İbn Haldun’daki İlginç Evrim Fikri
İbn Haldun, İslam bilim tarihinde çok önemli bir figür. Ortaya attığı, açık açık kurucusu olduğunu söylediği ve detaylarını izah ettiği “umran ilmi”, bugün sosyoloji, antropoloji, siyaset bilimi, ilahiyat, tarih ve tarih felsefesi isimlerini alarak özelleşen pek çok ilim dalını şemsiyesi altında buluşturuyor.
Yaşadığı yıllar (1332-1406) İslam medeniyetinin bilimsel açıdan en parlak döneminin hemen sonrasına denk gelen İbn Haldun, keskin zekâsı ve meseleleri derinden kavrayışının ötesinde düşünce sistemini sağlam bir metodoloji çerçevesinde yapılandırabilme kabiliyeti ile temayüz ediyor.
İbn Haldun’un dünya çapında tanınan eseri olan Mukaddime’de, onun yaşadığı zamandan yaklaşık 300 sene sonra ortaya çıkacak ve dünyanın gidişini değiştirecek aydınlanma düşüncesinin temel taşlarından biri olan rasyonel düşüncenin izlerini tespit etmek mümkün. Tarihî bilginin kaynaklarını, malzemesini, belgelerini ciddi bir tenkit ve tahlil süzgecinden geçirmeyi vazgeçilmez bir ilmî gereklilik sayan İbn Haldun, bu yaklaşımıyla yepyeni bir bilimsel düşünce tarzının kapısını aralamış görünüyor.
Claude Lévi-Strauss, Arnold Toynbee, Philip Khuri Hitti, Robert Flint, Bernard Lewis gibi meşhur düşünür ve araştırmacılar İbn Haldun’u büyük bir “tarih felsefecisi” olarak niteliyorlar. Tarihi hadiselerde illiyet (causality) bağlarını araştırmak, hadiselerin birbirleri üzerindeki etkilerini hesaba katmak ve son tahlilde akıl süzgecinden geçmeyen hurafeleri elemek suretiyle tarihi, yalan yanlış bir kronolojik sıraya dizilmiş anlamsız/bağlantısız rivayetler zinciri olmaktan çıkarmak gibi ilkeler ileri süren İbn Haldun’un bu unvanı hakettiği aşikâr.
İbn Haldun’u daha yakından tanıma adına Prof. Dr. Süleyman Uludağ’ın “İbn Haldun, Hayatı – Eserleri – Fikirleri” isimli kıymetli kitabını okurken kimi zaman gülümsedim kimi zaman hayrete düştüm.
Mesela İbn Haldun’un Arapların şehirler imar etme noktasında diğer milletlere kıyasla zayıf oldukları iddiasını delillendirmeye çalışırken naklettiği anektod beni çok güldürdü:“Haccac’ın Irak’ta ne yaptığını soran Abdülmelik’e bir bedevinin onu övmek için: ‘Orada halka tek başına zulmediyor.’ demiş olması, Arapların kanundan ve adaletten ne kadar uzak olduğunu gösterir.” (s.149)
Beni en çok hayrete düşüren ise İbn Haldun’un Darwin’den neredeyse 500 sene evvel evrim teorisine çok benzer bir düşünceyi ortaya atmış olması oldu. Üstelik Charles Darwin’in insanda sonlandırdığı “evrimi” insandan sonra da devam ettirerek: Ana hatlarıyla vahyi ve peygamberlerin alâmet ve niteliklerini böyle anlayan İbn Haldun, peygamberliğin mahiyetini açıklamaya girişiyor: “Görülüyor ki âlemde mükemmel bir düzen var, sonuç—sebebe bağlı, bir oluş (varlık) öbürüne bitişik (ittisal), bazı varlıklar diğer bazı varlıklara dönüşmekte (istihâle, transformasyon). Biz burada misal olmak üzere madde, bitki, canlı ve insanı ele alalım. Tohumsuz bitkiler, bitkilerin en gelişmemiş şekli, onun için de maddeye en yakın olanı. Hurma ve asma ise en gelişmiş şekli, onun için de canlılara en yakın olanı. Sedef canlıların en ilkel olanı, onun için bitkilere en yakın bulunanı. Maymun ise hayvanların en gelişmiş ve insana en yakın olanı. Bu varlıklar arasında bir ittisal (bitişme hâli) var. İttisalin anlamı, bu varlık türlerinden her birinin bir üstteki varlık türüne dönüşebilme yeteneğine oldukça elverişli (müstaid, hazırlıklı, yetenikli) olmalarıdır. Bir cinsin en mükemmel türü, bir üstteki cinsin en ilkel türü hâline gelebilme yeteneğine oldukça müsaittirler.
