Marvin Harris, İnekler, Domuzlar, Savaşlar ve Cadılar
İnekler, Domuzlar, Savaşlar ve Cadılar’dan bir bölüm.
Ben her ne zaman yaşam biçimleriyle ilgili kılgısal ve dünyasal faktörlerin etkisine ilişkin tartışmalara girsem, birisi mutlaka diyecektir ki, ‘’Peki ama Hindistan’da aç köylülerin yemeyi reddettikleri o ineklere ne demeli?’’ Büyük besili bir ineğin yanıbaşında yırtık pırtık giysileri içinde açlıkla boğuşan bir çiftçi tablosu Batılı gözlemcilere güven yenileyen bir gizem duygusu verir. Bu durum bilgince söylenmiş ve herkesçe benimsenen sayısız anıştırmalara, o Doğuya özgü sırrına erilmez düşünce yapısı olan insanların nasıl davranmaları gerektiğine ilişkin en köklü inancımızı doğrulamış olur. Bir ölçüde ‘’her zaman bir İngiltere olacaktır’’ sözü gibi –Hindistan’da tinsel değerlerin yaşamın kendisinden daha üstün olduğunu bilmek avutucu olmaktadır. Aynı zamana da bu bizde üzüntü yaratıyor. Bizlerden böylesine farklı insanları bir gün anlayacağımızı acaba umut edebilir miyiz? İnek hakkındaki Hindu sevgisi için işe yarar bir açıklama bulunabileceği düşüncesi Batılıları Hinduların kendisinden daha çok rahatsız ediyor. Kutsal inek –onu başkaca nasıl anabilirim?- bizim çok sevilen kutsal ineklerimizden biridir.
Hindular ineklere büyük saygı duyarlar çünkü inekler canlı olan her şeyin simgesidirler. Hıristiyanlar için Tanrı’nın anası Meryem ne demekse Hindular için yaşamın anası olan inek de aynı şeydir. Bu nedenle bir Hindu için bir ineği öldürmekten daha büyük bir dinsel saygısızlık yoktur. Hatta insan yaşamının yok edilmesi, ineği öldürmenin çağrıştırdığı simgesel anlamı, o korkunç kirletme anlamını içermez.
Birçok uzmana göre, ineğe tapınma Hindistan’ın açlık ve yoksulluğunun bir numaralı nedenidir. Batı eğitimi görmüş kimi tarım uzmanları, ineğin öldürülmesine karşı çıkan tabunun yüz milyon ‘’yararsız’’ hayvanı yaşamda tuttuğunu söylerler. Onların savına göre ineğe tapılması tarımın verimini azaltır çünkü o yararsız hayvanlar ne süt ne de et vermedikleri gibi bir de ürün veren topraklar ve eldeki besinler için yararlı hayvanlara ve açlık çeken insanlara rakip olurlar. Ford Foundation tarafından desteklenen 1959 tarihli bir araştırmada Hindistan’ın sığırlarının olasılıkla yarısı kadarına besin sağlama açısından yararsız gözüyle bakılabileceği sonucuna varılmıştır. Ve Pennsylvania Üniversitesi’nden bir iktisatçı 1971’de Hindistan’da otuz milyon verimsiz inek bulunduğunu bildirmiştir.
Açıkça görünen şudur ki gereksinim fazlası, yararsız ve ekonomiye yük olan hayvanların sayısı çok büyüktür ve bu durum usdışı Hindu öğretilerinin doğrudan bir sonucudur. Delhi, Kalküta, Madras, Bombay ve öteki Hindistan kentlerine yolları düşen turistler ortalıkta başıboş dolaşan sığırların serbestliği karşısında şaşkına dönmüşlerdir. Hayvanlar caddeler boyunca gelişigüzel dolaşırlar, Pazar yerindeki ahırların dışında otlaklar, özel bahçelere girerler, dışkılarını hep kaldırımlar üzerine boşaltırlar ve kalabalık kavşakların orta yerinde geviş getirmek için durarak trafiği altüst ederler. Kırsal kesimde anayolların banketlerinde toplanırlar ve zamanlarının çoğunu demiryolları güzergâhı boyunca rastgele dolaşarak harcarlar.
