Gülenay Börekçi, Adorno’dan Cioran’a Parçalanmış Edebiyat
Paul Valery, bir kitap hakkında makale yazmak için o kitabı karıştırıp sayfalarına şöyle bir göz atmanın yeterli olduğuna inanıyor, hatta bazı kitaplar söz konusuysa yazmadan önce okumanın sayısız sıkıntılar yaratabileceğini düşünüyormuş. “Eleştirisini yapacağım bir kitabı asla okumam, insan etkileniyor” diyen Oscar Wilde ise, bir kitabı okumak için en uygun sürenin altı dakika olduğunu, bu süre uzarsa okuma sürecinin zihnimizde kendi otobiyografimizi yazma sürecine dönüşebileceğini öne sürüyormuş. New Yorker yazarı Mark O’Connell da benzer şekilde düşünüyor günümüz okurunun bildiğimiz edebiyata, daha doğrusu başı, sonu, ortası olan standart romanlara değil, fragmental kitaplara ihtiyaç duyduğunu söylüyor. Bir bakmaya değer…
Gülenay Börekçi
Adorno’dan Cioran’a Fragmental Edebiyat
Mark O’Connell imzalı bir makaleye rastladım geçenlerde. Kendi deyişiyle, “sevdiği kitapları başka kitaplarla aldatan” O’Connell, “iştahlı” bir okur olduğunu ama kitaplara duyduğu tutkulu aşkın onları kolayca terk etmesine engel teşkil etmediğini anlatıyordu. “Ne yapayım, çok fazla okuyor ve yeni kitaplara ‘Hayır’ demekte zorlanıyorum, öyle olunca da, pekala hoşuma giden bir kitabı yarım bırakıp kitapçıda rastlayıp vurulduğum bir başkasına geçebiliyor ve öncekini unutuyorum” diyor. Her zaman böyle değilmiş tabii, ara sıra “esas kitaba” geri döndüğü ve kaldığı yerden devam ettiği de oluyormuş. (İhanetin gölgesi?)
Şahsen, birkaç kitabı aynı anda okuyabilenlerden değilim, bir kitaba başlamış ve âşık olmuşsam sonuna kadar devam ederim. Bu açıdan, sadık olduğum söylenebilir, en azından elimdeki kitabın son sayfasına kadar. Fakat sorun şu aslında: Âşık olduğum kitap sayısı gitgide azalıyor. Nedenini düşünmem gerek.
Mark O’Connell haklı olabilir mi? Zira onu ihanete sevk edenin, bildiğimiz edebiyat, daha doğrusu başı, sonu, ortası olan standart romanlar olduğunu ve günümüz okurunun bunların yerine, parçalar halinde yazılmış fragmental kitaplara ihtiyaç duyduğunu söylüyor O’Connell.
Kısa bir liste de veriyor: Theodore W. Adorno’nun “Minima Moralia”sı, Fernando Pessoa’nın “Sessizliğin Kitabı”, E. M. Cioran’ın “Çürümenin Kısa Tarihi”, Walter Benjamin’in “Pasajlar”ı, atlayarak, bir yerden bir yere hızlı geçiş yaparak, bazı bölümleri geri dönüp yeniden okuyarak da olsa sonuna kadar gidebildiği kitaplardan.
Minima Moralia
Adorno’nun “Minima Moralia”da amacı kendi deyişiyle, “her noktası merkeze aynı uzaklıkta olan bir yazıya ulaşmak”. Bu sebeple, felsefe, günlük hayat, siyaset, edebiyat, müzik, psikoloji gibi ilgilendiği bütün alanları fragmanlar halinde, sonlarına aforizmatik yorumlar ekleyerek bir araya getiriyor. Varoluşçularla ya da psikanalistlerle sıkı polemiklere girmeyi ihmal etmiyor elbette. İlgilendiği konular arasında yok, yok. Gülüp geçtiğimiz astroloji bile Adorno’nun merceği altında, büyük tarihsel eğilimleri açıklayan bir şifre haline geliyor.
Okumadığımız kitaplar
Bana öyle geliyor ki dürüst okurların sayısı son yıllarda gittikçe artıyor. Aklıma, Pierre Bayar’ın kaleme aldığı “Okumadığımız Kitaplar Hakkında Nasıl Konuşuruz” adlı çarpıcı inceleme kitabı geliyor. Bayar’ın destek aldığı edebiyatçılardan biri, şair Paul Valery. Valery, bir kitap hakkında makale yazmak için o kitabı karıştırıp sayfalarına şöyle bir göz atmanın yeterli olduğuna inanıyor, hatta bazı kitaplar söz konusuysa yazmadan önce okumanın sayısız sıkıntılar yaratabileceğini düşünüyormuş. “Eleştirisini yapacağım bir kitabı asla okumam, insan etkileniyor” diyen Oscar Wilde ise, bir kitabı okumak için en uygun sürenin altı dakika olduğunu, bu süre uzarsa okuma sürecinin zihnimizde kendi otobiyografimizi yazma sürecine dönüşebileceğini öne sürüyormuş. (Ben Wilde’ı çok seven biri olarak bu altı dakika masalına inanmayın derim, bunu sadece dikkat çekmek için söylemiş bence.)
Gülenay Börekçi
İZDİHAM
Kaynak: egositokur