Paslı Çiçek’in şairi İrfan Dağ ile Yağız Gönüler röportaj yaptı
İrfan Dağ: “İkinci yeninin gölgesinde
horlayarak uyuyan şair değilim.”
Aşkar dergisi şairlerinden İrfan Dağ’ın ilk şiir kitabı Paslı Çiçek, Ebabil Yayıncılık etiketiyle çıktı. Yağız Gönüler kendisiyle şiirine, kitabına, düşünce dünyasına ve günümüz edebiyatına dair bir söyleşi yaptı.
– Evvela “Paslı Çiçek” hayırlı olsun diyorum. İlginç bir isim. Pası bol, çiçeği nadir gördüğümüz bir çağdayız. Kitabın isminden başlayalım isterim. Bir hikâyesi var mı yahut okuyucuya bu isimle işaret edilen bir husus mu söz konusu?
Teşekkür ederim Yağız. Kitabın isminin mistik bir hikayesi yok. Aslında kitaba isim ararken çok uğraştık, çok istişare ettik. Giriş şiirinde “Poşa” izleği geçiyor. Hayatıma dahil olduğundan yazdığım şiire de dahil oldu bu izlek. Poşa’ların hikayesi şu; göç edip Sivas’a yerleşiyorlar ve burada uzun yıllar dericilik zanaatı ile uğraşıyorlar. Bu adamlar Türkçe konuşuyor ancak Türkçe’yi deforme edip telaffuz ediyorlar. Geliyor musun sorusuna, “dıramatlıyon mu” formunda kullanıyorlar. Deforme olmuş bu dilde bıçağa da “piçek” diyorlar. Paslı Piçek mi olsun diye konuştuk, sonra P harfini atıp Ç harfini koyduk. Kitabın ismi Poşa’lar sayesinde Paslı Çiçek oldu. Burdan Poşa’lara teşekkür etmek istiyorum.
– Paslı Çiçek yılların birikimi. Bundan mütevellit zaman zaman dizeler arasında patlamalar var. “Yeter, görmüyor musunuz?” diyebilen adama şair denirse şayet, İrfan Dağ’ın şiire tutunmasındaki en büyük sebepler nelerdir? Aslında sorunun özü şu: Neden şiir?
Neden şiir sorusu zor bir soru. İçimizle, vicdanımızla, varlığımızla ilgili ancak kolay bir tarifi yok. Yalnız şunu söylebilirim; 1998 yılından bu yana kesik kesik de olsa edebiyat idame ettiğim hayata bir şekilde dahil oldu. Bunu çoğu zaman ben istemedim. İstediğim zamanlarda da edebiyat hayatıma dahil olmadı. Böylesi bir günde İdris Ekinci’ye okusun diye yazdığım bir öyküyü uzattım. 2009 yılıydı ve ben öykü yazdığımı düşünüyordum. Ekinci; sen öykü değil şiir yazıyorsun dedi, bunda bir yanlışlık var diye ekledi. Öyküdeki satırlar meğer şiir dizesiymiş. Şiirin okuru olarak evet, şiir hayatımda önemli bir yerde duruyordu ancak şiir yazmaya çalışan biri olarak meseleleri daha kolay ifade edebildiğimi gördüm. Nedensiz ve sebepsiz, hayatıma dahil bir şiirin varlığını sürdürdüm bugüne kadar. İsmet Özel; “Önce yap sonra açıklarsın.” diyor ya, ben de önce yaşadım sonra yazdım. Ne yaşadıysam yazdığım şiire dahildir. Bak bundan olabilir. Bir de meslek mevzusu var, oraya hiç girmeyelim. Boşluk bırakalım. Kocaman bir boşluk olsun bu.
– Biz İrfan Dağ isminin karşılığına Aşkar dergisini koyuyoruz. Pek İrfan Dağ için Aşkar dergisi hayatının neresindedir, Aşkar’ın Türk edebiyatındaki konumu üzerine şair neler söylemek ister?