İnek sevgisi yaşamı birçok yönden etkiler. Devlet daireleri yaşlanmış inekler için bakımevleri açarlar ve buralarda hayvan sahipleri artık süt vermeyen ve gücü tükenmiş hayvanlarını ücretsiz olarak barındırırlar. Madras’ta polisler, başıboş gezen sığırlardan hastalanmış olanları toplar ve onları karakol yakınındaki küçük otlaklarda sağlıklarına kavuşuncaya kadar otlatıp gözetir. Çiftçiler ineklere ailelerinin üyeleri gözüyle bakarlar, onları yapraktan çelenkler ve püsküllerle süslerler, hastalandıklarında onlar için dua ederler ve yeni bir buzağının doğumunu kutlamak için komşularını ve rahibi çağırırlar. Hindistan’ın her yanında, Hindular duvarlarına büyük, besili, beyaz inek vücutlu, mücevherler içindeki genç güzel kadınların resimlerinden oluşan takvimler asarlar. Bu yarı kadın –yarı zebu (hörgüçlü Hint öküzü)- tanrıçaların her birinin meme başlarından süt fışkırdığını görülür.
Güzel insan yüzü dışında, bu resimlerdeki inekler gerçek yaşamda görülen tipik ineğe pek az benzerler. Yılın büyük bölümünde o ineklerin kemikleri en göze çarpan özellikleridir. Her bir meme başından süt fışkırması şöyle dursun, o sıska yaratıklar tek bir buzağıyı olgunluk çağına yetiştirmeyi güçlükle başarırlar. Zebu ineğinin tipik hörgüçlü türünün verdiği bütün sütün yıllık ortalaması 250 kilonun altındadır. Sıradan Amerikan mandırasında sığırların süt verimi 2500 kilonun üzerindedir, oysa şampiyon sütçüler için verimin 10.000 kilo olması seyrek değildir. Ama bu karşılaştırma öykünün tümünü anlatmıyor. Hindistan’da zebu ineklerinin yaklaşık yarısı hiç süt vermezler –bir tek damla bile.
İşin daha da kötüsü, inek sevgisi insan sevgisini özendirmez. Müslümanlar domuz etini reddettiklerini ama sığır etini yedikleri için, çok sayıda Hindu onların inek katilleri olduklarını düşünürler. Hindistan alt kıtasının Hindistan ve Pakistan olarak bölünmesinden önce, Müslümanların inekleri öldürmelerini engellemeyi amaçlayan kanlı toplu ayaklanmalar her yıl baş gösteren olaylar haline geldi. Eski inek ayaklanmalarının anıları –örneğin Bihar’da 1917’de içinde otuz kişinin öldüğü ve 170 Müslüman köyünün son çivisine varıncaya dek yağmalandığı ayaklanma- Hindistan ile Pakistan arasındaki ilişkileri bozmayı sürdürmektedir.
Tarım ve hayvan yetiştirmeye ilişkin çağcıl sanayi tekniklerini iyi bilen Batılı gözlemcilere göre, inek sevgisi anlamsızdır, hatta bir intihar niteliğindedir. Verimlilik uzmanı bu yararsız hayvanların hepsini ele geçirip onları hak ettikleri bir yazgıya doğru sürmek özlemi içindedir. Ne var ki inek sevgisinin suçlanmasında birtakım tutarsızlıklar vardır. Ben kutsal inek için acaba işe yarar bir açıklama bulunabilir mi diye düşünmeye başladığımda ilginç bir hükümet raporuyla karşılaştım. Rapora göre Hindistan’da pek çok inek bulunduğu halde pek az sayıda öküz vardı. Ortalıkta bu denli çok sayıda inek bulunmasına karşın, bir öküz kıtlığı nasıl olabilirdi? Öküzler ve erkek su sığırları Hindistan’ın tarlalarını sürmekte kullanılan çekim hayvanlarının başlıca kaynağıdır. Bir parça aritmetik bilgisi şunu gösterir ki, toprağın sürülmesi ele alındığında, gerçekte hayvanların fazlalığı değil kıtlığı söz konusudur.Hindistan’da 60 milyon çiftlik ama yalnızca 80 milyon çekim hayvanı bulunur. Eğer her bir çiftliğe düşen kota iki öküz ya da iki su sığırı ise, çiftliklerde 120 milyon çekim hayvanı bulunması gerekir- yani, gerçekte var olandan 40 milyon fazlası.
