Dursun Gürlek, Müteferrika Matbaası’nda ilk basılan kitap
Millet Kütüphanesi’nin kurucusu ve büyük kitabiyat âlimi Ali Emiri Efendi hakkında ilk yazılan kitap Dr. Muhtar Tevfikoğlu imzasını taşıyor. Bu eserin son bölümünde Emiri Efendi’nin kitap tutkusunu anlatan bazı yazılara da yer veriliyor. Mithat Cemal Kuntay’ın “Kitap Sevenler” başlığını taşıyan makalesi de bunlardan birini teşkil ediyor.
Hamasi şairimiz, Ali Emiri Efendi’nin nasıl bir kitap âşığı olduğunu çarpıcı cümlelerle anlatırken şahsıyla ilgili bir anekdota da yer veriyor. Şöyle ki; Türkiye’de Müteferrika Matbaası’nda ilk basılan sözlüğün adını nasılsa yanlış okuyor. Yaptığı bu gafı Ali Emiri Efendi’nin düzeltmesi üzerine fena halde bozuluyor. İsterseniz kendisini dinleyelim.
“Ben bir köşede duran ‘Van Kulu Lügati’ne hınçla bakıyordum. Otuz beş sene evvel onu ‘Van Kolu’ diye okumuştum. Emiri Efendi, mukaddesatına sövülen adam sesiyle haykırmıştı. ‘Ona Van Kulu derler!’ O günden beri bu kitabı sevmem. Ve o gün Emiri Efendi’ye bir şey söyleyememiş, yalnız ilk matbu eserimiz olan bu kitabı basan İbrahim Müteferrika’ya, matbaasına, bu matbaanın mürettiplerine, günde 15 çift fodla bağlayan Üçüncü Ahmed’e kızmış ve matbaa açıldı diye divitlerini bir tabuta koyup yazının cenazesini kaldırarak ihtilal çıkarmak isteyen hattatlara hak vermiş, Peçevi’nin de matbaacılık hakkında ‘Küffarın basma hat ile kitabet icadları garip sanattır’ demesinden acı bir istihza çıkarmıştım.”
Kitabın adını yanlış okuduğu için Ali Emiri Efendi’den azar işiten Mithat Cemal Kuntay -tabii ki- biraz ileri gidiyor ve eserin basımında -padişah dâhil- rol alan zevatın aleyhinde bulunmakla haksızlık etmiş oluyor. Biz, onun bu sözlerine, üslubunun bir çeşnisi deyip, sevmediğini söylediği bu tarihi eseri ve müellifini biraz tanımaya çalışalım.
Bu konuya “Çınaraltında Kitap Sohbetleri” isimli kitabımda da yer verdim. İsterseniz oradan nakilde bulunayım. Yukarıda da belirtildiği üzere, Türkiye’de İbrahim Müteferrika Matbaası’nda ilk defa basılan eser, tarihi bir sözlük olup “Vankulu Lügatı” adını taşımaktadır. İbrahim Müteferrika, devrin padişahından gerekli izni alıp kurduğu matbaada iki yıl sonra adı geçen sözlüğü tab’ etti. Bu, o devir için son derece önemli bir gelişmeydi. Hicri 1141. Miladi 1729’da yayımlanan adı geçen eser, hacim itibariyle hayli büyük olduğundan zor istinsah ediliyor ve iş uzun zaman alıyordu. Oysa bu lügat medrese talebelerinin bir nev’i başvuru kaynağıydı. Arapça’dan Türkçe’ye bir lügat olan “Kitab-ı Lügat-ı Vankulu” dörder sayfalık formalar halinde ve iki cilt olarak basıldı. Birinci cilt 666, ikincisi ise 756 sayfadır.
Vankulu Lügatı, son derece önemli bir eserdi. Bütün Arapça kelimeler izah edilmiş, her kelimenin anlamını daha fazla kuvvetlendirmek için en güçlü Arap müelliflerinin eserlerinden cümleler ilave edilmişti. Baş tarafında Arapça gramerin bir özeti bulunuyordu. Müellifi, Farabi’nin vatanı olan Farab’da, Bülucistan’ın bir şehri olan Otrar’da dünyaya gelen Hammad Gevheri’nin oğlu İsmail Gevheri’dir. Bu zat aslen Türk olmasına rağmen Arapça’ya olan derin vukûfiyetinden dolayı “Lügat İmamı” lakabını aldı, eseri de “Sahih Lügat” diye çok tutuldu. Ünlü tarihçi Ebü’l Fida’ya göre, Hicri 398’de, Herb’de vefat etti. Ömrünün son günlerini Nişabur’da geçirdi. Sonraları akli melekesini kaybetti. Kendisine kanat takıp uçma hevesine kapıldı ve ne yazık ki, böyle bir deneme sırasında yüksekten düşerek canından oldu.
Adı geçen Lügatı, önce Manisa Müftülüğü görevinde bulunan daha sonra da Medine Kadılığı’na getirilen müderris Vanlı Mehmed Efendi Türkçe’ye çevirdi. Mehmed Efendi, “Vankulu” lakabıyla meşhur olduğu için esere de “Vankulu Lügatı” denildi.
İbrahim Müteferrika tarafından İstanbul’da bir matbaanın açılması için – şeyhülislamdan alınan fetva gereğince – padişahtan sâdır olan ferman bir tarafa bırakılacak olursa, aynı konuyla ilgili birkaç fermanla daha karşılaşırız. Mesela Lügat basıldıktan sonra belirlenen fiyatın çok olduğu anlaşılmış, saraydan gelen başka bir fermanla, daha ehven bir fiyata satılması emredilmişti. Diğer bir ferman da ilk kitabın basımı bitinceye kadar matbaa çalışanlarına her gün on beş çift fodla (1) verilmesiyle ilgiliydi.
Aynı eserin yazma nüshalarında görülen yanlışların düzeltilmesi için musahhihlerin istihdam edilmesiyle ilgili başka bir fermanın olduğu da biliniyor. İlk defa bin adet basılan bu lugatı ben de kütüphanem de misafir etmiştim. Daha sonra “ihtiyaçtan” bir sahhâf-ı bî insafa satarak elden çıkardım. Kim bilir, kimin eline geçti?
Haydi, bununla ilgili bir nükteyi de nakledeyim. Lügatın basımı sırasında mütercimi Mehmed Efendi, yoğun bir tempoyla çalışıyor, ailesini ihmal etmek zorunda kalıyor. Bir sabah yine matbaaya gitmeye hazırlanan Mehmed Efendi’ye hanımı -bermutad- soruyor: “Efendi yine nereye?” Mütercim, “Hanım, biliyorsun, Vankulu’yla meşgulüm!” deyince kadıncağız “Ne olur, biraz da ben kulunla meşgul ol” demek zorunda kalıyor.
Fodla: Eskiden imaretlerde verilen pidemsi bir çeşit ekmek. Fakir medrese talebelerine fodla verildiği için softalara “fodla düşkünü” derlerdi. “Fudula” şeklinde yazıp söyleyenler de vardır.
Dursun Gürlek
İZDİHAM
Yeni Şafak