Berat Karataş, Gündemdeki Sinema Fimlerini Değerlendiriyor
Ekşi Elmalar
“Mezarlıklar hastanelerden iyidir, en azından yeşildir.”
Yılmaz Erdoğan’ın son filmi Ekşi Elmalar geçtiğimiz Cuma vizyona girdi. Seyircilerin beklentisi büyüktü. Yılmaz Erdoğan da, bana kalırsa beklentileri boşa çıkarmadı.
Bundan önceki tüm filmlerinde olduğu gibi yine özgün bir hikâyesi var Erdoğan’ın. Hatıralarından damıttıklarını, hüzün, komedi ve dramla harmanlıyor, Hakkâri hikâyesi çıkarıyor karşımıza.
Esin kaynağı olarak yaşadığı coğrafyayı, dedesini (dedesi Hakkâri belediye başkanlığı yapmış), teyzelerini ve geleneklerini gösteriyo
r.
Filmin ana hatları ise şöyle, 1970’lerin sonunda, Hakkâri’de iki şey meşhurdur, biri Reis Bey’in bahçesi, ikincisi Reis Bey’in kızları. Belediye seçimlerini üst üste kaybeden Reis Bey, otoritesini ailesinin üstünde daha sert kurmaya başlar. Bu baskı altındaki üç güzel kızı, hiç tanımadıkları bazı duyguları merak etmektedirler.
Yılmaz Erdoğan tarihi olayları da işlemeden geçmiyor, 1980’lere gelindiğinde darbe oluyor, 1990’larda ise terör belası Hakkâri’yi vuruyor. Bu şartlar altında kader, Reis Bey ve ailesini Antalya’ya kadar sürüklüyor.
Senaryodaki ustalığına hep hayran kaldığım Erdoğan, diyaloglarıyla, kurduğu mizansenle, yazdığı tiplerle hep gıpta edilesi bir yazar olmuştur benim için.
Filmi çok didiklemek istemiyorum. İzlemek isteyenlere bazı sürprizler, keşfedilmemiş coğrafyalar kalsın.
Filmin oyuncu seçimi de oldukça başarılı. Başrolleri Zeynep Farah Abdullah, Şükran Ovalı ve Songül Öden paylaşırken onlara Devrim Yakut, Cezmi Baskın, Caner Cindoruk, Şükrü Özyıldız ve Fatih Artman eşlik ediyor. Yılmaz Erdoğan sadece senarist ve yönetmen olarak değil, oyuncu olarak da görev alıyor.
Filmin görüntü yönetmenliğini Gökhan Tiryaki üstleniyor. Zaten ismi bir imza olan Tiryaki, görüntülerin gücüyle o dönemin içine sokuyor bizi. Tercih edilmiş bir biçimde, cennet gibi tasvir ediliyor Hakkâri.
Belki de film hakkında, olumsuz olarak söyleyebileceğimiz tek şey “dış anlatıcı” meselesi. Filmin başından sonuna kadar bir anlatıcının sesini duyuyoruz. Olmasa olur muydu, bence olurdu. Fazlalıklar filmin üzerindeki bir yük gibi, yükler olmasa filmin başarısı daha yukarı çıkar.
Yılmaz Erdoğan acıyı ve komediyi çok iyi harmanlıyor. Filmden çıkınca göğsünüzde bir şey hissedeceksiniz. O hissi düşünün.
Hz. Muhammed, Allah’ın Elçisi
Cuma günü gösterime girdi, Hz. Muhammed, Allah’ın Elçisi. Film hakkında çok yazıldı çizildi, filme gitmememizi tavsiye edenler, mutlaka görmemizi söyleyenler oldu. Ben bu kısa tanıtım yazısında film hakkında teknik birkaç şey söylemeyi, yönetmenden ve filmlerinden bahsetmeyi yeğliyorum. Filmin İslam’a veya Müslümanlara karşı bir tehdit olup olmadığını, İslam tarihini ne kadar yansıttığını ve buna benzer diğer meseleleri işin ehli insanlara bırakıyorum.