Yük hayvanlarının kıtlığı Hindistan’ın köylü ailelerinin büyük çoğunluğunun üzerinde etkisini sürdüren korkunç bir tehdittir. Bir öküz hastalandığında, yoksul çiftçi, çiftliğini yitirme tehlikesi içindedir. Eğer yedek öküzü yoksa tefeci faiziyle borçlanmak zorunda kalacaktır. Gerçek halde milyonlarca köylü ailesi mal varlıklarının ya tümünü ya da bir bölümünü yitirmişler ve bu tür borçların bir sonucu olarak ya ortakçı ya da gündelikçi olmuşlardır. Her yıl yoksul çiftçilerin yüz binlercesi, sonunda, işsiz ve evsiz barksız insanlarla zaten dolup taşan kentlere göç etmektedirler.
Hasta ya da ölmüş öküzünün yerine yenisini koyamayan Hindistan çiftçisi, bozulmuş traktörünü ne yenileyebilen ne de onarabilen bir Amerikan çiftçisiyle aynı durumdadır. Ama şu önemli ayrım vardır: Traktörler fabrikalarda yapılırlar ama öküzleri yapanlar ineklerdir. Bir ineğe sahip olan çiftçi öküzleri yapan bir fabrikaya sahiptir. İnek sevgisi ister olsun ister olmasın, bu durum onun ineğini mezbahaya satmakta pek hevesli olmaması için geçerli bir nedendir. Hindistan çiftçilerinin yılda yalnızca 250 kilo süt veren ineklere katlanmaya neden istekli olabileceklerini insan böylece anlamaya başlıyor. Eğer zebu ineğinin temel işlevi erkek çekim hayvanları doğurmak ise, temel işlevi süt üretmek olan özel Amerikan mandıra hayvanlarıyla onu karşılaştırmanın hiçbir anlamı yoktur. Hepsinden önemlisi, zebu türü hayvanlar olağanüstü güçlüdürler ve Hindistan’ın çeşitli bölgelerini zaman zaman büyük sıkıntıya sokan uzun süreli kuraklıklara dayanabilirler.
Tarım insan ve doğa ilişkileriyle ilgili uçsuz bucaksız bir sistemin bir parçasıdır. Bu ‘’ekosistem’’in birbirinden ayrı parçaları hakkında Amerikan tarım işletmesinin yönetimine ilişkin deyimlerle yargıya varmak çok acayip izlenimlere yol açar. Hindistan’ın ekosisteminde sığırlar, sanayileşmiş, yüksek enerji toplumlarından gözlemcilerin kolaylıkla gözden kaçırdıkları ya da küçümsedikleri durumlarda önemli yer tutarlar. Amerika Birleşik Devletleri’nde, kimyasal maddeler tarım gübresinin temel kaynağı olarak nerdeyse tümüyle hayvan gübresinin yerini almış bulunmaktadır. Amerikalı çiftçiler toprağı katırlar ya da atlarla değil de traktörler sürmeye başlayınca doğal gübre kullanmaya son verdiler. Traktörler gübreden çok zehir yaydıkları için, geniş çapta makineli tarıma bağlanılması, hemen hemen zorunlu olarak kimyasal gübrelere bağlanma anlamına gelir. Ve dünyanın her yanında bugün gerçekten uçsuz bucaksız bir entegre petrokimya-traktör-kamyon sanayi kompleksi gelişmiştir; orada tarım makineleri, motorlu araçlar, petrol ürünleri ve benzin, kimyasal maddeler ve böcek ilaçları üretilir ve bunlar yüksek verimli üretim tekniklerine destek olur.
