16 Mart 2021

Hamza Celâleddin Okumuş: Felsefe Doğası Gereği Sevilmek İçin Değil Rahatsız Etmek İçin Vardır

ile izdiham

7 Nisan 91’de Konya’da doğan Hamza Celalettin Okumuş, S.D.Ü Felsefe bölümünü bitirdikten sonra Konya Üniversitesi’nde Yüksek Lisans programına başladı. Bu sırada felsefe ağırlıklı kitaplar yazdı.  İbrahim Varelci, Hamza Celalettin Okumuş ile konuştu.

İbrahim Varelci: Felsefeyi insanlara sevdirmek mümkün müdür?

Hamza Celâleddin Okumuş: Kendi hesabıma, hiçbir zaman felsefeyi insanlara sevdirmek gibi bir amacım ve temennim olmadı ve bana göre hiçbir felsefecinin de böyle bir amacı ve temennisi olmamalıdır. Çünkü felsefe doğası gereği, sevilmek için değil rahatsız etmek için vardır; daha da ötesi, felsefe yaygın bir kanaat oluşturduğu anda, doğal işlev ve yeteneklerini yitirir. Felsefe, kalabalığın kanaatinden uzak olmak zorundadır ki, tarihsel bir derinliğe sahip olsun ve tarih için zorunlu olan paradigma değişimlerini yüklenebilsin. Sorunuzun tam cevabı ise bence şudur: Felsefeyi insanlara sevdirmek elbette mümkündür fakat insanlara sevdirilmiş bu şey, doğasından vazgeçilmiş felsefedir. Yani artık felsefe olmayan felsefedir. Dolayısıyla insanların felsefeden hazzetmemeleri ve onu tehlikeli görmeleri bence daha iyidir.

Hamza Celalettin Okumuş - Kaos Kanos ve Hippiler | Sözcü Kitabevi

İ. V:Zor filozofları anlatırken kendini daha iyi hissettiğini gözlemliyorum, bunun sebebi nedir?

H. C: Klâsik felsefeye çok yakın hissetmiyorum açıkçası. Spekülasyona açık felsefeleri kendime daha yakın görüyorum. Klâsik olanı anlamak ve anlatmak daha kolay aslında. Bir sistem ve bir dizge var. Kavramları takip etmeniz çok daha kolay. Fakat ben felsefenin asıl konusu olan yaşamı ve ölümü takip edilebilir şeyler olarak kavramıyorum. En başta ben olmak üzere, her şey akıyor. Dolayısı ile her şey akışkandır, tutulamaz, akıp gider. Böylesi bir kavrayıştan sonra, sabit bir kavrayışı anlamak ve aktarmak güçleşiyor. Hâliyle bir sistem filozofunu aktarmakta zorlanıyorum. Birlikte akmakta olduğum ile barışmak elbette çok daha kolay geliyor.

İ.V: Son yıllarda felsefeye olan ilginin artışını neye bağlıyorsun?

H. C: Gözlemlenebilir şekilde felsefeye olan ilginin arttığı doğru. Bunun birkaç sebebi olabilir. Ama bana göre en belirgin sebep şu: Çağımız bir boşluk çağı ve insanlar kendilerini bu boşluğun içinde tanımakta ve tanımlamakta zorlanıyor. Dolayısı ile kendileri için bir ifade arıyorlar. Bu, anlamdan ve bağlamdan bağımsız bir ifade arayışı, herhangi bir ifade arayışı. Elbette bu da değerli bir şey. Demek ki insanlar çağlarına ve kendilerine dair eleştirel düşünmeye açıklar. Bir arayış içinde olmaları gerekliliğinin de farkındalar. Bu önemli bir aşama.

 İ. V: Hangi filozofla bir akşam yemeği yemek isterdin?

H. C: Nietzsche ile yiyemem çünkü onun akşam yemeği kültürü yok. Zaten onun damak zevkine de güvenmiyorum. O zaman onun düşmanı Kant ile belki. Çünkü kendisi akşam yemeği ziyafetleri ile meşhur. Hizmetkâr Lampe’nin marifetlerini de merak ediyorum doğrusu.

İ. V: Kendine en yakın gördüğün filozof kim?