2009 yılında Sivas’a geldiğimde İdris Ekinci ile tanıştım. Aşkar ile olan mesaim böyle başladı. İkinci görüşmemizde, bahtıma İsmet Özel dosyası yapan, benden şiir ve nesir isteyen bir dergi çıktı. Şaşırmadım dersem doğru konuşmamış olurum. Şaşırdım ve uzun süre ne yazacağıma, ne tür bir ürün vereceğime karar veremedim. Seçimi bana bıraktılar; Amentü şiirini yazmaya karar verdim. Dosyada İsmet Özel’e şiirler ithaf ediliyordu. Benim ithaf ettiğim şiirin başlığı Kürtçeydi. Bu bir ilk olmuştu. O günden beridir Aşkar hayatımın tam ortasında durur. İçindeki iyi adamlarla birlikte. İdris Ekinci, Hüseyin Karacalar, Özgür Ballı, Mehmet Raşit Küçükkürtül, Mustafa Melih Erdoğan, Aziz Mahmut Öncel, Ferhat Nabi Güller, Akif Hasan Kaya. Sonradan bu halaya dahil olanlar. Söyleşiyoruz diye söylemiyorum; Yağız Gönüler, Eyüp Aktuğ. Aşkar için çalışan her kim varsa; iyi adamdır ve Aşkar gibi hayatıma dahildir. Özetle; Türkçe vatanımız, Aşkar evimiz. Bu içinde hikmet barındıran bir söz. Aşkar, şuan durduğu yere dişleriyle, tırnaklarıyla geldi. Gazetesi, televizyonu, hamisi olmayan bir dergi oldu. İnanmadığı hiçbir şeyi yazmadı. İnandığını da yazmaktan geri durmadı. Şiirde varım dedi, eleştiride varım dedi, öyküde de varım dedi. Aşkar artık bir Anadolu dergisi değil, bunu kabul ederler veya etmezler. Aşkar ve benzeri dergilerin gelişiyle birlikte merkez kavramı ortadan kalktı. Bu güçtür işte, bu cesarettir.
– Şiirlerine iyi isim veren şairlerle karşılaşınca okuyucunun heyecanlanması gayet doğal. İrfan Dağ da bu isimlerden biri hiç şüphesiz. Bu durumda şair, şiirlerine isim seçerken nelere dikkat ediyor diye merak ediyorum. Ben Paslı Çiçek’de en çok “Atlarımızı Geri Alacağımız Günler” ve “Türk Milleti Adına, Şiir” isimlerini sevdim. Şairin “Ya hu şu şiirimin adını seviyorum çünkü şöyle bir hikâyeye sahip” dediği bir şiir başlığı var mıdır?
Başlık meselesinde çok sıkıntılar yaşadım. Yazılmış bir şiir var ortada ama şiirin başlığı yok. Mesela şiiri dergiye gönderip sonradan başlığını eklediğim çok olmuştur. Ancak şunu söylebilirim şiirlerin hayatla bir aidiyeti olduğu gibi başlıklarda yaşanmış bir karşılığı var. İp şiir mesela. Yaşı geçmiş, evlenmek isteyen, sözlenen ancak uydurulmuş bir bit yüzünden hevesi kursağında kalmış bir kız vardır. Kız kursakta kalan heves yüzünden canına kıymıştır. Ben buna şahidim. Türk Milleti Adına, Şiir’de mahkemelerin vermiş olduğu Türk Milleti Adına, Karar’a atıf vardır ve o şiir aslında Türk Milleti için mesuliyet yüklenmektedir. Atlar’dan, o doru atlardan hiç bahsetmeye gerek yok. Otomobillerin, sermayenin karşısına dikilen kanlı, canlı dostlardan hiç bahsetmeye gerek yok. Tarihimizde ki öneminden de. Ama o atları birgün geri alacağız Yağız ve kaybettiğimiz hakikati bir kez daha hatırlayacağız.
– “İkinci yeninin gölgesinde horlayarak uyuyan şair değilim / ikinci yeniyi kucağında yarına mesele edenim” diyorsun Türk Milleti Adına, Şiir’de. Bu meseleyi açalım. İkinci yeninin gölgesinde horlayarak uyumanın karşısında, yarına mesele etmek nedir ve en önemlisi nedendir?
80, 90 kuşağından sonra 2000 kuşağı geldi. Bugün de 2010 kuşağı var. Mezkur kuşaklar şiire başlarken ya İkinci Yeni şiirine dahil oldular, dost geçindiler ya da ikinci yeniyi kendilerine rakip olarak gördüler. İkinci Yeni dediğimiz şiir plansız, habersiz ama sağlam duvarlarla kurulmuş bir akımdı. Dahil olup atılım yapanlar ve karşı durup atılım yapmaya çalışanlar İkinci Yeni’yi aşamadılar. İdris Ekinci, Poetik Fiiller kitabında “Burası İkinci Yeni, Buradan Çıkış Yok” adında bir eleştiri yazısı kaleme aldı. Kardeşim bir kucak var ve biz de bu kucakta oturuyoruz dedi. Denendi olmadı, razı olundu olmadı. İkinci Yeni birincisi olan Garip’i yenilik adına plansız, hesapsız aştı. Ancak biz aşmak yerine ancak İkinci Yeni’nin gözlerinin içine bakıyoruz. Kurmaya çalıştığım dizeler bizzat bunu anlatıyor. İkinci Yeni’yi aşmak için ne yapabiliriz bunu düşünüyorum ancak bunu yaparken İkinci Yeni’yi hayatımdan çıkaramıyorum. Mümkünlere dahil değil çünkü.
