Unutmanın Günahı
“Gençliğimde, genç insanların çoğu gibi ben de genç ölmem gerektiğine inanmıştım. İçimde öyle çok gençlik, öyle çok başlangıç vardı ki, ancak şiddetli ve güzel bir son düşünebilirdi; ben yavaş yavaş ölmek için yaratılmış değildim, çok iyi biliyordum bunu.” (Monika Maron, Animal Triste, çev.: Mustafa Tüzel, Alef Yayınları, s.7.)
Bu çarpıcı alıntı Doğu Alman edebiyatının nefes kesen çağdaş yazarlarından Maron’a ait. Türkçede ilk kitabı olan Animal Triste ile 2009 yılında karşılaşmıştık. Diğer kitabı olan Acayip Bir Başlangıç’la ise 2013’te (çev.: Zehra Aksu Yılmazer, Alef Yayınları). Kitaplarında, yaşlılık, beden, sakatlık, hafıza ve unutma ilişkisi, yaşamla aşk üzerinden kurulan güçlü bağ, savaş ve erkeklik gibi temaları izlek edinen Maron, 1941 yılında Berlin’de doğar. Tiyatro ve sanat tarihi eğitimi alır. Bir dönem gazetecilik yapar. 1976 yılından bu yana yazarlıkla yaşamını sürmektedir. Hali hazırda Berlin’de yaşamaktadır.
Animal Triste’de bedenin yaşlılıkla mücadelesi ve karşı koyamayışı çarpıcı bir biçimde dile getirilir. “Vücudum, özellikle tehdit altındaki kısımlarında, kocamanın başladığını belli eden o çöküş aşamasına girmişti. Dermansız kalça kırışıklıkları, karında ve uylukların iç kesiminde yumuşak, dalgalanan et, derinin altında küçük topaklar halinde çözülen bağ dokusu. Vücudum elverişli ışık koşullarında yine de gençliğinin hatlarına sadıktı ve ten ile eti geren bir duruş aldığımda gençliğe yaşlılıktan daha uzak olmadığım yanılsamasına izin veriyordu”.
Beatriz Colomina Mahremiyet ve Kamusallık isimli modern mimariyi ele aldığı kitabında Benjamin’ Erfahrung ve Erlebnis kavramlarına atıfta bulunur. Erfahrung bilincin müdahale etmediği deneyim, Erlebnis ise “yaşantı”dır yani gelişim sırasında bilincin adeta “hazır bulunduğu” biriktirmedir. Devam edersek, hafıza, tutucudur, korumaya yöneliktir, unutmaya izin vermez. Şok ise, modern deneyimi içerir. Tehlikeyi alt etmek içindir (Colomina, s.72). İnsanın kendisine yönelik tehditlere uyum sağlamasının yolu şoka maruz kalmaya ihtiyaç duymasıdır. Maron da Animal Triste’de benzer biçimde tanımlar “unutmayı”: “…henüz başka insanlarla yaşadığım sıralarda, unutmak günah kabul edilirdi, daha o zamandan benim aklım buna yatmamıştı, bunun yaşam için tehlikeli bir saçmalık olduğunu düşünmüştüm. İnsanlara unutmanın yasaklanması gibi, çok büyük bir bedensel acı karşısında bayılmak da yasaklanabilirdi, oysa ölümcül bir şok ya da ömür boyu sürecek bir travma, ancak bayılmakla önlenebilir. Unutmak ruhun bayılmasıdır (italik bana ait). Hatırlamanın, unutmamakla hiçbir ilgisi yoktur.
