Cevdet Karal’ın Uzun Sürdü Hazırlığım Adlı Şiir Kitabı Çıktı
Şair Cevdet Karal’ın yeni şiir kitabı Uzun Sürdü Hazırlığım Everest Yayınları’ndan çıktı. Cevdet Karal ile Star Gazetesi’nden Hale Kaplan Öz’ün yaptığı röportajı yayınlıyoruz.
Cevdet Karal. İyi şair. Hepimiz şahidiz. Yeni kitabı Uzun Sürdü Hazırlığım henüz yayınlandı. Şairin 2006 yılından sonra, 2017 başına dek yazıp yayımladığı şiirlerin bütünlüklü bir kısmından oluşuyor. Hazırlık gerçekten uzun sürmüş, mükemmellik arayışı… “Oyuna geldiğini gördüğü yerlerin üstesinden gelmeye, yalana kanmışsa veya yalan söylemişse onlara da alışılmadık tatlar vermeye” çalışmış. Anlattı, daha çok sevdik.
Horozlu Ayna ve Ölüm, Hilkatin İlk Günleri, Cesedi Nereye Gömelim… Ardından Uzun Sürdü Hazırlığım geldi. Lafı dolandırmak istemiyorum. Bu bir başyapıt bence. Hazırlığı belki bundan uzun sürdü, ne dersiniz? Kitabın adını oluşum sürecine de atıf kabul ediyorum.
Teşekkür ederim. Uzun Sürdü Hazırlığım’ı bir başyapıt olarak karşılamanıza sessiz kalsam bu tuhaf, kalmasam o da öyle. Fakat şunu demeliyim. Her ayrıntısıyla düşünülmüş, eksiği fazlası olmayan, bütünlük fikrine sahip, çok iyi bir kitap olmasını istedim. Şiir sanatı önem kaybetmiş durumda. Kültürün oluşumu üzerindeki yaratıcı etkisi iyice azalmış görünüyor. Vereceğimiz eserlerin bu etkiyi artırmak, kaybedilmiş kaleleri geri almak gibi bir sorumluluğu var.
Ben sanatçının çalışmasında vicdanın hep işleyiş halinde olmasına önem veriyorum. Eseri hakkında şaire ilk ve en geçerli yargıyı bildirecek olan vicdanıdır. Ahlaki açıdan şair ne kendini ne okuyucusunu kandıracak bir işe girişemez. Girişmemelidir. Ne denli uyanık olursa olsun şair, şiir tarafından oyuna getirilme, kandırılma tehlikesine açık olmasına açıktır. Samimiyet anlarımızı, samimiyetten uzak düşen anlarımızı vicdanımızın küçük bir devinimiyle bize bildirmesinde olduğu gibi o da o küçük işaretlere kulak kesilmelidir. Başyapıt özelliğindeki şiirlerin karakterinde böyle bir özellik, yalansızlık buluyorum.
Kitabın hazırlık süreci gerçekten uzun sürdü. 2006 yılından sonra, 2017 başına dek yazıp yayımladığım şiirlerin bütünlüklü bir kısmından oluşuyor. Her birini tek tek, tekrar tekrar ele aldım. Oyuna geldiğimi gördüğüm yerlerin üstesinden gelmeye, yalana kanmışsam veya yalan söylemişsem onlara da alışılmadık tatlar vermeye çalıştım. Uzun süren bu oldu. En az bir yıllık bir çalışma. İsmi başta ve sondaki intihar temalı iki şiirden geliyorsa da uzun bir süre gerektiren mükemmellik arayışına da bağlanabilir bu isim.
Şöyle düşünüyorum. Giyip eskittiği bir gömleğin bile insanın hayatında bir yeri oluyor. Okurun hayatında yeri olmayacak bir kitaba ne diye emek verelim? Esaslı bir yer hem de.
‘Olgunluk dönemi şiiri’ diye başlayan klişeye yaslanmayacağım. Aydınlık var her kelimede. Allah yüreğinize ne koydu böyle?
Kendi başıma kaldığımda karşımda genç bir şair görüyorum. İstiyor ki, her yeni şiiriyle öncekileri aşmış olsun. Sizin olgunluk dediğiniz, bu tecrübenin bir sonucu olmalı. Allah yaradılıştan adına yetenek dediğimiz bir şey veriyor, bunun üstüne senin iradenle ne koyacağını bekliyor. İradeyle gelecek o şey de yalnız iradeyle açıklanacak bir konu değil. Niyet önemli. Bu niyet öyle olmalı ki, çıkış noktasında, sonucun umduğun gibi olmayabileceğine baştan rıza göstereceksin. Yani ahlaki ödev kararı… Yetenekli bir genç şair bu ahlaki kararla yola çıkar. Ben şiirden ona ulaşmak, onu ortaya koymak dışında bir şey beklemedim. Bir şiirim üzerinde çalışıyorken uyandıracağı yankının hesabına düşmedim. Şiir bitene kadar, şiiri kirletici unsurlar olarak gördüm bunları. Eğer yüreğime, sizin söylediğiniz, benim de bulunuyor olmasını dilediğim gibi, Allah’ın koyduğu bir şey varsa, bu, şiirle saf bir ilişki içinde olma niyeti, çabasıdır. Allah’ın eli şairlerin ya göğsünün üstünde ya da yüreğindedir.