– İrfan Dağ şiirinde “kadın” sıkça geçiyor. Kadını dert edinen dizeler de, eleştiren dizeler de mevcut. Şairin kadını toplum içinde konumlandırdığı noktayı değil, millet adına gönlünde açtığı yarayı merak ediyorum.
Çok zor bir soru sordun. Allah kadını, erkeğin yalnızlığını gidersin diye yaratmadı. Erkeğin hanesine yaralar açsın diye yarattı. Hem yara açtırdı hem de bu yarayı sardırdı. Kadın hem veba oldu nesli kuruttu hem de doğurarak yeni nesiller dünyaya getirdi. İman ve inkar. Ancak benim yazmaya çalıştığım şiirde kadın bizzat bir umut. Sahih ve salih kadınlar için bu ifadeyi beyan ediyorum. Bu zümre bizi millet yapar. Diğerini konuşmaktan korkuyorum, kadınlardan korktuğum kadar. Annem hariç, anne farklı bir tanımlama. Umut etmenin bizzat ta kendisi. Hayırlı bir eş ve bir de kız evlat, hayırlı eş ve kız evlat da çok farklı bir tarif.
– Baba olmak, şiirin neresindedir? Şiir, baba olmanın nesidir?
Baba anaforu yazmaya çalıştığım şiirde çok farklı bir yerde duruyor Yağız. Sen de yakınlarda baba oldun. Şuan babanı daha iyi anlayabiliyorsun. Baba bizzat Türkiye demek benim için. Çünkü benim tanıştığım ve tanıdığım babanın elleri Türkiye kadar nasırlı. Emektar, alın teri dökmüş. Şair; “Baba dedim kabemsin yetiş gençliğime” diyor ya, işte benim baba anaforum bizzat böyle bir şey. Şiire dahil olmadığında şiir eksik ve yavan kalacak. 40 yıl boyunca kullandığı o taksi dahil olmasa şiir eksik kalacak. O yüzden baba anaforu benim inandığım şiirde Türkiye’nin bizzat kendisi.
– “Halk iyidir, bahara anlamlı bakarlar, Türkiye vatandır” diyorsun. Katılmamak elde değil. Devamındaki “şiirin Türkiye’yi vatanlaştırdığını bilmezler” daha önemli. Neden bilmezler, kimlerin işine geliyor bu bilmemek?
Şiire dair benim kabulüm şu; İsmet Özel’den hareketle, bu toprakların bize vatan olduğunu şiir öğretmiştir. En büyük örneği de İstiklal Şiir’idir. Korkma demiştir ve biz de korkmayı bırakmışızdır. Bu korkma telkini sayesinde kursağımızı, evladımızı, eşimizi, annemizi ve babamızı terk ederek, bilmediğimiz topraklara kanımızı akıtmışızdır. Sonra işi resmiyete döküp, her pazartesi ve cuma günü bu şiiri okumaya başlamışız. Dökülen kanlar aklımıza gelmeden okumuşuzdur İstiklal Şiiri’ni. Genellemeyerek konuşuyorum, 2016 yılının göbeğinde hangi portakal satan adamın umurunda İstiklal Şiiri’nin anlattıkları? Yalnızca esnafa haksızlık etmeyelim bürokratları da dahil edelim. Şiir Türkiye’nin yekunudur. Narenciye satan portakal diyor, bürokratı e-imza diyor. Şimdi kanlarımız helal oldu mu? İşte şiir bizim ne mal olduğumuzu bize öğretiyor ya da bu vatan karşısında kaç kuruşluk adam olduğumuzu.
– “Şiiri kız tavlama sanatı olarak görenleri kitaplar kısırlaştırmalı” derken bana merhum Necmettin Erbakan’ın “Çay sohbetlerinde ve edebiyat kürsülerinde kahramanlık satmak kolaydır” sözünü hatırlattın. Şiir günümüzde ucuzladı mı, tabiri caizse ayağa mı düştü?