Sonucu iyi ya da kötü, Hindistan çiftçilerinin büyük çoğunluğu böyle bir komplekse katılamazlar, bunun nedeni onların ineklerine tapınmaları değil, traktör satın alama gücünden yoksun olmalarıdır. Öteki azgelişmiş ülkeler gibi, Hindistan da ne sanayileşmiş ulusların tesisleriyle yarışabilen fabrikalar kurabilir ne de büyük miktarlardaki sanayi ürünleri dışalımının bedelini ödeyebilir. Amerika Birleşik Devletleri’nde yaklaşık yüz yıl önce ailelerin yüzde 60’ının çiftliklerde yaşamasına karşılık, halen bu oran yüzde 5’in altındadır. Eğer tarım işletmeleri Hindistan’da da benzer doğrultuda gelişecek olsaydı, yerinden yurdundan edilmiş ikiyüzelli milyon köylü iş ve konut sağlamak gerekirdi.
Hindistan’ın kentlerindeki işsizlik ve konutsuzluktan kaynaklanan acılar zaten dayanılmaz boyutlarda olduğu için, kentsel nüfusa eklenen her kitlesel artış ancak benzeri görülmemiş karışıklık ve yıkımlara yol açabilir.
Bu seçeneği göz önünde tutunca, düşük enerjili, küçük ölçekli, hayvana dayalı dizgeleri anlamak kolaylaşıyor. Daha önce gösterdiğim gibi, inekler ve öküzler, traktörlerin ve traktör fabrikalarının yerini tutan düşük enerjili araçlardır. Onların bir petrokimya sanayinin işlevlerini yerine getirmekte oldukları da ciddiye alınmalıdır. Hindistan’ın sığırları her yıl yaklaşık 700 milyon ton miktarında kullanılabilir gübre bırakırlar. Bu toplamın aşağı yukarı yarısı tarımda gübre olarak kullanılır, geri kalanın büyük çoğunluğu ise yemek pişirmek için gerekli ısıyı sağlamak üzere yakılır. Hintli ev kadınının yemek pişirmekte kullandığı başlıca yakıt olan bu gübreden elde edilen yıllık ısı miktarı, 27 milyon ton gazyağının, 68 milyon ton kömürün verdiği ısıya eşdeğerdir. Hindistan’ın ancak küçük miktarlarda petrol ve kömür rezervlerine sahip olması ve eskiden beri geniş çaplı ormansızlaşmanın kurbanı olması nedeniyle, anılan yakıtların hiçbirinin gerçekte inek dışkısının yerini alabileceği düşünülemez. Mutfakta dışkı gübre kullanılması düşüncesi sıradan Amerikalıya çekici gelmeyebilir ama Hintli kadınlar ona üstün bir mutfak yakıtı gözüyle bakarlar çünkü o günlük ev işlerine çok iyi uyarlanır. Hint yemeklerinin büyük çoğunluğu ghee olarak bilinen arıtılmış tereyağı ile hazırlanır ve bu iş için ısı kaynağı olarak inek dışkısı yeğlenir çünkü yemeği kavurmayan temiz, yavaş ısıtan, uzun süren bir alevle yanar. Bu durum Hintli ev kadınının yemeklerini pişirmeye başlayınca saatler boyu yemeklerin başında beklemeyip çocuklarıyla ilgilenmesine, tarla işlerinde yardımcı olmasına ya da ufak tefek ev işlerini yürütmesine olanak sağlar. Amerikalı ev kadınları benzer bir sonucu son model fırınların pahalı becerileriyle elektronik kontrolleri kapsayan karmaşık bir düzenekle elde ederler.
İnek dışkısının en azından önemli bir işlevi daha vardır. Su ile karıştırılıp hamur haline getirilince evde döşeme malzemesi olarak kullanılır. Bir toprak taban üzerine sürülüp düz bir düzey halinde sertleşmeye bırakıldığında tozlanmayı önler ve süpürgeyle çok iyi temizlenir.