İbn Haldun’un tıpkı umranda olduğu gibi değişimci ve evrimci bir varlıklar âleminden söz etmesinin esas sebebi peygamberliği ve melekleri açıklamaktır. Yorumuna şöyle devam ediyor:
“Duyular âleminde feleklerin ve unsurların hareketini, oluşumlar âleminde büyüme ve idrakı gözlemliyoruz. Bunlar maddeden ayrı ama onlar üzerinde etkili bir şeyin varlığına tanıklık eder ki o da idrak ve hareket güçlerine sahip nefstir (ruh). Bunun üstünde bulunan ve ona bu iki gücü veren başka bir varlığın bulunması zorunludur. Bu da ona bitişik olan, özü itibariyle sırf idrak ve halis düşünce olan meleklerdir. O hâlde ruhun, insanlıktan sıyrılıp melekliğe yükselme yeteneğine sahip olması lazımdır ki bir an için bile olsa fiilen melek cinsinden olsun. O alt yönüyle bedene, üst yönüyle meleklere bitişiktir, onlardan gaybe ait bilgiler alınır. Yani bir cinsin bir türü nasıl diğer cinsin bir türü hâline dönüşebiliyorsa, insan ruhu da geçici olarak beşerî varlığından çıkıyor ve bir an için de olsa melekleşiyor, melekler âlemine çıkan ruh orada gayba ait bazı bilgiler alıp eski hâline dönüyor. Peygamberlerin vahiy, velilerin ilham almaları böyle açıklanıyor. (s. 122-123)
İbn Haldun, “cansız”, “bitki”, “hayvan”, “insan” ve “melek” olmak üzere beş varlık kategorisi belirliyor. Her kategorinin, içinde çeşitli seviyeler barındırdığını, bir alt kategorinin en üst seviyesinde yer alan bir varlığın, bir üstündeki kategorinin en alt seviyesindeki varlığa dönüşebileceğini söylerken hayvanlar kategorisindeki en üst seviyedeki varlık olan maymunun ilkel bir insana dönüşebileceğini ileri sürüyor.
Prof. Dr. Süleyman Uludağ’ın da belirttiği gibi bu “evrimci” bir varlık tasavvuru. Konu çok ilgimi çektiği için ana kaynağa, yani Mukkadime’ye ulaşıp İbn Haldun’un bu ilginç fikirlerinin izini kendi eserinde sürdüm:
Malum olsun ki, -Allah bizi de seni de irşad etsin- biz görüyoruz ki şu alem, içindeki bütün yaratıklarla birlikte mükemmel bir tertip ve sapasağlam bir şekil üzeredir. Sebeplerle neticeler yekdiğerine bağlanmakta, eşya ve olaylar (bir nizam dahilinde) birbirine bitişmekte, varlıklar yekdiğerine dönüşmekte, (Bu tarz üzere müşahede ettiğimiz şu alemin) acaiblikleri tükenmemekte ve nihai noktasına varılamamaktadır.
Bu hususun incelenmesine maddi ve hissi alem ile başlıyorum. Evvela şuna dikkat ediniz: Müşahede edilen unsurlar alemi, nasıl derece derece ve birbiriyle ittisal halinde arzdan (topraktan) yukarıya çıkarak su unsuruna, sonra hava unsuruna, sonra da ateş unsuruna varmakta, bunlardan herbiri yukarıya çıkarken veya aşağıya inerken kendisini takip eden unsura İstihale (transformation) etme istidadına ve kabiliyetine sahip bulunmakta ve bazı vakitlerde İstihale de etmekte. Bu unsurlardan yukarıda bulunan, kendisinden öncekinden daha latif ve daha ince bir nitelik taşımakta ve bu durum felekler alemine kadar böylece devam etmektedir. Bu alem ise her şeyden daha latiftir. Yekdiğerine bitişik olan tabakalar halinde ve sadece hareketleri müstesna, diğer hususları hisle idriik olunmayacak bir şekildedir. Bazı alimler, bu hareketler sayesinde feleklerin kemmiyet ve şekilleri hakkında bilgi sahibi olmaya imkan bulmuşlar ve feleklerden ötelerde bulunan ama feleklerde (görmekte olduğumuz) şu tesirleri müşahede edilen (manevi, mücerret ve müfarık) zatların varlıkları hakkında da yine o sayede malumat sahibi olabilmişlerdir.