‘Tehlikeli Sadelik’ şiiri adeta bu kitabın yazım sürecine dair ipuçları içeriyor. Şöyle diyorsunuz: “Ustalık öldürmüş bazı şiirlerimi / Bazılarını toyluk, acemilik / Ya süs alıp götürmüş özlerini / Ya da yavan! dedirtmiş yüreğime / Bu tehlikeli sadelik” Ustalık şiiri nasıl öldürür? Sadelik nasıl bir tehlikedir? Süs neleri alıp götürür?
İlginç, yerinde bir düşünce. Kitabın sonundaki ‘Tehlikeli Sadelik’ adlı bölüm, daha çok şiir üzerine yazılmış, benim açımdan hayat ve şiir ilişkisi üzerine kurulmuş bir bölüm. Aynı adı taşıyan şiir de, hem tekil hem genel olarak yaratım serüvenimi anlatıyor. Kitabın var olma, evrilme süreci hakkında ipuçları içeriyor. Ben bir şiiri yazıp tamamlarken de o serüvenden geçiyorum aslında. Bu da şairin hem özüne güvenini hem de özeleştirisini zorunlu kılıyor. Değindiğiniz şiirde, bu özeleştiri açıktan ve şiir yoluyla yapılıyor. Şiiri iyi bilen biri ustalığa ulaşmayı hem amaçlar hem de ondan kaçar. Şiiri ararken bulduklarınızı tekniğe çevirir, o teknikle yetinirseniz, güzel fakat yaratıcılık heyecanı olmayan şeyler yazarsınız. Acemilik de öyledir. Elindeki şiir kumaşının, değerli bir taşın kıymetini bilemeyebilirsin… Sadelikse gözü pek şairlerin işidir. Ortalama bir şairin boyunu çok aşar. Eğer numara yapıyorsan her şey kabak gibi meydana çıkar. Yüksek sadelik mefhumuna inanıyorum. Şiir, gizlediği bir şey, kapattığı bir açık, fazladan yüklendiği bir şeyi olduğu hissini vermeden “bu ancak böyledir” etkisi yaratmalı. Sade ama olması gerekenden daha fazla sade değil. “Basitlik karmaşıklığın son noktasıdır” demiş Leonardo Da Vinci. Bu öyle bir noktaya gider ki, ben aslında bir şey yapmadım dersiniz. Okursa, aynı düzlemde, gerçek bir özne hürriyeti kazanır. Şiir olduğu izlenimi verme mecburiyetine baştan yazgılı bir metnin stratejisi ise eksiltme yerine sürekli bir şeyler katmaktır. Şeylerin doğasının sonucu olmayan süs sanatta çöptür.
Ve itiraf geliyor ardından… Şairin kendini mükemmel şiire adayışını insanlar önündeki kibriyle, Tanrı’nın karşısındaki kurnazlığıyla ilişkilendiriyorsunuz. Şiir bize sizin de ara sıra o kişilerden olduğunuzu söylüyor ama orada kalmıyorsunuz. Yüreğinizden ak kâğıtta yüzen esin yüklü bir gemi olarak bahsediyorsunuz. Bu arada, mükemmel şiir kibrinden esin yüklü gemiye geçişte, neler oldu?
Kendimi hayatımın bir noktasından sonra mükemmel şiire adadığımı yadsıyamayacağım. Böyle demek kibir ifadesi, bundan aşılmış bir durum olarak söz etmekse daha büyük bir kibir ifadesi. En açıklayıcı olanı, söz konusu serüvenin tekrarlanmaya çok açık olduğu. Oraya varmanız, sonra kaçmanız gerekiyor. Öte yandan kusur bana mükemmelliğin bir öğesi olarak da görünür. Ama kusurun tabiiliği sanatta şarttır. Tabii olan güzeldir demiyorum. Oransızlık, eksiklik veya fazlalık kendiliğindenlik duygusu yaratmalı; yaratıcılık, çalışma noksanlığı olarak durmamalı. Yani yapıyı, amaçlanan etkiyi, her bir ayrıntıyı, şairi aşacak bir yaratıcılık çabası içinde düşünen, sonra ise eseri mutlak yaratıcının iradesine bırakan, onun iradesi kaderde ne tarafa derse o tarafa giden bir şiirden yanayım.
“Birer acemiyiz biz, ben ve okurum”. Kurduğunuz bu ünsiyet, bu yoldaşlık, yolu öyle gidilir kılıyor ki… Ama siz okurunuzdan kuşkulusunuz, öyle mi?
Şair kendine yol arkadaşları arar. Benzerine seslenir. Ama bu sesleniş, bu söyleşi isteği varsa varsa nereye varabilir?