Tarım işletmesi açısından bakınca, süt vermeyen ve kısır olan bir inek ekonomik bir beladır. Ama köylü açısından bakıca, süt vermeyen ve kısır olan o aynı inek tefecilere karşı elde kalan son umutsuz savunma aracıdır. Elverişli muson yağmurunun en bitkin hayvanı bile eski gücüne kavuşturabilme ve ineğin semirmesi, yavrulama ve süt vermeye yeniden başlama şansı daima vardır. Çiftçinin duaları bunun içindir; bazen de duaları kabul edilir. Bu arada hayvanın dışkılaması sürüp gider. İşte böylece insan sıska yaşlı çirkin bir ineğin kendi sahibinin gözüne hala neden güzel göründüğünü yavaş yavaş anlamaya başlar.
Zebu sığırlarının vücutları küçüktür, sırtlarında enerji depolayan hörgüçleri vardır ve hastalanınca kendilerini toparlama güçleri büyüktür.
Bu nitelikler Hindistan’ın özel koşullarına uygun düşmektedir. Bu yerli hayvan türleri çok az besin ya da suyla uzun süre yaşayabilme gücündedirler ve tropikal iklimlerdeki öbür hayvan türlerine musallat olan hastalıklara karşı yüksek bir direnç gösterirler. Zebu öküzleri nefes alıp vermeye devam ettikleri sürece işte kullanılırlar. Vaktiyle Johns Hopkins Üniversitesi’nde çalışmış bir veteriner olan Stuart Odend’hal, ölümlerinden birkaç saat öncesine değin normal olarak çalışan ama yaşamsal organları ağır biçimde hasara uğramış bulunan Hint sığırları üzerinde alan otopsileri yapmıştır. Kendilerini onarma güçlerinin muazzam olması nedeniyle, bu hayvanlar canlı oldukları sürece artık hiç ‘’işe yaramaz’’ diye asla öyle kolayca gözden çıkarılmazlar.
Ama er geç, bir hayvanın hastalıktan iyileşme umutlarının hepten yok olduğu ve hatta dışkı çıkarmasının son bulduğu bir gün mutlaka gelir. Ve Hindu çiftçi besin için onu kesmeyi ya da mezbahaya satmayı hala reddeder. Bu durum inek kesimi ve sığır eti tüketimi üzerindeki dinsel tabuların dışında bir açıklaması bulunmayan zararlı bir ekonomik uygulamanın yadsınamaz bir kanıtı değil midir?
İnek sevgisinin inek kesimine ve sığır eti yenmesine karşı direnmeleri için insanları seferber ettiğini kimse yadsıyamaz. Ama ben inek kesimi ve sığır eti yenmesine ilişkin tabuların zorunlu olarak insanın yaşamını sürdürmesi ve gönenci üzerinde olumsuz bir etki yapacağı görüşüne katılmıyorum. Bir çiftçi yaşlı ya da işi bitmiş hayvanlarını keserek ya da satarak belki fazladan birkaç rupi daha kazanabilir ya da ailesinin beslenmesini sınırlı bir süre için iyileştirebilir. Ama onun hayvanını mezbahaya satmayı ya da kendi sofrası için kesmeyi reddetmesi uzun vadede yararlı sonuçlar doğurabilir. Çevrebilimsel çözümlemenin yerleşmiş bir ilkesine göre canlı varlıklardan oluşan topluluklar ortalama koşullara değil uç koşullara uyarlanırlar. Hindistan’da bunu örnekleyen durum muson yağmurlarının sık görülen aksamasıdır. İnek kesimine ve sığır eti yenmesini yasaklayan tabuların ekonomik anlamını değerlendirmek için, dönemsel kuraklıklar ve kıtlık bağlamında bu tabuların ne anlama geldiğini irdelememiz gerekir.
