Keşke’nin Sularında Boğulmak
İnsan başına geleceklerden habersiz yaşar. Güzeldir bu. Gelecekte nelerin olacağını bilmediğin bir yaşam sürmek, insanın bugününü yaşamasını kolaylaştırır. Bilmemek bir nimettir bu yüzden. Ama insanın bitip tükenmeyen bir merakı ve bilme isteği vardır. Kendini tehlikeye atmayı bile göze alabilir bunun için. Zorluklara göğüs gerebilir, yanlış anlamalara bel bağlayabilir ve işin sonunda üzülmeye, hatta kahrolmaya bile razı olabilir. İnsan tüm bunlara gerçekten katlanabilir mi, orası muamma. İnsanın çocukluktan çıkamadığı ve bir türlü büyüyemediği yer, burasıdır işte.
Ateşin yaktığını henüz çocukken kibritle oynadığımızda öğreniriz, büyüyünce de sanki o bilgiyi unutmuşcasına hâlâ kibritle oynamaya devam ederiz. İnsanız; duvara toslamadan, yanmadan, mahvolmadan, heder olmadan hiçbir şey öğrenemeyiz. Hayatta öğrendiğimiz ne varsa hepsini; bizi acıtan, kanatan ve derin bir üzüntüye gark eden hadiselerden öğrendik. Kendimizi dipsiz bir kuyuya düşerken, tarifsiz bir can sıkıntısıyla boğuşurken, aldığımız bir kararın sonuçlarıyla kavga ederken, acımasızca eleştirirken ve yaşadığımız kırılma anlarıyla kıyasıya hesaplaşırken buluruz. Eğer insanın kendisiyle bir derdi varsa tüm bu ıstırapları yaşıyor demektir. Geriye dönüp baktığımızda pişmanlıkların, keşkelerin ve ertelenmiş mutlulukların hayatımızda çok yer kapladığını görürüz. İşte bu çok acıdır: İnsan geleceğini şekillendiremediği gibi geçmişinin baskısından da kurtulamıyor, sürekli baskı altında hissediyor kendisini. Bir köşeye kıstırılmış, kolları ve ayakları bağlanmış, hatta ağzı da bantlanmış gibi. Çok garip ama bu böyle. İnsanın yaşadığı hayatı fark etmesinin yegâne yolu budur belki de.
Keşke çok güzel bir kelimedir, bu yüzden çok sık kullanılmamalıdır. Oysa hayatımız hep keşkelerle doludur. Şu an bile, bu cümleyi okurken, içimizden onlarca keşke geçmiştir. Keşke yapmasaydım, keşke gitmeseydim, keşke gelmeseydi… Bunlar hiç bitip tükenmez bir halde zihnimizde debelenip durur; bizi yorar, bizi kendimize yabancılaştırır ve bazen de çıkmaza sokar. Kim bilir, belki de insan çıkmaza girmek ve orada uzun bir süre kalmak istiyordur. Buna söylenecek bir sözümüz yok.
İnsandan insana şükür ki fark var denilmiştir. Ne kadar insan varsa o kadar hayat var. Kimseyle mutabık olamıyoruz, belki de olmamalıyız. Herkes kendine ağlıyor, kendisi için konuşuyor ve kendisi için ölüyor. Bir arada yapılan onlarca iş varken, kişinin kendisini bu kadar yalnız hissetmesi, belki de bunu bir zorunluluk olarak görmesi, yaşadığımız hayatın özeti. Sıradan insanların böyle bir derdi olmayabilir;ama kırılgan, hüzünlü ve ince ruhlu insanlar hayatla bir uyumsuzluk sorunu yaşıyor. Kimse onları görmüyor mu?
Geleceğin bilgisinin bize verilmemiş olması, çok bariz bir şekilde bir imtihanda olduğumuzun göstergesi. Sınırları belli bir akılla ve anlayışla hareket edişimiz de elimizi kolumuzu bağlıyor. Her şeyi anlama ve anlamlandırma çabamız da çoğunlukla boşa gidiyor; yoruluyoruz, her şey birbirine karışıyor. Gerçeklerle yalanları ayırt etmek zorlaşıyor. İşin içinden çıkılamayacak meseleleri haddinden fazla düşünüyoruz. Yaşadığımız hayat bize basit düşünebilmeyi unutturmuş, farkında bile değiliz.Dünyada çok fazla çeldirici var. Ayağımız her an takılabilir ve yere yüz üstü kapaklanabiliriz; her yanımız kana bulanabilir, elimizi de kana bulayabiliriz. Bıçak sırtında yürüyoruz, hatta bıçağın sırtında değil, keskin tarafında. Gidilemeyecek yerlere gitmek isteğimiz, olmayacak sevdalara kapılmamız, düşülmemesi gereken çukurlara düşmemiz, söylenmeyecek şeyleri söylememiz, olmayacak kıyafetleri üstümüze geçirmemiz, hep başkası olma hayallerimiz bu yüzden. Bir türlü karar veremeyişimiz ve kendimize bir merkez tayin edemeyişimiz de bu yüzden: İnsan kendinden çok uzaklara gitti ve artık haber alınamıyor ondan.
Sürekli bir şeyleri değiştirmeye çalışıp durduk ve değiştirmeye çalıştıklarımız olduk sonunda. Her şey olduğu yerde kaldı; ama bizde de birçok iz, yara ve is kaldı. İnsanların dumanları tenimizde tütüyor. Taze ve ıslak et parçacıkları. Nemli gözler ve yağlı saçlar. Kirli çarşaflar ve tozlu raflar. Kokular hiç silinmiyor. Sizi geçmişiniz asla bırakmıyor: tehditkâr, müdahaleci ve sorgulayıcı.
Kutsal sözlere sarıldım: Anne, Allah ve Kitaplar… Kurtulmayı bekliyorum. Gelecekten habersiz bir şekilde yaşamayı sürdürüyoruz. Ah kendimiz. Kıyılarına vurduk kendi sahilimizin. Bir adada mıyız? Kimsecikler yok etrafta, olmasın, kalabalıklar varken de yalnızdık nasılsa. Şimdi kendimizle konuşabiliriz: Nasılsın, iyi misin?
Her konuşma, zincirin kopmaya başladığı yerden başlıyor. Tutunacak dallar da birer birer çatırdamaya başlıyor. Bazı ağaçlar ise kökünden çürüyor. Ellerinin üşüdüğünü mü hissediyorsun? Avuç içlerine hohla. Nefesinle ısıt kendini. Nemli ve ılık nefesinin sana yaşam kaynağı olacağını bile düşünmemiş olabilirsin. Çünkü geleceğin bilgisinden yoksunsun. Bazen büyük adımlar, geriye dönmekle de başlayabilir. Serçe parmağını küçümseme bu yüzden. Bir ağaç kendinden başka hiçbir şeydir, insan kendinden başka her şey. Bazen yol olur kendine, bazen engel. Yazgının yasasıdır: olan olmalıydı/olacak olan olur/o halde olan olur.
İbrahim Varelci
İZDİHAM