‘Kahveden Adam Toplayalım’ın Mevzucu Süleymanı: Sokrates’i İlk Ben Savundum!
Çelebi Mahallesi… Belki de okuyucunun gözünde, kaybedilmeyen, yitirilmeyen güzelliklerin bir yeri olarak kalacaktır… Bu güzelliğin adı, bir mevzu ile başlar. Turgut’un Efendi’sinde, Efendi ahalisiyle yaşanır. Mahallenin asıl mevzusu, Süleyman’ın bir sözü ile bütünleşir: “Abiler, koşun mevzu var. Kahveden Adam Toplayalım diye geldim.” İşte burada… Bütün duygular birleşir, bir bütün oluşur. “Ben” meselesi artık, “biz” meselesi hâline dönüşmüştür. Aslında burada, Sokrates’i de savunan ilk kişinin Süleyman olduğu dikkatli bir okuyucu tarafından çözümlenecektir. Platon bize ne kadar küserse küssün, biz ona; ‘kahveden adam toplamadığı için, Sokrates’i kalemiyle savunmanın manasız kalacağını’ söyleyeceğiz. En iyisi mi? Biz şimdilik kahveden adam toplamaya devam edelim.
Mevzucu Süleyman, mahallenin önemli simalarındandır. Mahallede uçan kuştan haberi vardır ve iyi-kötü bütün haberleri Efendi’ye ulaştırır. Süleyman’a mevzu oluşturan konular ise, mahallelinin dertleridir. Kahramanlarımızdan Emin’e uygun bir iş bulan da; Emin’in ve arkadaşlarının Baba Ziya’nın mekânını bastığında, kahveden adam toplayan da yine Süleyman’dır. Emin’in Çakıcı lakaplı arkadaşının vurulduğu haberini aktaran da; Çakıcı’nın katillerinin yakalandığı haberini veren de aynı şekilde mevzucu Süleyman’dır. Bu haberler… asıl meselemiz… derdimiz… insanlık… birlik… beraberlik… ve “ben” değil, “biz” diyebilmektir. Çünkü günümüzün de en büyük sorunu, ben-biz kavramında boğulan insanlardır.
Yaşadığımız dönem itibariyle modernleşmenin de etkisiyle “biz” kavramı, yerini “ben” kavramına bırakmıştır. Eseri tizlikle okuduğumuzda ise “biz” kavramının, henüz ölmediğine şahit oluruz. Zaten sıcaklığını hissettiren Efendi mekânı, buna izin verecek bir yer de değildir. Eserin kahramanlarına bakınca, gelenekselliği temsil eden Emin ve modernleşme yolunda ilerlemek isteyen Durmuş’u görürüz. Durmuş, hayatından “biz” kavramını çıkararak kendisine yeni bir dünya kurarken, sonunda yine “ben” kavramından, “biz” kavramına çekilmiştir. Emin ise bir anlık öfkeyle gelişen olayla, “biz” kavramından “ben” kavramına çekilmek durumunda kalmıştır. Ancak öyle bir mekân düşünün ki sizi, ‘ben’ diyebilmekten ve yalnız kalmaktan kurtarsın. Kahveden Adam Toplayalım da işte böylece, bizleri sitelere sıkışmış çocukluğumuzdan ve sosyal medyaya hapsettiğimiz gençliğimizden alarak mahalle kültürüne götüren, sadece götürmekle kalmayıp aynı zamanda mahallenin sıcaklığını hissettiren, geleneksellik-modernleşme gibi birçok unsuru düşündüren bir eserdir. Bir mekân ile bize birçok şeyi hissettirmektedir. İşte bu mekân, Kahveden Adam Toplayalım eserinin de temel paradigmasıdır. “Ben”den “biz”e doğru koşarken aslında, belki de farkında olmadan bir gerçek kurtarılmaktadır. Bu gerçek, tam anlamıyla bir ‘insanlık’ gerçeğidir.