İnek kesimi ve sığır eti yenmesi üzerindeki tabu, doğal seçilmenin bir sonucu olduğu kadar, zebu türü hayvanların vücutlarının küçük ve kendilerini onarma güçlerinin çok büyük olmasının sonucudur. Kuraklıklar ve kıtlıklar sırasında, çiftçilerin hayvanlarını kesme ya da satma eğilimleri yeğin olur. Bu eğilime boyun eğenler, kuraklık dönemini ölmeden aşsalar bile, aslında kesinlikle ölümlerini hazırlarlar çünkü yağmurlar başladığında tarlalarını sürme gücünden yoksun kalırlar. Kıtlığın baskısı altında sığırların kitlesel boyutta yok edilmesinin toplumun gönenci için oluşturacağı tehlike, çiftçi bireylerin normal durumlarda kendi hayvanlarının yararlılığı konusunda yapacakları her türlü olası hesap yanlışının yaratacağı tehlikeden çok daha büyüktür. İnek kesimiyle ortaya çıkan o korkunç saygısızlığa uğramışlık duygusunun köklerinin yaşamı sürdürmenin günlük gereksinimiyle uzun vadeli koşulları arasındaki o dayanılmaz çelişkiyle beslenmesi olası görünüyor. Dinsel simgeleri ve kutsal öğretileriyle inek sevgisi çiftçiyi yalnızca kısa vadede ‘’ussal’’ hesaplara karşı korumaktadır. Batılı uzmanlara göre ‘’Hintli çiftçi ineğini yemektense açlıktan ölmeyi yeğler.’’ Aynı tür uzmanlar ‘’anlaşılmaz Doğu aklı’’ hakkında konuşmayı severler ve şöyle düşünürler : ‘’Asyalı kitlelere göre yaşam pek o kadar değerli değildir.’’ Bilmezler ki çiftçi açlıktan ölmektense ineğini yemeği yeğleyecektir ama eğer ineğini yerse açlıktan ölecektir.
Kutsal yasaların ve inek sevgisinin desteğine karşın, kıtlığın baskısı altında sığır eti yeme isteği bazen dayanılmaz hale gelir. İkinci Dünya Savaşı sırasında Bengal’de kuraklıklardan ve Japonların Burma’yı işgal etmelerinden kaynaklanan büyük bir kıtlık yaşandı. İneklerin ve çekim hayvanlarının yok edilmesi 1944 yazında öyle tehlikeli boyutlara vardı ki İngilizler inek koruma yasalarını zorla uygulamak üzere askeri brilikler kullanmak zorunda kaldılar.
İyi zamanlarda kesinlikle yararsız olan bir takım hayvanların yaşlılık çağına değin yaşamayı sürdürmesi, kötü zamanlarda yararlı hayvanların kıyıma uğramalarına karşı korunmaları için ödenmesi gereken fiyatın bir parçasıdır. Batılı tarım işletmeciliği görüşü açısından, Hindistan’ın bir et paketleme endüstrisine sahip olmaması usdışı görünen bir durumdur. Ama Hindistan gibi bir ülkede böyle bir sanayi için var olan gerçek potansiyel çok sınırlıdır. Sığır eti üretimindeki büyük bir artış, inek sevgisinden dolayı değil ama termodinamik yasaları nedeniyle bütün ekosistemi zorlayacaktır. Herhangi bir besin zincirinde, araya yeni hayvan halkalarının girmesi, besin üretiminin verimliliğinde büyük bir düşüşe yol açar. Bir hayvanın yediklerinin kalori değeri onun vücudunun kalorisel değerinden daima çok daha fazladır. Bunun anlamı şudur: Bitkisel besin bir insan topluluğu tarafından doğrudan doğruya tüketildiğinde kişi başına düşen kalori miktarı o besin evcilleştirilmiş hayvanların beslenmesinde kullanıldığı zamankinden daha büyüktür.
Amerika Birleşik Devletleri’nde sığır eti tüketiminin yüksek düzeyde olması nedeniyle, ekim alanlarının dörtte üçü insanları değil de hayvanları beslemek için kullanılır. Hindistan’da kişi başına alınan kalorinin günlük gereksinimin en alt düzeyinin zaten altında olması nedeniyle ekim alanlarını et üretimine özgülemek ancak besin fiyatlarının daha da yükselmesine ve yoksul ailelerin yaşam standartlarının daha da bozulmasına yol açar.
