Levent Yılmaz; Mim Kara’nın Ergen Ruhlar Kitabı Üzerine
Yolda yürürken bulunan, yirmi yıl önce kaybedilmiş bir totem
İnsan hayatı bayağı bayağı tesadüflerin etkisi altında. Ama, bu tesadüfleri yaratan maddi koşullar da var. Örneğin kitap sevmeseniz, kitapçıya girmezsiniz. Şiir sevmeseniz, kitapçının şiir reyonuna da bakmazsınız. Dün, canım sıkkın, dünyanın bin türlü aptallığına kızgın, eve dönüyordum. Öğleden sonra hava açmış, güneş çıkmış, Boğaz’ın suları tirşeden camgöbeğine dönmüştü. Karaköy’den Kadıköy’e geçen motor, üç durakta durur. İlki Haydarpaşa, ikincisi Rıhtım, üçüncüsü de Kadıköy’ün Mühürdar kısmındadır. Aslında ben hep en sonuncusunda inerim. Oysa, sıkkın ve bezgin halimle, hava da açınca, Rıhtım durağında indim. Salına salına, artık vaktim çok olmadığından beceremediğim flâneur günlerimi özleye özleye eve doğru yürür veAhmet Altan’ı arasam da bana bir kadeh bir şey ısmarlasa derken kendi kendime, bir kitapçıya girdim. Bu kitapçıya ikinci girişim aslında. İlkinde, yeni kurulan 160. Kilometre Yayınları’nın şiir kitaplarını almak için girmiştim. 160. Kilometre, genç, küçük ama gayet cesur, edebiyatın hakkını vermekten başka bir çabası olmayan bir “şiir” yayınevi. Yine de, örgütlü bir yayınevi. Şiir dünyasının genç- orta yaşlı şairlerini etrafında toplayan, kendince bir yaygınlığı olan bir yayınevi. Bu yayınevinden çıktığını bildiğim, bizim kuşağın en ele avuca gelmez “barbar” şairi Osman Çakmakçı’nın düzyazılarını sordum. Yokmuş, ya da daha gelmemiş.
Sonra, gayrı ihtiyari, bildik büyük yayınevlerinden çıkan şiir kitaplarına değil de, küçük, bilinmedik, bir kez çıkıp sonra kaybolan yayınevlerinin kitaplarına yöneldim. Büyük, bildik yayınevlerinde “şiir” kitabı yayımlamak zor elbette, ama zorluğu aşanlar da genelde yayın yönetmenlerinin arkadaşları falan. Bir tür ahbap-çavuş ilişkisi oluyor bu kurumlarda, dolayısıyla da yeni yayımlanan genç şairlerin “ilk” şiir kitapları, iyi olduklarından değil (haklarını yemeyeyim, kimi zaman iyileri de oluyor), daha ziyade, tanıdık işi olduklarından yayımlanıyorlar. O yüzden de küçük yayınevlerinin kitaplarını her zaman için çok daha heyecan verici bulmuşumdur. Ancak, doğrusunu söylemek gerekirse ne kadar heyecan verici olursa olsun bu girişim, kitabı açıp okumaya başlayınca insanın hevesi çoğu zaman kursağında kalır: Bu tür kitaplar genelde genelgeçer duygulanımların yavan ifadelerini kafiyelerle arka arkaya dizmekten öteye geçemezler. Öyle olmayan şiir kitaplarıyla en son yıllar önce karşılaştığımı hatırlayıp hafif hayıflanır hafif de yaşlandığımı düşünmeye başlamışken, aklıma yirmi- yirmi beş yıl öncesinin tecrübeleri geldi: Geniş Zamanlar dergisinde Birhan Keskin’in şiirlerini okuduğumda duyduğum haz (ki bugün, bence Türkçenin yaşayan en iyi şairlerindendir): Seyhan Erözçelik’in Hayâl Kumpanyası’nın ilk 250 adet basılan ve numaralanan nüshalarından birini elime geçirip okuduğumda duyduğum şaşkınlık; Osman Çakmakçı’nın “göçebe” şiirleri, Ahmet Güntan’ın kendi bastığı Köpüklü bir Kan bir Duman’ının o raflara sığmayan boyutu ve tel zımba cildi falan…
Sevdiğim şairleri yıllardır takip ediyorum da, yeni şairlerden beni sarsalayan, şaşırtan, heyecanlandıran bir kitap okumayalı dedim kendi kendime, çok uzun zaman oldu… En son,Mehmet Öztek’in Ben Google Değilim’i bu çok eski hissi yeniden uyandırır gibi olmuştu ama neMahfil, ne Heves ne de Fayrap’ta gördüğüm şiirler öyle “kopartan” türdendiler (ama çok iyi düzyazılar okudum bu dergilerde, mesela Efe Murad’dan). Belki, diyordum, hâlâ diyorum, ben yaşlandım. Tanpınar’ın dediği gibi, “Yeni şiirimizi Orhan Veli’yi falan seviyorum da, canım şiir çekince açıyorum Baki efendiyi…” Oysa, öyle olmamasını kalpten diliyordum.