Mahallenin önemli simaları arasında Ramazan Hoca, Turgay abi gibi karakterler olmakla birlikte, Emin’in yanı sıra, Durmuş’un çevresinde de yine aynı şekilde kendisini, benliğini yakalamasına katkı sağlayan kişiler vardır. Bu kişiler, bir şeyleri bulmaya ya da koşmaya yardım eden gerçekleri söylerler/söyletirler. Ayrıca Emin’in arkadaşlarıyla olan sohbetleri de hep arayış aşkında olmak, gerçeği bulmak, kafa karıştıran yanlışlara çözüm geliştirmek için vardır. Bu yönden bakıldığında, arayış aşkının yanı sıra, kitabın vermek istediği iki ayrı anahtardan da bahsedilebilir. Bunlar ise amaç ve araç şeklinde karşımıza çıkar. ‘Arayış içinde olmak,’ demek, ‘hiç bitmeyecek bir yolculuğa çıkmak,’ demektir; en azından yaşadığımız müddetçe bu durum hep böyledir. Arayışımız ölümsüzdür. Çünkü derdimiz vardır. Arayış yoluna çıkaran dertler, aslında amacımızdır, yol arkadaşımız ise araçlardır. Bu araçlar ise bazen bir arkadaş, bazen bir kitap, bazen de kitap kahramanları olur… Her molada, kendimize soracağımız sorular vardır. Emin’in kafasını yararcasına, beynini delercesine, kulaklarını yırtarcasına çınlayan bir şey varsa eğer, o da soracağımız bu soruda gizlidir: Fe eyne tezhebûn? Tekvir Suresi’nin 26. ayeti ile bizlere, “bu gidiş nereye?” uyarısı verilir. Bu soru ile bizler, yolumuzu kaybetmemeye ve yolculuğumuzda kaybolmamaya çalışırız.
“Bu gidiş nereye?” sorusunu, insanın duygularına değinerek de özetleyebiliriz. Bir bakarsınız Emin’in Çiğdem’e; Durmuş’un Ravza’ya; Serdar’ın Merve’ye; Bekir’in… İşte tüm bu duygular bir aşk duygusu etrafında bütünleşir. Bütün duyguların adı her ne olursa olsun, kalp insana elbette şu sorusunu soracaktır: “Bu gidiş nereye?” Hayal kırıklıklarını yaşayan kahramanlarımız, elbette çok şey öğreneceklerdir. İçleri kavuran aşka kavuştuk derken kaybetmeleri, bir öğreticidir. Bazen bizde de olur, yıllarca beklediğimiz bir şeyi bir anda kaybederiz. Dostoyevski’nin de dediği gibi, “Kendi planlarımızı yapıyorduk ama kaderimizin de planları olduğunu unutmuştuk.” Ya da Sezai Karakoç’un dediği gibi, “Son sözü hep alın yazısı söyler.”
“Bu gidiş nereye?” sorusunu, Efendi’de onlarla beraber çaylarımızı içerken de sorabiliriz. İşte bu aşamada, aklımızın bir kenarından, George Simmel geçecektir. Meşhur kent sosyoloğu George Simmel, kitabındaki bir kesitten şöyle bahseder: “Otobüs, tren ya da tramvay kullanımının yaygınlaştığı 19. yüzyıla kadar, insanlar hiçbir zaman dakikalar, hatta saatler boyu tek kelime etmeksizin birbirlerine bakmak zorunda kalmamıştı.” Saatler boyu Efendi’de bulunup, birbirinden habersiz oturmak mı? Bu kesitin ardından aslında bunun, Efendi’de asla gerçekleşmeyeceğini anlarız. Dakikalar, hatta saatler boyu tek kelime etmeksizin Efendi’de bir sessizliğin olduğunu düşünün… Muhtemelen, eseri okuyunca sizler de böyle bir sessizliği düşünemeyeceksinizdir.
“Bu gidiş nereye?” sorusunu, bir pergel örneği ile ilişkilendirebiliriz. Mevlânâ’nın Müslüman bir birey olarak dünyaya nasıl bir perspektiften bakacağımızı ifade eden Pergel metaforunda muazzam bir anlatım vardır: “Benim dinimde, pergelin iğneli ayağı sabittir, ama diğer ayağıyla 72 milleti dolaşırım.” Bu söz, pergelin iğneli ucunu değerlerimiz üzerinde sabitleyip, diğer ucuyla dünyayı dolaşırken, barışçıl değerlerimizle yükselmeyi ifade eder. Bu pergelle yola çıktığımızda görürüz ki; kendimizi ne değerlerimizin içine kapatmışızdır ne de kendi değerlerimizi unutup yeninin içinde kaybolmuşuzdur. Yeniyle beraber yola çıkmışsak şayet, değerlerimizi de yanımıza alarak çıkmalıyızdır. Bu sorunun cevabını ben vermeden önce sizlere belki de Durmuş vermiştir. Kim bilir?
İncelemesi Yapılan Eser Künyesi:
Sarıkavak, Faruk. (2020). Kahveden Adam Toplayalım. İstanbul: İzdiham Yayınları.
İnceleme Yapan Yazarlar: Bengisu Çalışkan, Canan F. Çavdar, Müzdelife Yılmaz
Kaynak: tenakuzlar.com
İZDİHAM