4 Kasım 2016

Güray Süngü’nün “İnsanın Acayip Kısa Tarihi” Adlı Romanına dair mırıldanmalar

ile izdiham

İbrahim Varelci yazdı. İnsan tarihten eskidir.

.Bazı yazarlar vardır, hayatın içinden konuşurlar, cümleleriyle hayata yaklaşırlar. Anlatımlarıyla yaşamın kalp atışlarını hissettirirler. Kurdukları dil, zamanın akışıyla hızlanırken, belirli bir süre sonra tekrar yavaşlar. Bir bakarsın her taraf sessizliğe bürünmüş ve ortalıkta senden başka kimse kalmamıştır. Kitap ve yalnızca sen. Derin bir sessizlik ve suskunluk.

Güray Süngü bu romanında; ben demeden konuşmanın, bilmiyorum diyebilmenin, zihindeki kör noktaların, hayattaki karanlık gölgelerin, unutmanın, neyi unuttuğunu bile unutmanın, yalnızlığın, sonra tekrar yalnızlığın, hatırlamanın, neyi hatırlayacağını bile bilememenin, yürümenin, hayat yolunda yürürken düşmenin, tökezlemenin, paramparça olmanın ve sonra tekrar ayağa kalkmanın, düşlerin, kendini unutan ve işleri hep yarım kalan insanların hikâyesini anlatmış.

Hayatımızla romanlar arasındaki en büyük benzerliklerden biri; ikisinde de karakterlerin bizi ele geçirip ipleri eline almasıdır. Çünkü hayatımıza hep bizden çok başkaları müdahil olur. Kendi hayatımızı tek başımıza oluşturmamız neredeyse imkânsız gibidir. Belki de unutmak, içinde bulunduğumuz bu durumdan sıyrılmak ve her şeye yeniden başlamak için yaşamamız gereken bir eşiktir. Kendini yeniden inşa etmek için bir anahtardır. Çünkü hatırlamaktan çok unutmaya ihtiyacımız var artık.

İnsan içinde ne kadar çok şey biriktirirse dışına o kadar az şey sızıyor aslında. Beklenenin tam tersi bir durumdur bu. Derdi çok olan en çok konuşan olmalıdır belki de ama durum böyle midir gerçekte? Dert söyletir insanı elbette, ama dert insana ne söyletir? İnsanı uzun uzun mu konuşturur, yoksa insanın nefesini mi keser? Elbette dert söyletir; ama dertli adam nutuk atmaz, çok konuşmaz, boş konuşmaz, önüne gelene çatmaz, herkesi eleştirmez. Asıl dertlinin derdi kendisiyledir. Dert söyletir elbette, ama türkü söyletir, ağıt yaktırır, ağlatır, sızlatır, insana hafızasını kaybettirir belki de. Dert, insana hiçbir şeyi unutturmaz aslında, dertli insan unutmaya çalıştıkça ölene kadar unutamaz hale gelir. Hakikate yaklaşır dertli insan, gerçeğe yaklaşınca acıya da yaklaşmış olur, hatta yaklaşmakla kalmaz acıya dokunur onunla hemhal olur. İnsan kendini anlamaya ve tanımaya başlayınca da huzursuzlanır, kendisiyle arasına mesafe girmeye başlar böylece. İnsan zaten, olduğu yerle olmak istediği yer arasındaki mesafede ne öğreniyorsa öğreniyor.

Aklımız bize çoğu zaman muhaliftir, bu yüzden yalvarırız, “Allah’ım ne olur aklıma mukayyet ol!” diye. Ne acı bir duadır oysa bu. Kendimizi kendimizden korumak istiyoruz. Tehlike orada değil, buradadır hep. Yanı başımızda, içimizdedir. Bu yüzden Güray Süngü, hafızasını yitirmiş bir insanın hayatı ve kendisini hatırlama çabasını hikâyenin merkezine yerleştirmiş. Hafızanın insanla nasıl oynadığını anlatmış.

Aramanın bulmaktan daha kıymetli olduğunu, hayatın bulamayacağımız şeyleri aramakla geçtiğini, aramakla bulunamayacağını; fakat bulanların da sadece arayanlar olduğunu biliyoruz. Bunu biliyor olmamız ne kadar önemlidir bunu ise bilmiyoruz. Bilmenin çoğu zaman işe yaramadığını; bulamamanın faziletini ve belki de bize düşen şeyin bulmak değil de sadece aramak olduğunu ise çok sonra fark ediyoruz. Fark edince ne mi olur, yine hiçbir şey olmuyor, sadece fark ettiğimiz şeylerle bizim aramızdaki mesafe açılmış oluyor ve artık istesek de hiçbir şeye müdahil olamayacak noktaya gelmiş oluyoruz. Yine kaybeden biz oluyoruz yani.

Bizi var eden şey konuştuğumu lisan mıdır; yoksa gerçek dil sustuğumuz dil midir, bilmediğimizi bildiğimiz dil midir, anlatmaktan çok dinlediğimiz dil midir, bağırdığımızdan çok sükûnete kavuştuğumuz dil midir, nedir gerçek dil? Konuştuğumuzu sandığımız şeyler, karşımızdakinin anladığını zannettiğimiz şeyler midir? Nedir gerçek dil? Nasıl olsa burası dünya, burada bütün işler yarım kalır, tıpkı bu yazı gibi.

 

 

 

 

 

İbrahim Varelci

İZDİHAM