Beni kimlerin okuduğunu, bu yoldaşlığı kimlerin göze aldığını biliyor değilim. Yüksek değerde veya iyi bir şiirle karşılaştığımda duyduğum heyecanın benzerini benim şiirimde yaşayan var mıdır? O şiirler benim onları okuduğum gibi okunuyor mu? Sanat yalnızlığın içinden doğan sesin duyulmasını talep eder. Sanat insanla iletişimin en yüksek ve aynı zamanda en arzu dolu yoludur.
“Evimdeki ata ne oldu/ Sanki günler boyu/ Bana bir sırrını açmaya/ Hazırlanır gibi suskundu” Bazı şiirlerde karşımıza çıkan bir at imgesi var. Nereye gidiyor, niçin susuyor, bize ne anlatmak istiyor bu at?
Kitap için uzun süre üstünde durduğum isim bu şiirin başlığıydı, Suskun At. Sonra bir bölümün adı oldu. Bu şiirin ilk okuru, daha yeni yazdığımda, muhtemelen başka yapılarda bir şiir arayışına gireceğim yorumunda bulunmuştu. Şiiri yazmaya başlamam, bir tür vizyon anı gibi bir anın akabinde gerçekleşmişti. Sonra ‘Dönen At’ adlı ikinci şiir ortaya çıktı. ‘Siste Klostrofobi’ aynı bölümde bahsi geçen bu iki şiirin arasında bir yerde bulunuyor. Oradaki at, soluğu bütün bir şehirde büyük bir sise yol açan bir at. Şiirler bilinçdışının devinimleriyle vücut bulmaya başlar, aralarında şaşırtıcı bağlantılar bulmak mümkün. Ama atın bize ne dediğini tam olarak söylemek zor.
‘Siste Klostrofobi’ şiiri “Zamanlar kapalı, anlam dar” dizesiyle başlıyor. Bu baskılanma şair için nasıl bir verim? Şiirin son iki dizesi ise şöyle: “Mademki varsın şarkıma katıl / Merhametli ışık için yakaran şarkıma”. Bu‘merhametli ışık çağrı’sına ulaşana dek nasıl bir genişleme yaşatıyor yazmak?
‘Siste Klostrofobi’ hayatın maddi tarafıyla, içermesi gereken manevi boyut arasındaki çatışmanın şiiri. Bundan bahsetmekle, şiirimin kendini bence en güçlü şekilde ortaya koyduğu alandan bahsetmiş oluyoruz. Bu çatışma, sıkışmışlık, insanın saf, ne dense ona inanan bir varlık olmaktan çıkıp arzuları tarafından baştan çıkarılmaya mahkûm olduğu, bilerek, bilmeyerek bunu seçtiği zamanlardan beri böyle. Hiçbir şeyin seçilemediği, her şeyin karardığı zamanlar olmasa birey dönüp içine bakmaktan aciz kalacak, bu şansa sahip olamayacak. Bu şiir, bağlandığı noktaya bakıldığında görüleceği gibi, Tanrı’ya yalvarış şiiri. Tabii sitem, tehdit tonlarından geçilerek yol merhamete sığınışa varıyor. Tanrı tarafından yalnızlık, acz içinde bırakıldığı duygusuna kapılmış insan var burada. Ama aynı zamanda kendini Tanrı’nın tek muhatabı olarak görüyor ve bir meydan okuma içine de giriyor. Manevi alanın dünyevilik tarafından olabildiğince sıkıştırılmış olması durumunda kendisinden ilk sesin çıkmasını bekleyeceğimiz kişidir şair. Romancı, düşünür, bilim adamı hatta din adamı değil. Çığlık atma, infilak etme kabiliyeti şairdedir. Genişleme bu çığlıkla geliyor.
Bu şiir, şairin nesi, memleketi neresi?
Şairin hayatından ibaret, onunla sınırlı değil. Temelini kuşkusuz o oluşturuyor. Şair kitap boyunca başka insanlar olmayı, onların içinden konuşmayı deniyor. Bu şiirin memleketi değil ama yurdu ölümlülük duygusu.
Hayatımda kendimi aştığım nokta şiirlerimdir. Öyle sanıyorum ki hem Cesedi Nereye Gömelim’de, hem Uzun Sürdü Hazırlığım’da, insan, özgün bazı deneyimleriyle karşımıza çıkıyor. Bunlar aynı zamanda okurun da kişiselleştirebileceği deneyimler.
Eklemek istediğiniz şeyler var mı?
Şiir kitaplarında ithaflar olur, teşekkürlere rastlanmaz. Bu röportajda bazı dostlarımı anmak istiyorum. Son iki kitabıma yaptığı kapak tasarımlarıyla Mükremin Seçim şair elinden çıkmışa benzer imgeler yarattı. Değerli Murat Yalçın’la genç şair arkadaşım Elyesa Koytak kitabımın ilk editörleri oldular. Davut Köse hazırlığım boyunca sabırlı bir okurumdu. Önerilerinden yararlandım. Şair mucizeler atölyesinde çalışır. Kapısı bazı dostlara açık olmalı, kimi de davet edilmelidir.
Hale Kaplan Öz, Star
İZDİHAM