Film, kendi adıma söyleyeyim, uzun zamandır beklediğim bir yapımdı. Benim bekleyişim üç yıl gibi bir süreyken, film, iki yıl ön hazırlıkla beraber, yedi senenin sonunda izleyici karşısına çıktı. Filmin yapılış aşamasında, konunun uzmanı birçok insanla ve İslam ülkeleriyle görüşmeler yapıldı. Bu takdire şayan bir durum. Film yapımında bilgi alışverişinde bulunmak, konunun uzmanlarına danışmak, bir yetersizlik, acizlik değil, aksine işine daha çok önem vermekle alakalıdır. Özellikle tarihi yapımlarda, bir sinemasever olarak, bu hassasiyeti bekliyorum.
Uzun tartışmalarla birlikte vizyona giren film, Hazreti Peygamber’in çocukluk ve ilk gençlik dönemini konu alıyor. İslam’ın nasıl şartlar altında, nasıl bir topluma, nasıl bir peygamber aracılığıyla gönderildiğine vurgu yapıyor.
Film sinematografik açıdan, kusursuz denecek bir kaliteye sahip. Kadrajlar, renkler, kamera hareketleri, mekân ve kostüm tasarımı tam puan alacaktır bütün izleyicilerden. Bunun yanında oyuncu seçimi çok başarılı. Karakter tasvirleri oyuncular vasıtasıyla güzel bir biçimde yansıtılmış. Özellikle Peygamber Efendimiz’in annesi Amine’yi canlandıran Mina Sadati ve sütannesi Halime’yi canlandıran Sareh Bayat üst düzey performansıyla beni çok etkiledi. Çağrı filminin ardından ilk defa Hz. Muhammed’in hayatını konu alan bu yapım, özellikle “Annelerin” tasvirine ve duygularına da eğilmiş.
Konuyu başka tarafa çekelim. Büyük bir bütçe ile çekilen Hz. Muhammed, Allah’ın Elçisi filmi, tarz olarak, önceki Mecid Mecidi filmlerine çok uzak bir çizgide. Cennetin Çocukları, Cennetin Rengi, Serçelerin Şarkısı ve Baran gibi minimalist filmleriyle tanıyoruz Mecidi’yi. Fakat bu yapımda da diğer filmlerde ortak olan; acıyı, hüznü, umudu hissettim.
Filmin dramatik etkisini baştan sona hep yüksek tutmuş Mecidi. Bunu müziklerle ve oyuncu performanslarıyla dinamikleştirmiş. 170 dakika olmasına rağmen bir an bile olsa izleyiciyi sıkmayan bir yapım olarak karşımıza çıkıyor, Hz. Muhammed, Allah’ın Elçisi. Senaryoda bir sarkma ve teknik olarak eksiklik hissetmedim. Uzun çalışmalar, böyle sonuçlar veriyor demek.
Son söz. Birileri önerdi veya yasakladı diye filme gidip gitmeme tercihlerimizin değişmesi taraftarı değilim. Öncelikle insan kendi iradesiyle hareket etmeli. Başkasının fikrini aktarıcı değil de, yeni bir şeyler ortaya koyan zihinlere kavuştuğumuzda her şey çok daha güzel olacak. Keşke, Türkiye de böyle ulvi bir konuya değinen filmler yapsa. Böyle büyük bütçeler bir Türk yapımı için de harcansa.
Jack Reache: Never Go Back
Bu hafta gösterimde olan bir diğer film de Jack Reache: Never Go Back. Jack Reache, Amerikalı yazar Lee Child’ın tasarladığı bir karakter. Bir nevi James Bond. Karakterin ilk filmi 2012 de vizyona girmişti, Asla Geri Dönme ise devam filmi olarak 4 yıl sonra gösterimde.
