Erdem Öztaşa, O“Nun” Hayâlinin Dilencisi
Bitkin bir şekilde yürüyordum parkta… Bir arabada çalan parça: “Özledim seni harbiden / aklıma da düşüverir aniden / içince, açılınca…”
Müziğin verdiği “melankoli” ile iyice bitkinleşmiş olan bedenim, yolda yalpalayarak yürümeme sebep olan uyuşmuş beynim ve ruhuma kadar sirayet etmiş olan “hayat bıkkınlığı” nirvana’ya ulaşmıştı.
Fırtına vardı, sokak lambası sallanıyor, ışık ise yanıp sönüyordu. Sokakta tek başıma yürüyordum, çünkü müzik çalan araba da gitmişti. Neyse ki zihnimde bunu çalabiliyordum, o kadar uyuşmamıştım. İçimde durduk yere tavan yapan özlem, bana korkunç bir acı veriyordu. Sesini özlemiştim, sesine kadar. Biraz ilerimde çok güzel bir mekân vardı, intihar etmelik ama oraya kadar yürüyecek hâlim bile yoktu. Yolda çöktüm yere…
Köpekler havlayarak üzerime gelmişti, bana sürtünüyorlardı çünkü dışarıda “it öldüren soğuğu” vardı. Bu havada dışarıda it bile ölürdü. O hâlde intihara gerek yoktu ya! Dışarısı yeterdi bana! Karlar dizime kadar ulaşmıştı. Bembeyaz karın içine bıraktım kirlenmiş ruhumu… Soğuğu bir yerden sonra hissetmemeye başlamıştım. Gözlerim kapanıyor, tatlı bir uyku geliyordu. Ama içimdeki özlem, inanılmaz derecede büyüyen o özlem, aşkımı içimde patlatıp fırtınalar koparmama sebep olan özlem hâlâ bitmemişti.
Derken kulağımda O“nun” sesi. Yüzümde bir tebessüm. İnanılır gibi değil. İşte O“nun” sesi. Gözlerimi açınca gökyüzündeki bembeyaz yıldızları gördüm, yağan kar ile beraber gökyüzünden sanki kalbime düşüyorlardı. “Bu gece gözlerinin göğünden / şiirime yıldız yağıyor” derken ne kadar da haklıydı Ferruhzâd! Göklerin doruğundan tanrıçam’ın şiiri yağıyordu! Titreme geldi vücuduma… Ama derken tekrardan gözlerim kapanmaya başladı. Bu sırada yine O“nun” sesini duydum. Muzipçe gülümsüyordu bana, yakaladım bu kez. Bana doğru yaklaştı, O’nda kendimi görüyordum. Yüzüm, ellerim mosmor olmuştu soğuktan. Hiçbir şey hissetmiyordum. Tek hissettiğim kalbimde kaynayan ateşin suratıma vurması, içimin yanması, dışımın buz kesmesiydi. Zıtların ortasında aşkımın ahengi vurmuştu meydana. Sanki çevremdeki karlar eriyordu.
O yürüdükçe O’nu gören karlar eriyor, karların yerine çiçekler açıyordu, göklerden kalbime yağan şiir, bu kez O“nun” gözlerine aksediyor, oradan ruhumu vuruyordu! Ancak gözlerim yine kapanmıştı. Gözlerim kapalı iken de görebiliyordum O’nu bu kez. Ben gözlerimi kapatınca, O ağlayarak gökyüzüne doğru uçtu, kanatlarından misk kokusu yayılıyordu etrafa. Fark edememiştim öldüğümü. O güzellik karşısında tutulan dilim, ruhumun feryadını ifade etme cüretinde bulunamamıştı. Hafızamın survivance’ında… Düş/müştüm ve ölmüştüm.
Papini’nin dediği gibi: “Ben bir düşün görüntüsünden başkaca bir şey değildim!”
Erdem Öztaşa
İZDİHAM