Maron, Animal Triste’de insanın hayatta en az yapabileceği şeyin kendini tanımak olduğunu dile getirir. Kendini başkalarının gözünden görmeyi ise başarmak mümkün değildir. Aslında Maron’a göre, yaşantının oluştuğu yer olan kendimizle ilgili sorgulayışlarımız ailemizle başlar. Çekirdek ailenin bireylerinden söz eder bize. Egemen, otoriter rolü üstlenen babasından hoşlanmama nedenlerini onun dış görünümünden örneğin ağzını şapırdatarak yemek yemesi gibi davranış kodlarından başlayarak anlatır ve önemsemeyişini dile getirir: “O adamın hiçbir sözü ve hiçbir eylemi yüzünden, en iğrençleri yüzünden bile, ölmezdim”. Annesindeki zorunlu değişimi, gördüğü şiddet yüzünden eğilip bükülmesini, karakter değiştirmesini büyümenin sancıları olarak hafızasına kaydeder ve “yaşantı” haline getirir. Oluşumunun ana hatlarıdır artık onlar. Savaş ve erkeklik birlikteliğine de değinmeden geçmez: “Savaşlar olmasaydı erkekler de kadınlar gibi yalnızca insan olurlardı, erkeklere atfedilen ölümden korkmama ve şövalye sadakati gibi belirli özelliklerin yalnızca savaş aracılığıyla yüceltilmesi değildir bunun tek nedeni; savaş, erkeklerin kökünü kazıyarak onları çok kıymetli kılmıştır. Böylece en korkunç eylemleri karşılığında kadınlar tarafından en hararetle sevilmişlerdir, bu yüzden savaşçı özelliklerinin en iyi özellikleri olduğuna inanmışlardır. Yoksa nasıl olur da… Babalarımız tüm savaşların en kötüsü olan bu sonuncu savaştan eve döndüklerinde, yorgunluktan ölmek üzereyken ve kanla, kendilerinin ve yabancıların kanıyla kirlenmişken, nasıl olur da gelecek kuşağı eğitmek için tam da kendilerinin görevlendirildiğini varsayabilirlerdi?”.
Acayip Bir Başlangıç’da ise Maron’un yine temel izleği “yaşlılık”tır. Tüm anlatı, romanın başkahramanı olan Johanna üzerinden kurulur. Yaşlanmanın mekânla kurduğu ilişki taşra- kent ikiliği bağlamında anlatılır: “Şehirde; sabahları hem gideceğim yere uygun, hem de bana yakışan bir giyside karar kılmak, makyaj yapmak için aynaya bakmak, saçımın dip boyasının geldiğini, saçlara, tene ve ete karşı verilen bu anlamsız mücadeleden bıktığımı görmek zorunda kalacaktım” . Sakatlık ve yaşlılık arasında kurduğu bağ ise çocukluktan beri tanıdığı Irene’nin sakat bedeniyle kurduğu ilişkinin benzeridir: “Duş almıyordum artık; Irene gibi bir köpük yorganın altında küvette yıkanıyordum. Akşamları ve sabahları çıplaklığımın kaçınılmaz anılarından nefret ediyordum”. Yaşlılık ve sakatlık birbirine benzer durumlardır Maron’a göre: “Çünkü yaşlılar gibi sakatlar da bazı taleplerde bulunma hakkına bile sahip değiller” dir. Yaşlılığın en cazip tarafı ise yaşlı insanlar sağlıklı ve aklı başındaysalar eğer, tamamen bağımsız olmalarıdır. Yaşlılık ve yalnızlık ilişkisi ise kocası Achim’le birlikteliği üzerinden dile getirilir. Achim, Johanna’ya göre “sırt” ya da “ense” olarak çıkar karşımıza romanda; yaş almalarıyla birlikte ilişkileri eskimiştir. Johanna geçmiş ve bugün arasında salınır durur romanda, geçmişiyle hesaplaşır. Taşra, yalnızlık ve yaşlılık ilişkisi anlatının merkezinde durur. Romana adını veren Acayip Bir Başlangıç ise bu üçlü saç ayağını terk ediş ve kent yaşamının çokluğuna bir kez daha kendini atmak anlamına gelmektedir. Yeni bir deneme, belki de son kez kendiyle hesaplaştıktan sonra kalabalıklar içine girebilmek için güç bulma. Kendinden kaçış belki de. Nitekim yaşlanmaya bakışı Animal Triste’de oldukça hüzünlüdür: “Yaşlılık hakkında söyleyecek iyi bir sözüm varsa o da, yaşlılığın iki açıdan ölüme hazırladığıdır: Hatıralarımızı sonunda hareketli dekor parçalarının az çok inandırıcı bir biyografi halinde monte edilebilecekleri kadar törpüleyip zımparalayacak vaktimiz vardır; ve sürekli çökme sonucunda kendimize bile o kadar yük oluruz ki, bizi yaşamdaki en sevdiğimizden, kendi kendimizden kurtarsın diye günün birinde ölümü özler hale gelebiliriz, ancak bu durum çürümemizin bunamamızdan daha hızlı olması durumunda geçerlidir”.
Aşk ise, içimizdeki inatçı olan, Maron’un kelimeleriyle söz dinlemez olandır. Yaşlılığa karşı bir direniştir.
Feryal Saygılıgil, Duvar Dergisi
İZDİHAM