Pazar yerlerinde, çimenler üzerinde, karayolları ve demiryolları çevresinde ve tepelerin çorak yamaçları üzerinde bu hayvanlar ne yaparlar? Onlar insanlarca doğrudan tüketilemeyen çayır otlarının, anızların ve süprüntülerin her bir parçasını yiyerek bunları süte ve öteki yararlı ürünlere dönüştürmenin dışında ne yaparlar? Dr. Odend’hal Batı Bengal’deki sığırlar konusunda yaptığı araştırmasında ortaya koymuştur ki insansal besin ürünlerinin yenmeye elverişsiz artıkları, özellikle pirinç sapları, buğday kepeği ve pirinç kabukları, sığırların diyetindeki temel öğeyi oluştururlar.
İnek sevgisinin varsıl ve yoksul için değişik anlamlar taşıdığını hiç kimse Gandhi’den daha iyi anlamış değildir. Ona göre inek Hindistan’ı içtenlikle ulus olmaya doğru devinime geçiren savaşın en önemli odak noktasıydı. Küçük ölçekli tarım işletmesi, elle çalıştırılan bir çıkrıkta pamuk ipliği yapımı, yere bağdaş kurup oturma, bir peştamal kuşanılması, etyemezlik, yaşama saygı ve şiddete hiç başvurmama hep inek sevgisiyle birlikte düşünülür. Köylü kitleleri, kent yoksulları ve paryalar arasında bulduğu o sevgi dolu çok geniş desteği Gandhi sözü geçen temalara borçludur. Onun kendi halkını sanayileşmenin yıkımlarına karşı koruma yolu buydu.
‘’Gereksinim fazlası’’ hayvanları yok ederek Hindistan’ın tarımını daha verimli kılmak isteyen ekonomistler varsıl ve yoksullar için ahimsa (her türlü şiddet uygulamasını reddeden dinsel ilke)’nın içerdiği oransız etkileri bilmiyorlar. Örneğin Profesör Alan Heston sığırların yerine başkaları kolayca konulamayan yaşamsal işler yaptıklarını kabul eder. Ama onun yaptığı öneriye göre eğer inek sayısında 30 milyon kadar bir azalma olursa aynı işlevler daha verimli olarak yürütülebilecektir. Bu rakamın dayandığı varsayıma göre gerekli özen gösterildiğinde halen var olan öküz sayısının yerine yenilerini koymak için 100 erkek hayvan başına yalnızca 40 inek yeterli olacaktır. Bu formüle göre, yetişkin erkek sığır sayısı 72 milyon olunca gereken doğurgan inek sayısı 24 milyon olmalıdır. Gerçek halde 54 milyon inek vardır. Heston bu 54 milyondan 24 milyonu çıkarınca yok edilecek 30 milyon ‘’yararsız’’ hayvan sayısına ulaşıyor. Böylece bu ‘’yararsız’’ hayvanların tüketmekte oldukları kuru ot, saman ve besin ürünleri geriye kalan hayvanlar arasında paylaşılacak ve bu hayvanlar daha sağlıklı hale gelerek ürettikleri süt ve gübre miktarını eski düzeyde tutmayı ya da önceki düzeylerin üzerine çıkarmayı başarabileceklerdir. Ama kimlerin inekleri feda edilecektir? Toplam sığırların yaklaşık yüzde 43’ü çiftliklerin en yoksul olan yüzde 62’sinde bulunmaktadır. İki buçuk ya da daha az dönümlük topraktan oluşan bu çiftlikler otlak ya da çayırlık alanların ancak yüzde 5’ine sahiptirler. Başka deyişle süt vermez, kısır ve güçsüz halleri geçici olan hayvanların büyük çoğunluğuna sahip bulunan insanlar en küçük ve en yoksul çiftliklerde yaşamaktadırlar. Öyle ki, ekonomistler 30 milyon inekten kurtulmaktan söz ederlerken, aslında onlar zengin ailelere değil, yoksul ailelere ait olan 30 milyon inekten kurtulmaktan söz ederler. Ama yoksul ailelerin büyük çoğunluğunun yalnızca bir ineği vardır, o halde bu tasarrufun özet olarak anlamı pek öyle 30 milyon inekten kurtulmak değil de 150 milyon insandan –onları topraklarından koparıp kentlere doğru göçe zorlayarak- kurtulmaktır.
