Zeliha Yurdaer, Susuz Yaz
Yüzünü çevirince bir bardak gibi düşüp kırılan memleket
Ve gemilerin ağır ağır limanlardan çıktığı
Ah sudur…”*
Sudur insana hayat veren…
Bazen devletleri düşürürken birbirine, bazen ardında saklı sebeplerle, dostu dosta, kardeşi kardeşe düşman edendir…
Necati Cumalı’nın ölümsüz eserinden aynı adla sinemaya uyarlanan, bir Metin Erksan klasiği Susuz Yaz; bize insanların hırsının, kendilerine ait olmayan evren üzerindeki emanetleri bile sahiplenmesine sebep olduğuna ve bu uğurda varlığından ne kadar uzaklaştığına tanık olmamızı sağlıyor.
Film, Anadolu’da bir köyde geçmektedir. Suyun her zamanki gibi kıymetli olduğu bir zamandır. Çorak bir köyde tarlasında su bulan iki kardeş, az bulunan her şey gibi kıymetli olan bu su için birbirlerine düşerler. Ahmet, yaşça daha büyüktür. Daha hırsla tutunmaktadır hayata. Kendi çıkarı için yürüdüğü yolda dikenleri ezmeyi, hataları iyi, adiliği mertlik göstermeyi bilmiş, ayağını hep sağlam basmıştır.
Su uğruna başlayan çekişme köyde önü alınamaz bir boyuta ulaşır ve bu uğurda bir cinayet işlenir. Neticede Ahmet, yine kazanmış, kardeşlerden küçük olan hapse girmiştir. Ahmet, kardeşinin yokluğundan istifade ederek kardeşinin eşi Bahar’a da sahip olmak ister yürüdüğü engelsiz yolda.
1964 yapımı Susuz Yaz, başarılı senaryosu ve oyuncu kalitesiyle, Necati Cumalı’nın toplum gerçeğine ayna tutan unutulmaz eserinin güzelliğine sinemasal renk katıyor. Yıllar da geçse tazeliğini koruyacak konular üzerinde durması, kurgusal başarıyla birleşince, film, klasikler arasına girmeyi hak ettiğini gösteriyor.
Ahmet’in hırslarında, Bahar’ın duygularında, köylülerin çekişmelerinde, günümüz toplumunun içinde olayların tam ortasında hissediyorsunuz kendinizi.
Büyük usta Erksan, “Sevmek Zamanı”nda olduğu gibi, doğulu bir masalın batılı kokuşmuş konulu modern melodramlara beyazperdede galebe çalışını izlettiriyor. Kendi içimizde, insanımızda, anlatılacak çok şeyin olduğunu gösteriyor.
Şair- yazar İsmet Özel’in dediği gibi: “ Her şeye rağmen bir açık kapı kalmıştır.Bu da cemaatin estetik değerlerini yeniden keşfetmek ve bu değerleri, hem en yoğun hem de en ince biçimleriyle dışa vurmak başarısına ermekte saklıdır.” **
Metin Erksan, bize bu değerleri okutuyor sinemadan. Bizi, İzmir’in kasabasında Ahmet’in öyküsünde Anadolumuzda insanımızın hırslarının, aşklarının, nefretlerinin içine, mekandaki gerçekçiliğiyle, diyaloglardaki abartısız samimiyetle, sadelikle sinemanın büyüsüne davet ediyor.
Film, aldığı ödüllerle, yurt dışında da ismini duyurmuş ve tüm ödüllü filmler gibi bir çok çekişme ve spekülasyonlara konu olmuştur. Biz bu tartışmalara kulak asmadan bir Metin Erksan klasiği olarak, sade, doğal mekanıyla, Erol Taş ve Hülya Koçyiğit’in mükemmel oyunculuğuyla, özgün ve sıcak hikayesiyle sinemamızda unutulmaz bir “Susuz Yaz” hatırlamak istiyoruz.
Hayat- sinema- düşünce üzerine kafa yoran, içinde olduğu kısır döngüyü aşmak için, perdenin arkasındakini görmek için beyazperdeyi aralayanlar olarak…Sinema izlemek adına eğlenme, kafa dağıtma, aksiyon, cinsellik, cinayetle örülü içi boş göstermelik seyirliklerden zevk almayanlar olarak…
Yine şairin dediği gibi
“ Bir uyanıklık, bir teyakkuz olan rüyayı övüyoruz ve bir müphemlik, bir narkoz olan hayale lanet ediyoruz…”
Ne seyirdir perdeden kalbe sinema, düşünenler için…
*Ataol Behramoğlu – Su
**İsmet Özel- Şiir Okuma Kılavuzu
***İsmet Özel – Üç Mesele
Zeliha Yurdaer
İZDİHAM