Bilge Çipe, Bu Dünya Bir Pencere, Her Gelen Baktı Geçti
-Elini çekmezsen karışmam
Çekmemiştim elimi. Demir kapının parmağımla birlikte kapandığını ve sonrasını hatırlamıyorum. Kendime geldiğimde babamın siyah-krem MZ motorunda bozuk bir yolda eğrile eğrile gidiyorduk bir yerlere. Parmağımdan kan damlıyordu, yok yok damlamıyor, akıyordu. Uzun geniş merdivenli hastaneye geldikten sonrasını da hatırlamıyorum. Küçüktüm daha. Taş çatlasın 4 yaşında.
Ne garip. Neyse ki sol elimin işaret parmağı üzerindeki dikiş izi duruyor hala. Hatırladın mı verdiğin ilk acıyı?
Seni mi anlatayım şimdi beni mi?
Bizden sonrakiler yokken senle ben vardık. Birlikte gittik okula, ergen halimiz babamın iflasıyla geçti. Aniden dipsiz bir yoksulluğa düşmüştük. Sen içine kapandın ben şiir okudum. Sen odana kapandın ben pencerelerimi açtım. Sen İbrahim Tatlıses dinledin ben ilahi söyledim. Doğduk ve ayrıldık aslında. Sen içine döndün ben dışıma. Üniversite sınav sonuçlarımızın geldiği gün vardı ya; ben, “barajı geçmişim” çığlığını atarken bahçede, sen merdivene çökmüş “bunu da geçememişim” deyip cebine kim bilir kaçıncı hüsranını atıyordun. Anlamamıştım.
Seni mi anlatıyorum beni mi?
Sen evimizin ilk göz ağrısıydın, ben neydim bilmiyorum, hala da bilmiyorum. Ortanca olmak bu olsa gerek. Sıfatsızdım üstüne bir de kız çocuğu. Hala ismim neden Bilge bilmiyorum mesela. Her ismin hikayesi var ya ondan dedim işte. Laf olsun diye.
İşte buradan sonra seni mi anlatayım beni mi?
Rizeli bir kız sevmiştin. Ne güzel sevmiştin. Ne güzel evlenmiştin sonra. Bu arada unutmadan; kızın okula başladı bu sene. Oğlun aynı sen. Birden büyüdü.
O sabah, herhangi bir sabah, hangi sabah hatırlamıyorum, babamın sesi seni söylüyordu bana. Harf harf senin gidişin çınlıyordu. Beyni nasıl kanar insanın, kanar mı beyni insanın? diye diye dolandım odadan odaya. O sabah her ses çığlık çığlık yüzün oldu. Her görüntü “yok lan ” deyişinle uzadı gitti.
Bu bir boşluk bu bir sancı ama tarifi yok ölçeği yok.
Çok uzaktık be sana. Memleketin taa bir ucu. Gel gel bitmedi o yol ya da git git. Annem elindeki tesbihi yutarken babam taş çiğniyordu. Ben ne yapıyordum o sırada? Hatırlamıyorum.
Hatırladığım tek şey yüzün. Sonra evin. Bize garip gelen resimlerin, ahşap oymaların, kül tablaların, sanat kitapların, objelerin, şövalyen, en son yaptığın deri çantan ve gitarın. Sabah erken uyanıp çay demlemen.
“İnsan burada ölür mü lan?” diye diye inlediğim Zigana geçidi, Maçka ve Rize yamaçları. İnsan her yerde ölürmüş meğer.
Mavi kanatlı bir uçurtma oldun birden. Hep sessizce Hüseynik söylerdin. “Böyle canlar teneşire yakışmaz” diyemezdin. Dedin de aslında, o an güldün oğluna. Fırçandaki her renk bir ses oldu. Her çizgi “bilmem bu feleğin bana çevri ne” diye bas bas bağırdı. Her kalem içini döktü ağladı güldü sustu da duyulmadı. Altı ay önce bugün birden başın ağrıdı. Ensenden. Konuşamadın düştün. Düşmedin öldün. Beni kör kuyularda merdivensiz, denizler ortasında yelkensiz bırakanım oldun.
Kızın diyordum okula başladı. “Babam öldü ya Bilge hala!” diye cümleye başladığında neresinden tutacağımı şaşırdığım bir dünyanın eşiğine yığılıyorum. Her gece balkonda seninle karşılıklı oturup çay içtiğini hayal ederek uykusuz kalan yengemi gördükçe yeryüzünün gözü kararıp başı dönüyor, toprak kusuyor. Afet oluyor her yer.
Bu son olsun dediğimiz acılar rutindir. Allah bir daha böyle acı yaşatmasınlar hikâyedir. Ama sen ilkimizdin. Benden önce gelen ve giden. Babamın cam vazosuydun. Oğlunu kaybetmiş bir babanın, bir dergideki ” bir oğul kaybettim bin oğul kazandım” sözünün altına “Hiç bin oğul bir oğul etmez.” diye yazan bir babanın oğluydun.
Yanına geldim bugün. Annem Yasin oku dediydi. Âmâ sen Kitaro istedin. Çay bahçelerinin ortasında senden açan çiçeklerinle birlikte “Silk Road” dinledik. “nasıl oralar” dedim. Sustun. “Keşke” dedim “parmağım kopsaydı o gün” Şimdi susmasaydın.
Peki, o zaman sıradaki şarkı tüm doğanlara gelsin dedim: “Bu dünya bir pencere, her gelen baktı geçti.”
Bilge Çipe, İzdiham 32. sayıda yayınlandı
İZDİHAM