Ali Ayçil, Köşe Yazarı Zekanın En Büyük Düşmanıdır
Haftada birkaç kez bir gazetede köşe yazarlığı yapan biri, bu kötü şöhret yoluna ilk girdiğinde doğal olarak büyük bir sevinç yaşar. Başlangıçta önemli fikirleri, insanlarla paylaşacağı derin düşünceleri olduğunu bile düşünür. Ama daha iş başı yaptıktan birkaç hafta sonra biriktirdiklerini tüketmiş bir halde, masasının başında kara kara “acaba ne yazsam?” diye düşünürken bulur kendini. Köşesini kaybetmek istemeyeceğine göre, öncekilerin tutunduğu dala o da hemencecik tutunur; işte koca bir gündem yazılmayı beklemektedir. Derin düşünceli köşe yazarımız selefleri gibi günlerin önüne yığdığı malzemelerin üzerine atlar. Artık tek yapacağı, hangi hadiseye olta atılacağına karar verebilmektir. İktidar savaşları, milli meseleler, doğu – batı çatışması, ahlaki erozyon, manevi değerler, eğitim, kötü mimari, kadına uygulanan şiddet, ekonomik sıkıntılar, kulis haberleri ve gençlerin aymazlığı ayaklarının ucunda dalgalanıp duran denizin hazır balıklarıdır. Bunlar tezgâha dizildiğinde satış sıkıntısı da olmayan balıklardır. Köşe yazarı, havanın ve akıntının durumuna göre uygun bir konuyu sütununa taşır. Nihayetinde o bir gündem tellalıdır…
Bir köşe yazarını bekleyen en büyük sıkıntılardan biri hiç kuşkusuz yazdıklarını hayati bir meseleymiş gibi gösterme mecburiyetidir. Okurlarında, memleketi başının üstünde tuttuğu intibaı uyandırabilmeli; “nerede o eski güzel günler” dediğinde, bu hicranlı sözü muhataplarına hissettirebilmeli, eğitimdeki çöküşten, yüksek binalardan bahsederken “ne güzel söylemiş” dedirtebilmelidir. Bunu bazıları gerçekten de başarırlar ve çok okunan bir köşe yazarı haline gelirler. Artık felaketin bayraktarı onlardır. Gündem yazılarında okurla yazar arasındaki zihinsel mesafe alabildiğine azalmış; okur yazara, yazar da okura dönüşmüş, bir noktadan sonra, köşe yazarı okurun da ortak tellalı haline gelmiştir. Bu yüzden gazete sayfalarına dalan biri, eseflenerek, “tam da içimden geçenleri kaleme dökmüş” deyiverir. O böyle söylediği ve köşe yazarı da onun böyle söylediğini iyi bildiği için, kalem, nabza göre şerbet veren bir yalama bir kaşık halini alır. Şerbet hasat artığı sulu meyvelerden yapıldığı için, insanlar artık turfandanın tadını unutmuşlardır. Öyle bir meyveyle karşılaştıklarında yüzlerinde memnuniyetsiz bir duygu yayılır. Köşe yazarına ve okuruna zekâyı hatırlatan her şey can sıkıcı gelir…
Ama bir köşe yazarı için daha da can sıkıcı olan, muktedirlerin sandalındayken ısrarla savunduğu görüşleri, rota her değiştiğinde değiştirmek zorunda kalmasıdır. İçlerinden bazılarında hala biraz izan kalmıştır ve bu durumu doğal olarak dert ederler. Şimdilik onları “Allah affetsin” diyelim. Diğer pek çoğunda böyle bir izan da yoktur. Rota her nereye dönmüşse hiç vakit geçirmeden karşıdaki yeni adayı bir cennet gibi tasvir etmeye başlarlar. Ve ne gariptir, bir süre önce övdükleri ama şimdi sağlarında ya da sollarında kalmış olan adaya da lanet yağdırarak yaparlar bunu. Kanaat değiştirmek pek tabii olarak bulundukları yeri teminat altına alan bir kurnazlıktır. Ve fakat ne yazık ki oturdukları sandal bir gün şu karşıdaki cennet adalardan birinin kayalarına çarpar ve köşe yazarı yorumsuz bir şekilde kendini köpüklü suların içinde bulur. Zamanın şu tuhaf oyunları yüzünden her bir yanı ıpıslaktır. Eğer hala hayattaysa, süngüsü düşmüş bir şekilde sahile yürür ve tesadüfen önüne çıkan son adanın içinde bir yerlerde kaybolur. Bir köşe yazarı, köşesiz kaldığında en çabuk unutulacak kişidir…
Köşe yazarlarının her konuda konuşma cesaretini hepimiz alkışlamalıyız. Ne de olsa “sivil, bağımsız ve entelektüeldirler.” Kuşku yok ki, bu “her konuda konuşma” cesaretinin bir sebebi de onların en az okuyan, en az tefekkür eden ve metodolojiye en uzak insanlar olmasıdır. Tarihe bakışları düzdür mesela; edebiyatla ilgileri “unvanlı” birkaç şair ya da yazarla sınırlıdır; hadiseleri, insanı nasihatleriyle bıktıran bir baba gibi değerlendirirler. İster sağda, ister solda dursunlar bütün köşe yazarları kötü birer muhafazakârdırlar. Akla gelebilecek her konuda, söyleyeceklerine zaten hazır olan kitle için söz imal etmekle görevlendirilmişlerdir. Pişirdiklerini sandıkları kötü çorbanın üzerinde “büyük tarihimiz”, “ulu önderimiz”, “kötü eğitimimiz”, “milli değerlerimiz”, “ahlaki erozyonumuz” “kötüye giden gençliğimiz” yüzer. Gerçekten zevk sahibi biri bu çorbadan bir kez içmeye yeltense hemen midesi kalkar. Köşe yazarlarının en büyük şansı, bu zevk ve akıl sahibi insanları el birliğiyle gündemin dışında tutabilmiş olmalarıdır. Çünkü meydanın boş olması mesleklerinin akıbeti için birinci derecede önemlidir. Hoş ondan ve okurundan başkası da meydana böyle rahatça çıkıp her konuda ahkâm kesmez. Köşe yazarı, zekânın en büyük düşmanıdır…
Ali Ayçil
İZDİHAM