İsmet Özel, Allah Müslümanların Tarafını Tutar mı?
Evvel istibdat idi
Açtın mı ağzını bellerlerdi ananı
Şimdi devr-i hürriyet
Önce söyletirler, sonra bellerler ananı
Günler gelip de geçti sanmayın; günler delip de geçti. Hangi günlerdi onlar? O günler “Ben başımı inancımın gereği örtüyorum, her hangi bir bilinen ideologi taraftarı değilim” diyenlerin böylesi bir iddia ile mesafe kat etme derdine düşüp inançlarının aşağılanmasına giden yola taş döşediği günlerdi. Ne ola idi ki inançları? Madem âyetli, hadisli bir söylemi seçmişlerdi; başı örtülü kızlardan kaçının gözü ferâiz partizanlığını alıyordu? Türk milletinin teşekkülü ve idamesi şartlarını karartarak Müslümanlık havası atanların solculuk özentisi pahasına başlarını açarak ve/veya örterek ne zararlar ürettikleri görülmeğe değerdi.
Müslüman bilinen insanlar ve fakat onların bilhassa Türk topraklarında Müslüman bilinmekte, Müslüman görünmekte olanları kendilerine bir değer atfedilmesini hak ediyor mu? Gerek Türk topraklarında ve/veya dünyanın her köşesinde, her bucağında mevcudiyetini izhar eden Müslüman nüfusun olancası saymaca yaftaları Müslüman olarak yazılmış insanlardan ibaretse, yani Müslümanlık dediğimizde bir demografik vakıadan söz ediyorsak en sahici münakaşa mevzuu Allah’ın Müslümanların tarafını tutup tutmadığı olmalıdır. Hiç dikkatinizi insanların Herodot’tan itibaren kafadan attığı tarihle Allah’ın bize verdiği tarih arasındaki farka teksif ettiğiniz oldu mu? Allah bize, biz Müslümanlara, giderek Türklere hiçbir ümmetin nasibine düşmemiş bir tarih verdi: Üretimler marifetiyle tezyifata, tezvirata uğratılamamış bir Asr-ı Saadetimiz var, dünya süsü tezyifat ve dünya süsü tezvirat karşısında hangi tavrı takınmamız gerektiğini öğrendiğimiz bir Hulefa-i Raşidin devrimiz var. Bu tarihin ne değer taşıdığından bihaber sefiller evine bir kez bile üzerinde para bulundurarak girmemiş Resul-i Ekrem’in öldüğünde zırhlarından birinin bir Yahudi’ye rehin bırakıldığı haberini şaşkınlıkla karşılıyor.
Hareketlerini şaşkınların iddia ve faraziyelerle dolu dünyasının dalgalanmasına uyduranların Müslümanlığına rıza gösterildiğinde payımıza Allah’ın gazabından başka bir şey düşmediği gündelik hayatla doğrulanmaktadır. Gündelik hayatın baskısı hepimizin üzerinde iz bırakarak devam ediyor. Baskı karşısında tepkimiz ne olacak? Elimizden gelenin ne olduğunun haberi hoşumuza gidiyor mu? İnsana mahsus hayat varsa, bu hayatın tekmili şartların şuuruna taalluk eder. Ben bu satırları Allah’ın inayetine teveccühüm sebebiyle yazmıyorsam uğranılan zararı artırıyorum demektir. Zarara uğrayan kimler? Fayda, zarar, kâr ölçülerimiz ne?
Salih amelden kaytarmanın yolunu İslâm’da bulduğu zannı gölgesinde yaşayanlar var. Oysa kendini Türk varlığı olarak adlandırılan şeyi İslâm’dan tecrit edip insana ilişkin her hangi bir şeyi anlama, anlatma çabasına vakfeden herkes zarara uğramıştır. İslâm’ın tarih içinde billur hale gelişi onun üç monoteist dinden biri sayılmasından ziyade Türklerin dini oluşu sebebiyledir. Bu yüzden herhangi bir şeyin hem Türklüğün aleyhine hem de insanlığın faydasına olması mümkün değildir. Hayatta ve ayakta kalmanın medeniyet canavarına imanı boğdurmak anlamına geldiğini, kârın Türk varlığını hiçe saydıkça yükseldiğini tecrübe edenler dünya algılarını Kur’an nazil olmamış gibi davranma noktasına sabitlediyse neyin Türkler lehine neticeleneceğini bilmek İslâm dairesinde kalmanın teminatıdır.
Kur’an Arapça nazil oldu; ama her Arap Müslüman olmadı. Her Türkün kimliğini İslâm dairesinde buluşu Kur’an-ı Kerîm’in Türk dillerine ebelik edişi sebebiyledir. Ancak bu dillere imtisal edenler Türk kalabildi. Estonyalıların, Bulgarların, Finlerin, Macarların, Eskimoların, Amerika yerlilerinin Türk olmayışları başka türlü izah edilemez. Türklüğün irtibatı Asr-ı Saadet ve Hulefa-i Raşidin devrinden kesildi mi insan türünün serapları tefekkür diye yutması adî vakıa sayılacaktır. Yaratılmışlar arasında kötü şartları tebcil eden insandan başkası olmasa gerek.
30 Kasım 2017
İsmet Özel, Kaynak: İstiklal Marşı Derneği sitesinden alınmıştır.
İZDİHAM