harflerini gözyaşlarıyla yıkayanların, bir gözyaşı ticarethanesine dönüştüğünü; rağbet görüyorsa, bütün heveslerin rahatlıkla kirletilebildiğini görmediğin için kazançlı sayılırsın. Her erken göçün bize bıraktığı miras aynıdır: İnsan gençken, temiz bir cümle olarak ölür…
Ve insan gençken temiz bir cümleyle aşık olur bir kadına! Sen öldüğün için, sevgilin şu esmer kız, muhtemelen bir kaç yıl kendine gelememiştir. Kadınların yasına hürmet duymalıyız. Ölenle birlikte bütün bir dünyanın öldüğünü, zamanın katılaştığını, mekanın uçsuz bucaksız bir boşluk halini aldığını düşünürler çünkü. Sonra bir gün ansızın zamana geri dönerler. Bir hüznün belli belirsiz izleri yüzlerini daha da güzelleştirmiş, yeni bir kalp çarpıntısının kapı komşusu yapmıştır onları. Kendini bir gönüle miras bırakmış bir ebediyet yolcusuyla, gönlünü zamana tamir ettiren bir uğurlayıcı arasında gereğinden fazla durmayayım. Ama eğer yaşasaydın, tıpkı cümleler gibi, ilişkilerin de ezberin atına bindiğini, aşkın iki kişilik bir alışkanlığın ilk aşaması olduğunu sen de tecrübe edecektin. İnsanlık, iki kurumun tökezlemesini hiç bir zaman istemez: Evlilik ve devlet. Ve her ikisi de yalınkılıç ortalarda gezinenlerden kuşku duyar. Öyleyse açık yürekli olayım: İnsan gençken, yelkenleri indirilmemiş bir kalp olarak ölür…
Hatırlarsan, devlet üzerine konuşmaya bayılırdık. Eflatun’dan mülhem seçkinci devlet, Komünist devlet, demokratik devlet, monarşik devlet, oligarşik devlet; yıkılmasını istediğimiz ne çok devlet varmış meğer. Dünya bilgim senden on beş yıl daha rütbeli olduğuna göre, bu hepimizin babası ve hepimizin katili hakkında da bir kaç söz söylememi hoş görürsün umarım. Şimdilerde devleti çok seviyoruz. Yumruklarını sıkıp, gülümseyerek, “devrim mi oldu yoksa,” dediğini duyar gibiyim. Hayır. Devletimizi sevmek için o kadar kanlı ve o kadar meşakkatli bir işe yeltenmemize gerek kalmadı. Koltuklar, ekranlar, yüklü tahviller aramızı düzeltti diyelim. İktidarın cazibesinin dünyanın her yerinde birbirine bezediğini, yufka yüreklilerin onun karşısında daima bir yaprak gibi inceldiğini ikimiz de biliyoruz; bir tuhaflık yok bunda. Tuhaflık, devletten en çok nefret edenlerin, şimdi ona büyük bir aşkla bağlanmış olmalarında. Yine de bütün bunlarda bir tuhaflık var mı, kuşkuluyum. Çünkü herkes, eninde sonunda geleceğe teslim oluyor; hayatın adeti, gövdenin kaderi bu. Şimdiden gönendireyim seni: İnsan ancak gençken, tenezzülsüz bir isyan olarak ölüyor.
Ali Ayçil
İZDİHAM