Yılmaz Güney, Ölüm Beni Çağırıyor
Seni sevmek için
Yaşamak istiyorum.
Çoktandır özlediğim yanık saman kokulu bu toprak üzerinde dalıp kalmışım. Uyuyor muyum; yoksa rüya mı görüyorum. Bilmiyorum.. Serin bir gölge. Kafamda 12 tonluk Bussinglerin korkunç gürültüsü. Bir şeyler düşünmek istiyorum. İki şeyi bir araya getiremiyorum bir türlü. Düşüncelerim hep uçuyor. Biri daha uçtu. Yaprakları dökülmüş kuru bir dala takıldı kaldı. Ağacı salladım, salladım. Düşüremedim. Sonra, düşünüm testi olup düşüverdi. Kırıldı. İçinden bir kız çıktı. Kızıl mısır püskülü gibi parlak, yumuşak saçları vardı. Gözleri mavi mi, yoksa yeşil mi? Gözünün rengini bir türlü bulamıyorum. Kızın saçları ıslanmış. Gözyaşlarımdandır, diyorum. Ayağa kalktı. “Benden ne istiyorsun?” dedi. Gülmeye çalıştım. Dudaklarımı oynatmak istedim. Dudaklarım donmuş. Kulaklarım oynuyor. Burnuma bir sinek kondu. Sonra, burnumdan içeri girdi. Gıdıklandım. Düşünümdeki kız, “Beni bırak gideyim” dedi. “Yarın sayım var.”Kızın rengini bilmediğim gözlerine baktım. “Git” dedim. “Git. Elini kolunu tutan yok ya.” kız gitti. Arkasından baktım. Kızın ne güzel saçları vardı. Sonra, testinin, her biri bir tarafa gitmiş parçalarına bakıyorum. Kırık parçaları toplayıp eski haline sokmak istiyorum. Koca bir parça eksik. Yerini dolduracak şey bulamıyorum.
Karmakarışık sesler duyuyorum. Biri, göğsünü göstererek: “Buradan girmiş, buradan çıkmış,” diyor. Ne bu girip çıkan? Memlekette trafik yok mu? Bilmiyorum. Başka biri: “Ciğerlerini parça parça etmiş,” dedi. Bir uğultu duydum. Biri kulağımı kesiyordu.. Kulaklarımı aldı, cebine koydu. “Hatıra!” dedi. Herif, tam da seçti hatıra olacak şeyi. Ondan, ne duyarsa gelip bana söyler. Başka biri saçlarıma baktı: “Saçları da esaslı,” dedi. Ya herif kızıl deriliyse. İlk işi saçlarımı kökünden söküp çadırına asmak olacak. Ya bir çingene çıkar da: “Derisini de ben alacam, iyi davul olur,” derse. Kalkmak istiyorum. Yere kazıklamışlar sanki. Beyaz boyalı bir otomobil geldi. Üzerinde bir şeyler yazılı. Yazıları okumak istiyorum. Okuyamıyorum. Okumayı unutmuşum.
Oysaki ben liseyi, lise de beni bitirdi. Üstümdeki kazıkları çıkarıp beyaz boyalı otomobile bindirdiler. Bir vınlama ortalığı birbirine kattı. Bana ne olmuştu da bu otomobile bindirdiler. Bilmiyorum.
Penceresi, kapısı, tavanı olduğuna göre burası oda. Burada düşünülerimden başka her şey beyaz. Bir de, şu kızın gözleri beyaz değil. Ağzıma bir şey soktular. Ne soktuklarını bilmiyorum. Salt biri “Yuttu be.” dedi. Gözlerimi tavana diktim. Bir ışık yandı. Ortalık sarı bir ışığa boğuldu. Bakışlarım tavanı deldi. Tâ, gökyüzünde bir yıldıza çarptı. Yıldız kaydı. Arkasından hiçbir iz bırakmadı. Öbürleri yine ıpıl ıpıl.
Tam yıldızın altındaki köyde, bir erkek, bir kadına: “Bak Haçça” dedi. “Yıldızgaydı.” Haça, kayan yıldıza baktı. Kafasını salladı. “Biri öldü desene” dedi. Kayan yıldız benmişim. İnsanın kendi yıldızını bilmesi ne iyi şey. Teliim ona bakar. Günün birinde yıldızı kayarsa: “Vay canına, ben öldüm,” der ve düşer ölür. Yıldızım, bulunduğum yerin damına düştü. Birden kapı açıldı. İçeri anam girdi. Üzerime abandı. Ağladı, ağladı. “Yavrum” dedi. “Yavrum,” başka demedi, bayıldı. Bana ne oldu. Gözlüklü biri, gözlerimi kapadı.
Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Beyazlara sarmışlardı beni. Sonra bir sandığa koydular. Sandığı iyice kapadılar. Güldüm. “Korkma, kaçmam,” dedim. Biraz sonra siyah bir otomobile bindirdiler. İşler, amma da ters gidiyor ha. Daha demin miydi neydi, beyaza bindik, şimdi siyaha. Olur mu bu? Hem ben Fenerbahçeliyim. Oysaki şimdi Beşiktaşlı oldum. Buna düpedüz din değiştirmek denir.
Bir müddet gittik. Sonra durduk. Kapı açıldı. Hop deyip, aldılar sandığı. Gözleri yaşlı bir sürü insan arasından geçirdiler. Evvelce kazılmış bir kuyuya attılar. Üzerime toprak atmaya başladılar. Nasıl da bilirler toprağı sevdiğimi. Yo yo, bu kadarı çok. Sonra nefes alırken zorluk çekerim. Söylediklerimi duymadılar. Ellerini havaya kaldırıp bir şeyler mırıldandılar. Yağmur için dua ediyorlar diye düşündüm. Sonra çekip gittiler. Hey, nereye gidiyorsunuz? Sağır mısınız? Söylediklerimi duymuyor musunuz? Ya, ben size demedim mi, nefes alırken zorluk çekerim diye. Arkalarından bağırdım, çağırdım, duyuramadım. Kalkıp arkalarından koşmak için davrandım. Kafam sert bir şeye çarptı. “Ha.” dedim. “Demek ben ölmüştüm.” Buranın ne penceresi, ne de dikiz geçilecek bir yeri var. Yaşadığım yerler bambaşkaydı. Biri geldi yanıma. “Hoş geldin” dedi. “Biraz sonra giriş muamelen yapılacak.” Bu arada baş ucumda bir kız belirdi. Gözleri ağlamaktan şişmişti. Hala da ağlıyordu ya. Kızın yaş dolu gözlerine baktım. “Ağlama artık” dedim. “Bilirsin, ağlayanları hiç sevmem. Hem ağlanacak ne var ki bunda. Ölüm işte. Ağlasan geri gelecek değilim ki. Zaten gelmek istesem bile, buradan bırakmazlar. Giriş muamelem yapılıyormuş. Sen de git. Sevdiğim bütün insanların yaptığı gibi, sen de git Ölüler sevilmez artık. Ölenlerin arkasından salt söylenir. Benim söylenecek bir şeyim yok ki. Neyse uzatma da git. Beni yalnız bırak. Senden bir ricam var. Gözlerim G.’de kaldı. Ona söyle gözlerimi göndersin.
Hadi git.”
Yılmaz Güney
İZDİHAM