İsmet Özel, Bir Şeyi Yaramıyorsa İşimize Yaramaz
Faydasından medet umduğumuz ışığın karanlığı yardığını farz ediyoruz. İnsana mahsus başarıyı tespit edişimiz onun hangi türden olursa olsun bir kuşatmayı yarışında tecelli ediyor. İnsanlaşma katında tacı, tahtı yarışın birincisinin hak ettiğine inanıyoruz. Müslümanlık varsa cehaletin yarılan kadarında var. Her yerde ve her çağda yarmanın sükûtunun menfiliklere başlatıcılık imkânı verdiğine dikkat edelim. Bidat ve hurafe yarmıyor, ihlâl ediyor. Ne ki yaramıyor ona yaramazlık düşüyor. Bu tarz yaklaşımı elde tutarak siyasal İslâm sözünün neyi anlattığı ferasetine ancak erişebiliriz.
Başlangıçta, yani 1973 Hıristiyan yılına kadar Türk topraklarında yaşayan kadınların başının açık olup olmamasıyla İslâm’ın Türk hayatındaki yeri birbiriyle bu derecede münasebettar değildi. Başörtüsü bir yarma hareketinin kıstası haline siyasal İslâm eliyle getirildi. Siyasal İslâm tabirinin tuhaflığı oynanan oyunda mündemiçtir. Vakit geçirmeden bu tabirin mânâsı ile bire bir örtüştüğünü vurgulayalım. Siyasal İslâm lâfzını andığımızda bahsini ettiğimiz şeyin İslâm’ın “siyasî” veçhesi olduğu sanılmamalıdır. Siyasî İslâm demeyip siyasal İslâm diyoruz çünkü her haliyle ve her zamanki haliyle bu tabir Türklerin tarihî rolünden zarar görmüş olanların yaptığı bir şeyi anlatır. Türk hâkimiyetinin menhus planlarını alt-üst ettiği kimseler Türkçede “uysal” ve “kumsal” haricinde hiç kullanılmamış bir eki en yaygın takı haline getirerek –sallı, –selli bir cinneti üslûb-u beyan sayarak “tarihî” yerine “tarihsel” demektedir.
Halkın “şapka inkılâbı” ibaresiyle andığı düzenleme kadınların kıyafetine bir muayyeniyet getirmediği halde kadınların başlarını açmalarıyla inkılâpların tamamı Türk topraklarında eşgüdümlü kabul edildi. Bu kabul felsefeye çok uzak bir baş örtme hadisesine araçlık etti. Biz Türkler başörtüsünün küfre direniş serencamımızda gücümüze güç katan bir unsur şekline kavuşacağı hazırlığı içindeyken türbe yeşilinin dolar yeşiline dönüşmesinin rahatsızlığıyla uğraşmak zorunda kaldık.
Başörtüsü “surda açılan gedik” haberinin nişanesi iken siyasal İslâm marifetiyle o gediği tıkayan üstüpü şekline sokuldu. Bu demek, başörtüsünün Türk vatanının müstemleke arazisi konumuna girmesine engel olma nişanesi iken, Dünya Sistemiyle kıyasıya yaşanan uyumsuzluğun uyarlanma politikası haline getirilmesi, Müslümanlığını müstemleke ahalisine mensubiyetin bir veçhesi bilenlerin yaşama üslubuyla harman edilmesi demekti.
Yarma çabası nasıl oluyordu da bir çeşit yarılma sonucuna ulaşıyordu? Bunun açıklaması Türk aleyhtarlığının devlet mekanizmasında yer alma vizesi durumuna girişindedir. Tanzimat sonrasında Türklük karşıtı etkinlikleri yürütebilmenin tek yolunun Türk bilinmekten geçtiği sarahaten görüldü. Kapitalizm cihetinde sergilenmiş oyunda seyirci sizi Türk biliyor. Bu bilinmeyi size Türk olmayışınızın sağladığını da siz biliyorsunuz.
Düşünen insanın olanlarla olması gerekenler arasında dibi görünmeyecek kadar derin bir uçurum bulunduğunu fark etmesi onun düşünebildiğinin delilidir. Aynı insan uçurumun iki yakası arasındaki mesafeyi aşacak gücün elde bulunmadığına da vakıf. Bu aczini biliş insanı düşünmekten imtina etmeğe mi götürmeli; yoksa olanlara rıza göstermeğe mi? Ne biri, ne öbürü… Eğer razı olmamayı yararlı görecek kadar aklımız başımızdaysa elimizde yarma imkânı da var demektir. Olana rıza gösteren yaramaz, yarılır. Türk varlığının kapitalizmi icbar ettiğine bir kez aklınız erdi mi, kapitalizmin talepleriyle yarılmış olduğunuzu fark etme gücünüzü de koruyorsunuz demektir.
Roma’da Romalılar gibi yapmak sadece kendine mahsus yapış tarzını kaybetmiş olanların müracaat ettiği bir davranış biçimidir. Türk kendine vatan edinirken bunun usulünü de, üslubunu da görünür şekle soktu. Şimdi yarma hareketi zamanını yaşayacaksa Türk gibi yapma numarasıyla gemilerini yürütenlerin sularını terk ile Türk olarak yapışın bereketine talip hareketi gösterenlerin nezdinde yaşayacaktır.
İsmet Özel, 23 Kasım 2017, İstiklal Marşı Derneği Sitesi
İZDİHAM