Şiir ne yazık ki hem yeni nesil tarafından hem de şiiri anladığını düşünenler tarafından ele ayağa düşürüldü. Adam şiir okudum kızı ayarladım, diyor. Neyi ayarlıyorsun, neyi ne için kullanıp ayarlıyorsun. Her şeyi mal olarak gördüğü gibi, şiiri buna alet ediyor. Nazarında şiirin bir kıymeti var mı? Hayır yok. Çünkü muhatap olduğumuz profil tamamen makyavel. Emeline ulaşmak için her şeyi gözünü kırpmadan kullanabilir. Diğer olumsuzluk ise şu; her ay dergilerde yüzlerce şiir yayımlanıyor. Çoğunun alt yapısı yok, çoğu gerçek şiirden haberdar değil. Haberdar olmak dediğimiz mesele köklerinden haberdar olmak. Bunun yanına şiirin asgari şartlarından biri olan eleştiriden haberdar olmak. Şiir yazıyor; kuram var mı, yok? Yazılan bir müsvedde var ama karşılığı tam olarak ne bilmiyor. Bu soru üzerinden bazı manifesto meraklılarının yaptığı gibi, genç şairi gebertip adam asmaca oynamayacağım. Çünkü bahsettiğim şey şiire yarar getirmiyor aksine tonla zarar veriyor. Özetle meselesi olmayan, kuramdan habersiz, birilerinin peşine takılan yığınla şiirle dolu. Kendi sesimizi bulup, şiirimizi mesele çerçevesinde kurmadıkça bu ucuzluk devam edecek. Bir de Özgür Ballı’nın bir dizesinden hareketle söylüyorum; kitabevlerinin standlarından Küçük İskender ve ölmüş, toprağa karışmış İkinci Yeni şairlerinin yanında yeni kitaplar koyulmadan bu ucuzluk yakamızdan düşmeyecektir. Şiirin karşısına parayı koymamalıyız.
– İrfan Dağ’ın lirizm üzerine düşünceleri nelerdir? Yani geleceğe kalacak olan şiir üzerine de konuşalım. Kıymetli büyüğümüz Sadettin Ökten “Modern şiir bana bir şey vermiyor. Çünkü yok böyle bir şiir. Biz bunalımın çocukları değiliz.” diyor. Doğru da diyor. Şimdiki şiirimizin derdi ne olmalı?
Benim yazmaya gayret ettiğim şiirle lirik şiir hiçbir zaman yan yana durmadı. Bu bir tercihti, lirizme bulaşmak istemedim. Çünkü lirik şiir tüketilmiş bir kaynak. Bugün lirik adı altında yazılan şiirlerin karşısına tekrarın çıktığını düşünüyorum. Neo Lirik şiirden bahsediliyor ve örnekler veriliyor. Ancak İkinci Yeni’ye ayak uydurmaya çalışan, aşma muradı olmayan bir şiir. Kanalize oluyor ve şekilde devam ediyor. Yarın beni yanıltacak, sözlerimi bana geri aldıracak şiir yazılırsa da bir okur olarak memnun olacağım. Lirik şiir yazabilir miydim, yazsaydım nasıl bir şiir olurdu hiç denemedim. Ama en iyisini eşime yazmak isterdim. Bu konuda çok mustaribim 🙂
– Bitirirken, İrfan Dağ’ın sesinin güzel olduğunu biliyorum. Bizim şiirimizin de müziğimizle kol kola olduğunu düşünürsek, kıyamete dek hafızalardan kaybolmayacak beş türkü, beş de şiir önerisi alalım, öyle bitirelim isterim. Gönülden teşekkür ederim.
Türkü olarak Âşık Sümmani’den Minnet Eylemem, Neşet Ertaş’tan Cahildim Dünyanın Rengine Kandım, Ahmet Aslan’dan Yârim Derdini Ver Bana, Âşık Veysel’den Güzelliğin On Par Etmez, Âşık Mahsuni Şerif’ten Ben de Bu Dünyanın Nesini Sevem. Bunları döner döner dinlerim.
Şiir olarak İsmet Özel Amentü, Sezai Karakoç Hızırla Kırk Saat kitabı yekûn olarak, Cahit Zarifoğlu Sevmek de Yorulur, Turgut Uyar Geyikli Gece, Ece Ayhan Meçhul Öğrenci Anıtı.
Asıl ben teşekkür ederim. İyi teşekkür ederim. İyi teşekkür ettim. Teşekkürler.
Yağız Gönüler konuştu.
İZDİHAM