Sibel Atagün Kudüs’te bir amcayla konuştu; Mescid-i Aksa’da nöbet tutmakla şereflendirildik
Yüreğimize taş gibi oturan, sırtımızı kamburlaştıran, kulaklarımda yankılanan Filistinli amcanın bu sözlerini düşünürken aldım kalemi elime. Şimdilik dedim en azından şimdilik denizde damla da olsa bir katkısı olacaksa yazabilirim gördüklerimi, konuştuğum insanları.
Ürdün ve İsrail sınırı arasında Allenby Köprüsü girişinden sınır kontrol noktasına vardık. Filistin’e sıkıntısız girebilmek için İsrail polislerine sorun çıkarmamak, onları tedirgin etmemek gerekiyordu.Biz de öyle yaptık. Sorun çıkarmadık. Aksi halde en ufak prosedürden dolayı bizi saatlerce sınırda tutmaları olağandı. Birçok Filistinli’nin kendi vatanlarına ulaşmak için İsrail sınır kapısından , İsrail polislerinin onayından geçmek zorunda olmasına tanıklık etmenin acısının tarifi yoktu.
Kudüs’e vardığımızda ilk olarak Filistinli rehberimiz Muhammet Bey’in de ikamet ettiği Zeytin Dağı tepesine çıktık ve Mescid-i Aksa’yı panaromik olarak seyre daldık. Bir an önce oraya gitmek, yakından bakmak, bir an önce orada namaz kılmanın huzuruna ermek için heyecanlanıyorduk. Mescid-i Aksa’ya doğru ilerlerken rehberimiz bize İsraillilerin yerli Filistin halkından gasp ettiği evleri gösterdi. Mahallelerde Yahudi nüfusunu arttırmak için sistemli bir şekilde Filistinlilerin evlerine el konulmuş, yeni bir bina yapmak için çivi çakmalarına dahi izin verilmeyen Müslümanlar göç ettirilmeye çalışılmıştı.
Her yanı tarih kokan, taş evler, dar, labirent sokaklardan geçerek Mescid-i Aksa’nın kapısına ulaştık. Mescid-i Aksa’nın bazı kapıları tamamen kapalı, diğer kapıları ise İsrailli askerlerin nöbetinde ve onların belirlediği saatlerde açılıyordu. Akşam 10’dan gece 3.30’a kadar mescid kapıları tamamen kapanıyordu. Hatta bazen İsrailli polislerin keyfi yerinde değilse bu saat 4’e doğru uzayabiliyordu. Kapılardaki polisler görür görmez Türk olduğumuzu anlıyor ve yüzlerinde tamamlanmış bir resme sonradan yapıştırılmış gibi eğreti duran bir gülümseme ile hoşgeldiniz diyorlardı.
Kapıları geçip Kubbetü’s Sahra’ya ulaştımızda da dış kapılarda İsrail polisinin dikkatli gözlerinin tasallutundan geçiyorduk. Kapının yarım metre arkasında iç tarafta ise Ürdünlü polisler yer alıyordu. Görünüşte mescidin dışı İsrail’e, içi Ürdün kontrolüne verilmiş gibi ise de İsrail polisi kafasına eserse içeriye girebiliyordu.
Gerek mescidde gerekse Kudüs sokaklarında Filistinlilerle sohbet etme imkanımız oldu. Kilometrelerce yolu yürüyerek gelip Mescid-i Aksa’da namaz kılan abla bize “ Evim çok uzaktan da olsa Mescid-i Aksa’yı görüyor. Öyle büyük bir mutluluk ki bu. Ne olursa olsun gelip burada namazımı kılmak istiyorum” diyor. Öyle ya. İnsan oralarda adım atar, nefes alır da nasıl varmaz ayakları Mescid-i Aksa’ya.
Sürekli tehdit altında yaşamalarının verdiği bir sıkıntı, mutsuzluk yok gözlerinde. Mescid çevresinde konuştuğumuz bir ağabey Gazze için dertleniyor.
-Asıl onlar sıkıntıda. Biz burda iyiyiz. Ulaşamıyoruz, yetişemiyoruz.
Gözleri doluyor.
-Türkiye İsrail anlaşması sizi nasıl etkiledi?
Diye soruyoruz.
-Gazze’ye yardım ulaştırılması biraz daha kolaylaştı Allah’a şükür.
Kudüs sokaklarında Filistinli Sevsan Abla ile sohbet ediyoruz. Türk olduğumuzu anlayınca bize dakikalarca dua ediyor. Evine gitmemiz yemek yememiz için ısrar ediyor ama vaktimiz olmadığı için ricasını gerçekleştiremiyoruz. İletişim bilgilerimizi alarak vedalaşmak istiyoruz ama bizi kaldığımız otele kadar bırakmakta ikna ediyor.
Mescid-i Aksa’da rehberimizle gezerken avludaki Kubbetü’s Sahra’ya model olması için yapılan küçük modeli bize gösteriyor. Gururla ve dualarla :
“Bunu Türkiye onardı, Tika üzerindeki süslemeleri üstlendi. Allah razı olsun, Türkiye’nin buralara çok katkısı oldu.” diyor.