Sonra yaratılış âlemine (âlem-i tekvin) dikkatle bakınız. Nasıl madenlerden başlamakta, sonra bitkilere, sonra da fevkalade güzel bir biçimde tedricen hayvanlara geçilmektedir. Madenler ufkunun (aleminin ve sahasının, horizon, stage) sonu, bitkiler aleminin ilkine bitişmektedir (ittisal, connection). Mesela madenler aleminin son noktasında bulunan maddeler, bitkiler aleminin ilk basamağında yer alan otlara ve tohumsuz bitkilere bitişmektedir; hurma ve asma gibi bitkiler aleminin nihayetinde bulunan nebatat, salyangoz ve midye gibi hayvanlar aleminin ilk (ve en aşağı) basamağında bulunan canlılara bitişmekte ve salyangoz, ve sedefte sadece dokunma duyusu bulunmaktadır. Şu mükevvenat ve oluşumlar alemindeki “bitişik olma”, bir sınıf ve sahanın sonunda bulunan bir varlığın ondan sonraki sınıf ve sahanın ilk basamağının varlığı haline gelmek ve dönüşmek için, garip (diğer bir nüshada, fıtrî ve tabiî) bir istidat ve kabiliyete sahib olması manasına gelmektedir. Hayvanlar âlemi genişlemiş, nevilerinin sayısı çoğalmış, nihayet yaradılıştaki tedricilik ile düşünce ve görüş (fikir ve reviyye, think, reflect) sahibi insana kadar varmıştır. (Hayvanlar alemi) insan olma (homo sapiens) noktasına, kendisinde zeka ve idrilk toplanmış olan, ama fiilen düşünme ve görüş sahibi olma mertebesine ulaşmamış bulunan maymunlar aleminden geçerek çıkılmıştır. Ondan (yani maymunlar aleminden) sonra insanlar aleminin ilk noktası işte bu olmuştur. (Varlık ve alem hakkındaki) gözlemlerimizin ulaştığı nihai nokta budur. (İbn Haldun, Mukaddime 1.Cilt, s. 283-284)
Buraya kadar olan kısım gayet ilginç! Ülkemizde dindar çevrelerin çok eskilerden bu yana sıkısıkıya benimsediği sanılan “evrim karşıtı” söylemin mazisi aslında hiç de sanıldığı kadar gerilere gitmiyor. Ama bu söylemin 14. asırda yazılmış bir eserde böylelikle sarahatle ifade edilmiş ve ciddi bir tepkiyle karşılaşmamış olması kayda değer. Dikkate değer başka bir nokta da rüyaların, “ilhâmın” hatta peygamberliğin, evrimin son basamağı, tekamül eden insanın “melekleşmesi” yahut “melekler âlemiyle” temas kurması şeklinde açıklanması:
Tekvin (yaratılış ve oluş) aleminde de idrâk ve neşv ü nema nevinden hareketler mevcuttur. Bütün bunlar şehadet eder ki, bu çeşit şeylerin (mahiyet itibariyle), cisimlerden farklı ve maddi olmayan bir müessiri vardır, bu müessir ruhani’dir, mükevvenâta bitişiktir. Çünkü bu âlemde var olan ittisal aynen mükevvenatta da vardır. O da idrâk eden ve hareket ettiren nefstir (Nefs-i müdrike ve muharrike). Bunun üstünde diğer bir varlığın bulunması şarttır, ona idrâk ve hareket kuvvetini bu varlık verir ve bu varlık da ona bitişiktir. Bu varlığın zatı, sırf idrak ve mutlak düşüncedir. Bu da melekler âlemidir. (Nefs ile melekler arasındaki ittisal sebebiyle) Herhangi bir vakit içinde, göz açıp kapama süresi kadar kısa bir zaman parçasında, bilfiil melekler cinsinden olma haline gelmesi için nefsin beşeriyetten sıyrılıp melekiyet haline gelme (insilah) istidadına sahip olması icabeder. Bu da, nefsin ruhani zatı bilfiil kemale erdikten sonra hasıl olur. Nitekim bu hususu biraz sonra anlatacağız. Nefsin kendisinden sonra gelen sahaya olan ittisali, evvelce de bahsettiğimiz gibi bir tertip üzere bulunan varlıkların durumu gibidir. Nefsin hem aşağı hem yukarı cihete ittisali vardır. Kendisine nazaran daha aşağıda bulunan bedene ittisali vardır. Beden vasıtasiyle hissi idrâkler kazanır. Bu idraklar sayesinde “bilfiil düşünme” (actual intellection) istidadını kazanır. Kendisine nisbetle daha yüksek olan cihet itibariyle melekler alemine ittisali vardır. Bu vasıta ile de ilmi ve gaybî (scientific, supernatural) idraklar kazanır. Zira hadis varlıklar alemi, zaman bahiskonusu olmaksızın meleklerin düşüncelerinde mevcuttur. Az evvel temas ettiğimiz, zatlarının ve kuvvetlerinin yekdiğeriyle olan ittisal ve irtibatı itibariyle varlıktaki muhkem tertip işte bundan ibarettir. (İbn Haldun, Mukaddime 1.Cilt, s. 286)
İbn Haldun’unkiler gibi “aykırı” fikirleri bugün, yani neredeyse ondan yedi asır sonra bile dile getirmek zor. Halbuki bunca zaman sonra toplumsal, siyasi ve dini toleransın daha artmış olması beklenirdi. İbn Haldun’u okurken insan, parlak zekâların münbit “hür tefekkür zeminini” buldukları zaman nasıl uzak ufukları keşfe çıkabileceğini görüp heyecanlanıyor.
Salih Cenap Baydar
İZDİHAM
Kaynak:fikircografyasi