H. C:Kendime yakınsadığım birkaç tane filozof var. Schopenhauer, Camus, Kierkegaard, Herakleitos ve Nietzsche. Hepsi farklı yönlerden beni cezbediyor. Ve hepsi farklı zamanlarda öne çıkıyor. Ama şu ân tek bir isim verecek olsaydım, o isim Weininger olurdu. Zirâ cenk edebileceğim en samimi ve en yakın dost şimdi o.

İ. V: Online olarak verdiğin felsefe derslerine ilgi giderek artıyor, bu atölye çalışmalarını kitaplaştırmayı düşünüyor musun?

H. C: Bu gerçekten ilginç bir deneyim. Böylesi yoğun bir ilgi beklemiyordum fakat çok sayıda katılımcı oldu atölye ve derslere. Ve neredeyse hiçbir olumsuz dönüş olmadı. Hatta çoğu katılımcı, tek bir atölyeye değil çok sayıda atölyeye katıldı. Bu sevindirici. Aslında atölyelerde anlattığım şeyler üzerine hâlihazırda yazıyordum. Sözgelimi, ölüm ve intihar üzerine. Yakın zamanda metin olarak da atölyelerde savunduğum şeyler görünür olacak. Belki bir kısmı, ama önemli bir kısmı.

  İ. V: Sence her ülke insanının mutabık kaldığı bir filozof veya düşünürler var mıdır? Veya ülkenin psikososyal tavrına yakın olan filozoflar? Saçma bir soru mu oldu?

H. C: Hayır, saçma değil ve hatta önemli bir soru olabilir bu. Her toplumun farklı felsefî genetikleri olduğu söylenebilir fakat tam bir uzlaşı asla mümkün olmaz. Böyle bir uzlaşı sağlıklı da değildir zaten; her filozof, her toplumda tartışmaya açık olmalıdır. Bununla birlikte sadece toplumların değil, tüm insansoyunun ortaklaştığı bazı felsefî eğilimler vardır. Platonik düşünce gibi. Bu da tehlikeli bir şeydir bana kalırsa.

İ. V: Antik çağ filozofları mı yoksa modern filozoflar mı?

H. C: Antik filozofları, özellikle presokratik filozofları önemsiyorum. Bedeni, tutkuyu, yeryüzünü, doğayı merkeze alıyorlar. Kendi varlığımızı ve evrenin varlığını anlamak için çok daha cüretkâr davranıyorlar. On dokuzuncu ve yirminci yüzyıldaki postmodern eğilimler de, presokratizme dönüşü önemsiyorlar. Bana kalırsa biz de antik filozofları daha fazla önemsemeliyiz.

İ. V: Felsefe okumaya nereden başlanmalı?

H. C: Felsefeye başlangıç için okuma listeleri yapıp paylaşmışlığım oldu fakat daha sonra bunun çok da iyi bir yöntem olmadığını düşündüm. Her insan kendi derinliğinin farkında olarak kendi başlangıç karakterini gösterebilmeli. Ben ancak kronolojik olarak ve kendi felsefî tarzımın ayıkladığı eserleri listeleyebilirim fakat bu okumalar herkeste aynı etkiye yol açmaz. Belki bambaşka bir eserle başlasa daha güçlü bir başlangıç yapabilecekken, benim önerimle bir Sokrates diyaloğu okuyarak başlayıp, bu başlangıçtan pek de tatmin olmayan birileri olabilir. Ama ilkece kronolojik okumayı önemsiyor ve öneriyorum.

İ. V: Filozofça bir yaşam artık mümkün mü?

x. Her zaman mümkün. Herakleitos’un zamanında kalabalıktan kaçıp dağ başında yaşamak filozofikti ve bunun benzerini yirminci yüzyılda Wittgenstein da yaptı. Kentin içinde kalarak Nietzsche ve Schopenhauer da yaptı.Filozofça bir yaşamın genel geçer ilkeleri yoktur. Kentten kaçmak bir yoldur fakat tek yok değildir. Farklı biçimlerde ve koşullarda da filozofça bir yaşam tesis edilebilir.

Editör: İbrahim Varelci

İZDİHAM