Dediğim gibi, dün, serseri serseri bu kaybolmaya mahkûm küçük şiir kitaplarını karıştırırken, bir taraftan Oktay Rifat’ın “Küçük deniz, sığ deniz, ben zavallı denizleri sevdim hep” dizesi aklımda, tuhaf, defter gibi bir kitapla karşılaştım. Kraft kaplı bir defter, hatta Moleskine defterleri gibi lastikli bir kitap. Adı, Ergen Ruhlar İlmihali. Barbar Kitap diye bir yayınevi (ve bu arada, Lale Müldür’ün Anne Ben Barbar Mıyım? kitabını unutmak ne mümkün!). Yazarı, bir mahlas kullanmış: KARA. Açıyorum kitabı öylesine. Kara, kitabı “dünyada ismimi unutturup beni çocuğuymuşum gibi sevene” ithaf etmiş. Sultanbeyli’deki bir yayınevinin ilk kitabı. Kapak tasarımı ve içindeki güzelim “resimcikleri” Ahmet Demir yapmış. Gayet özenli bir mizanpaj. Dikiş cilt. Sayfa ayracı olarak kullanılacak bir iplik. Kaliteli bir kâğıt. Şaşkınım.
Ama şaşkınlığım kitabı rastgele okumaya başladığımda, üçüncü şiirde, daha da artıyor: “soyutlama yapmadan, soyutlama yapmayı bilmeden yaşayacaksın. herkesin çok kolay yaptığı şeyler sana zor ve karmaşık gelecek. çevrene hayret ve hayranlık dolu bakışlar atarken yitirilmiş bir alışkanlık duygusunu arayacaksın her şeyde. öğrenmeye, alışmaya, benzemeye çalışacaksın. korkacaksın uyumsuz sanılmaktan. sen bu acemi ilk adımları atarken kimse tutmayacak elinden. dahası bu yetişkin bedenindeki çocuğu kimse görmeyecek bile.”
Devam ediyorum öylesine okumaya ve en son yıllar önce ellerimde tuttuğum ve uzun zamandır kaybettiğim “şaşırma” isimli totemi buluyorum. Yirmi yedinci şiir, şaşkınlığım artıyor: “çocukların oyunları büyüklerin oyunlarından daha saygıdeğerdir. onlar kurmaca olana tapınmayı geçirmezler akıllarından. masal yazarı değil, masal kahramanı olduklarının bilincindedirler. unutacaksan onların oyunlarında unut kendini. ve neden hayata değil masallara inanman gerektiğini anlamaya çalış çocukların gözlerinden.”
Ve basbayağı, kendimi bir Müslüman Petrarca ile karşılaştığımı zannettiğim, şairin aynı Petrarca’nın Ventoux Dağı tırmanışında yazdığı gibi ikiye yarılmış bir kişi olduğunu fark ettiğim, alçalarak yükselmeye çalışmanın beyhude olduğunu ama bu dünyada başka türlüsünün de mümkün olmadığını söylediği altmış sekizinci şiir: “durmadan yürüdüm ama hiç ilerleyemedim diyorsun. yükseldiğimi zannederken alçak yerlerde dolaşmışım hep diyorsun. boşlukları doldurup eksiklerimi kapatırken başka gedikler açılmış hayatımda, sürekli gelgitlerle geçiyor ömrüm diyorsun. (…) sana kim ilerleme yükselme komutu verdi ki. yok eğer kendi kendine komut verip uyguluyorsan bu da ayrı bir dert. yani vazgeç diyorum ben de. ilerleme yükselme diye bir şey yok. bunlar keşişlerin uydurduğu şeyler. nefes alıp yürümeye devam et. başka ezberin, başka rolün olmayacak bu dünyada.”
Turgut Uyar için zar atmıştı Ataç. Ben zar falan atmıyorum. Çünkü Kara’nın Ergen Ruhlar İlmihaliiçin “bir zar atımı asla değiştirmeyecek tesadüfü”: Çok, ama çok iyi bir kitap bu (hamlığı bile çok güzel). Uzun yıllardır kaybettiğim totemimi bana tekrar buldurttuğu için kendisine teşekkür ederim.
Levent Yılmaz
İZDİHAM