Kudüs topraklarında gezerken yıllardır tarih kitaplarında okuduklarımızı bizzat görmek beni çok duygulandırıyor. Abdülhamit Han’ın II.Wilhelm’in Kudüs surlarından atıyla geçme isteği üzerine surları açarak arabayla geçmesini sağladığı, kendisinin bir Fatih edasıyla şehre girmesine engel olduğu kapıyı, Kanuni Sultan Süleyman’ın yaptırdığı onlarca eseri gözlerimle görmek…
Yine mescidde tanıdığımız ablalardan biri. Kendisi Türk. Yaklaşık 20 yıldır İsrail yönetimindeki bölgede yaşıyor. Nazik Abla bizim Türk olduğumuzu fark edince heyecanla yanımıza geliyor. Biz neden bu kadar güleryüzlü İsrail polisleri diye düşünürken “Türklere öyle görünmeye çalışıyorlar” diyor. “20 yıldır şundan emin oldum ki Müslümanlardan ölesiye nefret ediyorlar. Hepsi çocuğunu yetiştirirken buradaki kutsal yerleri gezdiriyor, buralar bizim atalarımızın Kral Davut’un , Kral Süleyman’ın ülkesi diye ders anlatarak büyütüyor çocuklarını “ diyor. Yani bizim yeni nesle kazandıramadığımız bilinci onlar çocuklarına çok küçük yaşlarda aşılıyorlar.
Her yanı tarih kokan mazlum şehir Kudüs.
Filistinlilerin ve bütün Müslümanların bitmeyen imtihanı. Filistinlilerin yüzlerine, gülümsemelerine acı yerleştiren şehir. Hala kaybetme korkusunun verdiği eziklik içindeler. İsrail’in Mescid-i Aksa çevresinde bitmeyen yer altı çalışmalarının olduğunu söylüyorlar. Her an kaybedebiliriz, gerekirse uyumamalıyız noktasındalar yani. Bi yandan Filistinlilerde fark ettiğimiz öncelikli özellik hüzünleri de olsa hepsinde bir huzur, imtihan sırrına vakıf olmanın vakarı mevcut. Adeta hepsinde bir Mahmut Derviş güveni.
“Yaz ! Ben bir Arabım
Kimlik numaram 50.000
Çocuklarım sekiz tane
Dokuzuncusu da sonbaharda gelecek
Bu seni öfkelendiriyor mu?
Yaz! Ben Arabım, Yok benim lakabım soyadım”
diyordu.
Filistinli rehberimiz bizim hüznümüzü fark ediyor ve sahip olduğumuz en güzel şeyi, vatanımızı hatırlatıyor bize. Kendisi de Ankara’da üniversite okumuş birisi olarak Türkçe biliyor ve bazen Türkiye’yi ziyaret ediyor. Darbe girişiminin sonrasında Türkiye’ye gidip geldiğini söylüyor ve şunları ekliyor :
“O kadar güzel bir ülkeniz var ki. Bu darbe girişimi sizi birbirinize öyle kenetlemiş ki. Hayran kaldım. Size çok dua ediyoruz. Vatanınızın kıymetini bilin.”
Evet her Filistinli “aynı zamanda Ürdünlüler – darbe girişimini ve ardındaki gelişmeleri yakından takip ediyor. Sohbet etme imkanı bulduğumuz her Filistinli Türkiye için çok dua ettiklerini söylüyor ve kardeşimizsiniz sizi çok seviyoruz diye ekliyorlar.
Bunları duymak bizi gururlandırmakla beraber boynumuzu büküyor. Sırtımızdaki sorumluluğu daha çok hissettiriyor. Türkiye gerçekten onlar için umut kaynağı. Rehberimiz Türkiye’nin Filistin’e verdiği önemi, Tika’nın yardımlarını dualarla tekrar ediyor.
Bir daha tekrar görür müyüz hüznüyle, bu böyle olmamalı, bizim buraya girişimiz İsraillilerin keyfi uygulamalarına bağlı olmamalı sorularıyla kafalarımız karışık veda ederken rehberimiz son sözleriyle yükümüzü arttırıyor.
“Türkiye çok güçlü bir ülke olursa bizim sırtımız yere gelmez. Bundan eminiz.
Kudüs için bir şeyler yapın. Buraları boş bırakmayın. Ailenize, akrabalarınıza, arkadaşlarınıza buralara gelmelerini söyleyin.”
Ne yapabilirim ne yapabilirim diye düşünürken en azından şimdilik yazabilirim dediğim Kudüs’ten kulağımda yankılanan sözler:
Buraları boş bırakmayın.
Kudüs için ne yaptım diye kendinize hesap sorun.
Vatanınızın kıymetini bilin!
Sibel Atagün (Zeliha Yurdaer) @film_ve_ruya
İZDİHAM