Gülün Adı, Hatırlanası 20 Alıntı
Umberto Eco’nun on milyondan fazla satarak diğer eserlerini gölgede bırakan ilk romanı Gülün Adı, 14.yüzyılda bir manastırda zehirlenerek öldürülen bir rahibin ardından başlatılan cinayet soruşturmasını anlatıyor. Bu eser, orta çağ Hristiyan dünyasını irdeleyen tarihsel bir roman olmasının yanı sıra polisiye öykü kurgusuyla da okuyucusunu sürüklüyor.
Gülün Adı Hatırlanası 20 Alıntı
Bilgi, en iğrenç işlemlerden sonra bile fizik bütünlüğünü koruyan bir madeni paraya benzemez; kullanıla kullanıla epriyen çok güzel bir giysiye benzer daha çok. Gerçekten kitabın kendisi de böyle değil midir?
Bilim, yalnızca insanın yapması gerekeni ya da yapabileceğini bilmesinden ibaret değildir; yapabileceğini, ama belki de yapmaması gerekenin bilinmesini de içerir.
Bir yazar kendi yapıtı üstüne yorum yapmamalıdır, yoksa bir roman yazmamış olur, çünkü roman yorumlar üreten bir makinedir. Yazar yorumlamamalıdır. Ama niçin ve nasıl yazdığını anlatabilir.
Biricik gerçek, gerçeğe duyulan çılgınca tutkudan kendimizi kurtarmayı öğrenmektir.
Düşünülmesi gereken biricik şey, yaşamımın sonunda bilincine vardım bunun, ölümdür. Yolcunun dinlenmesidir ölüm, her işin sonudur.
Eskilerin bilgisine sahip değiliz biz; devlerin çağı geçti.
Gençler artık hiçbir şey öğrenmek istemiyorlar, bilim geriliyor, tüm dünya tepetaklak olmuş, körler körleri yönetiyor ve onları uçuruma sürüklüyorlar, kuşlar daha uçmayı öğrenmeden yuvadan ayrılıyor, eşekler çalıyor, öküzler oynuyor.
Gerçek bilim, imlerden başka bir şey olmayan kavramlarla yetinmemeli, nesneleri kendilerine özgü gerçekleri içinde ortaya çıkarmalıdır.
Her şeyde huzur aradım; ama hiçbir yerde bulamadım, bir kitapla çekildiğim köşeden başka.
Kent bugün sizin, bizim çobanı olduğumuz Tanrı’nın kullarının yaşadığı yerdir. Zengin din adamlarının yoksul ve aç insanlara erdem üstüne vaaz verdikleri bir rezillik yeridir.
Kitabın iyiliği okunmasındadır. Bir kitap imlerden oluşur, bu imler başka imlerden söz ederler; onlar da nesnelerden söz ederler. Onu okuyan gözler olmazsa, bir kitap kavramlar üretmeyen imler taşır; bu nedenle de dilsizdir.
Kitaplar inanmak için değil, araştırmak için yazılır. Bir kitap karşısında onun ne dediğini değil ne demek istediğini sormalıyız kendi kendimize; kutsal kitapların eski yorumcuları bu düşünceye açık seçik sahiptiler.
Kitapların oldukça sık başka kitaplardan söz ettiklerini ya da sanki kendi aralarında konuştuklarını fark ediyorum. Bu düşüncenin ışığında, kitaplık bana daha da tedirgin edici bir yer gibi göründü. Uzun, yüzyıllar süren bir mırıltı, bir parşömenle bir başka parşömen arasında görünmez bir söyleşiydi demek ki kitaplık; canlı bir nesne, bir insan zihninin yönetmeyeceği güçlerin barınağı, birçok zihinden çıkmış, onları üreten ya da iletenlerin ölümünden sonra da varlığını sürdüren bir gizler hazinesi.
Kitaplık hem gerçeğin hem yanılgının kanıtıdır.
Ruh yalnız gerçeği düşünürken dingindir; iyi işlerden sevinç duyar, gerçeğe ve iyi şeylereyse gülünmez.
Sevgi nedir? Dünyada bana sevgi kadar anlaşılmaz gelen hiçbir şey yoktur; ne insan ne Şeytan ne de başka bir şey, çünkü sevgi her şeyden daha çok işler ruha. Yüreği böylesine kaplayan, böylesine bağlayan hiçbir şey yoktur. Bu nedenle, onu yöneten silahlar olmayınca, ruh, derin bir uçuruma atılırcasına sevgiye atılır.
Şeytanın varlığının tek gerçek kanıtı, belki o anda herkesin onun işbaşında olduğunu bilmek için duyduğu tutkunun yoğunluğudur…
Ya siz?” dedim çocukça bir küstahlıkla. “Hiç yanlış yapmaz mısınız?” “Sık sık,” diye yanıtladı. “Ama yalnızca bir yanlıştansa, birçok yanlış tasarlıyorum, böylece de hiçbir yanlışın tutsağı olmuyorum.”
Zihnimizin tasarladığı düzen tıpkı bir ağ ya da bir merdiven gibidir; bir şey elde etmek için yapılır. Ama sonra merdiveni bir yana atmak gerekir, çünkü onun yararlı olsa bile anlamsız olduğunu anlarsın.
Bir roman yazdım, çünkü canım bir roman yazmak istiyordu. Yazmaya koyulmak için bunun yeterli bir neden olduğuna inanıyorum. İnsan doğuştan uyduran bir yaratıktır.
İZDİHAM
Kaynak: hayatsorgusu