Ben şunu söylemek istiyorum: İnek sevgisi karmaşık, güzelce eklemlenmiş özdeksel ve kültürel bir düzen içinde yer alan etkin bir öğedir. İnek sevgisi, israfa ya da tembelliğe hemen hiç yer vermeyen düşük enerjili bir ekosistemde yaşamı dirençle sürdürmek için insanların gizli yeteneğini seferber eder. İnek sevgisi, süt vermezliği ya da kısırlığı geçici ama gene de yararlı hayvanları koruyarak; pahalı enerjiye dayalı sığır eti endüstrisinin gelişimini önleyerek; kamu topraklarında ya da emlak sahibinin zararına semiren sığırları koruyarak; kuraklık ve kıtlıklar sırasında sığırların kendilerini toparlama gizilgücünü sürdürerek, insanların duruma uyarlanma esnekliğine katkıda bulunur. Herhangi bir doğal ya da yapay bir dizgede olduğu gibi burada da, anılan karmaşık etkileşimlerle ilgili bazı kaymalar, sürtüşmeler ya da israflar olur. Yarım milyar insan, hayvan, arazi, işgücü, siyasal ekonomi, toprak ve iklim, hepsi sürecin içinde yer alır.
Bütün insan eylemlerinin etkili biçimde seferber edilmesi psikolojik yönden insanı zorlayan inanç ve öğretilere dayandığı için, bir ekonomik sistemlerin daima optimum verimlilik noktalarının altına ve üstünde dalgalanmasını beklemek zorundayız. Ama bütün sistemin bilincini kötüleyerek daha iyi çalıştırılabileceği varsayımı bönlüktür ve tehlikelidir. Eğer siz bir yüksek enerjili endüstriyel ve tarımsal işletme kompleksinin şimdi var olan sistemden daha ‘’rasyonel’’ ve daha ‘’verimli’’ olacağını sanıyorsanız, yanılıyorsunuz.
Savurganlık geleneksel köylü ekonomilerinden çok modern tarım işletmelerinin özelliğidir. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri’nde otomatik hale getirilmiş yeni toplu sığır eti üretimi sisteminde, sığırların gübresi kullanılmadığı gibi ayrıca bu gübrelerin hem geniş araziler üzerindeki suları kirletmelerine hem de yakınlardaki göl ve akarsuları pisletmelerine izin verilir.
Sanayileşmiş ulusların yararlandığı yaşam standardının daha üstün olması üretim verimliliğinin daha büyük olmasının bir sonucu değil ama kişi başına düşen enerji miktarındaki yaygın artışın muazzam olmasının bir sonucudur. 1970’de Amerika Birleşik Devletleri insan başına on iki ton kömüre eşdeğer enerji tüketmiştir oysa Hindistan için bu rakam insan başına bir tonun beşte biridir. Enerjinin harcanma biçiminin Amerika Birleşik Devletleri’nde kişi başına yol açtığı enerji savurganlığı Hindistan’dakinden çok daha fazladır. Otomobiller ve uçaklar öküz arabalarından daha hızlıdırlar ama enerjiyi daha verimli kullanmazlar. Gerçekte, Amerika Birleşik Devletleri’nde tek bir günde trafik sıkışıklığı sırasında yararsız ısı ve duman halinde yok olup giden kalori miktarı Hindistan’ın bütün ineklerinin bütün bir yıl boyunca israf ettikleri kaloriden daha fazladır. Duran arabaların yeryüzünün milyonlarca yılda biriktirdiği o yeri doldurulamaz petrol rezervlerini yakıp yok ettiğini düşündüğümüzde karşılaştırma sonucunun daha da olumsuz olduğu görülür.
Eğer siz gerçekten kutsal bir inek görmek istiyorsanız, dışarı çıkıp kendi arabanıza bakın.
Not: Bu metin, Marvin Harris’in İmge Yayınları tarafından 1995′te yayımlanan ancak şu an piyasada bulunmayan ”İnekler, Domuzlar, Savaşlar ve Cadılar” isimli kitabının ”Ana İnek” isimli bölümünden kısaltılarak yayımlanmıştır.
İzdiham