Filmin başrolünü, ilerleyen yaşına rağmen, Tom Cruise canlandırıyor. Görevimiz Tehlike filmlerinden aşinayız Cruise’un aksiyon performansına. Genel hatlarıyla filmin hikâyesi ise şöyle: Binbaşının isteği üzerine eski askeri üssüne geri dönen Reache, eski binbaşının vatan hainliği ile suçlandığını öğrenir. Olayı aydınlığa kavuşturmak ve binbaşıyı girdiği bataklıktan çıkarmak amacında olan Reache hükümetle de ters düşecektir ve kendi hayatıyla ilgili de bazı sırların peşine düşecektir.
2006 yılındaki ilk filmin yönetmen koltuğunda, senarist olarak (özellikle Olağan Şüpheliler filmiyle) tanıdığımız Christopher McQuarrie oturuyordu. Jack Reache: Never Go Back filmini ise Kanlı Elmas ve Son Samuray gibi önemli filmlerin yönetmenliği yapan Edward Zwick çekmiş.
Filmde ayrıca Cobie Smulders, Robert Knepper, Aldis Hodge, Sue-Lynn Ansari, Danika Yarosh, Holt McCallany ve Julia Holt gibi isimler yer alıyor.
Aksiyon meraklısı izleyiciler için, gösterimdeki en güçlü filmlerden biri olan Never Go Back’i önerebiliriz.
Haftanın Önerisi
Lock Stock and Two Smoking Barrels – 1998 (Yön: Guy Ritchie)
Bu haftaki önerimiz kara film sevenlere gelsin. 1998 yılında vizyona ilk girdiğinde cinsellik, uyuşturucu, küfür ve bol miktarda alkol içeriği olduğu için, filme +13 kuralı getirilmiştir. Bu ön bilgi olarak dursun.
Guy Ritchie’in ilk uzun metraj filmi olan Lock Stock and Two Smoking Barrels (Ateşten Kalbe, Akıldan Dumana) iç içe girmiş birçok hikâye barındırıyor. Suç ve mafya filmi olması hasebiyle merak hep ön planda, silahlar ve paralar göz önünde. Filmin belki en büyük başarısı usta işi örülmüş kurgusu ve senaryosu. Bu kadar çok karakter, bu kadar çok hikâye birbirine karışıyor ve yönetmen usta bir şekilde, filmin sonunda bu düğümü çözüyor. Seyir zevki ilk dakikasından son sahnesine kadar hep yüksek. Oyuncular üstlerine düşeni yapmışlar. (Yeri gelmişken belirtelim, bu film gelecekte yıldızı parlayacak Jason Stathom’ın ilk uzun metraj deneyimi, büyük bir kitlenin karşısına çıkışı, ayrıca ünlü şarkıcı Sting de bu filmde rol alıyor.)
Filmin konusundan bahsetmek isterim fakat çapraşık hikâyeler nedeniyle içinden çıkamam diye korkuyorum. Ama şunu söyleyebilirim, mafya grupları, başka mafya grupları ile alacak-verecek davası içinde. Fakat herkesin birbiriyle bağlantısı var, hal böyle olunca filmde yer alan her karakterin yolu birbiriyle kesişiyor.
Gut Ritchie’in 2000 yapımı olan Snatch filmi de bu filme benzer bir konuya sahip. Fakat Snatch daha popüler bir oyuncu kadrosuna sahip olması ve artık Ritchie’in isminin biliniyor olması sebebiyle daha meşhur olmuştur, büyük kitlelere ulaşmıştır.
Filmin müzikleri de oldukça başarılı, hatta 1999 yılında soundtrack albümü piyasaya çıkmış. Oyuncu kadrosunu ise Jason Flemyng, Dexter Fletcher, Jason Statham, Nick Moran ve Sting gibi isimler oluşturuyor.
Sürekli hareket isteyen, yukarıda bahsettiğim +13 unsurlarından rahatsız olmayan, ha bir de İngiliz aksanını seven izleyicilerin büyük keyifle izleyecekleri bir film Lock Stock and Two Smoking Barrels.
Berat Karataş
İZDİHAM