20 Mart 2022

İsmail Kılıçarslan, Bir Otobüs Terminali İçin Şarkı

ile izdiham

Oturmuş hesap yapıyorum ve ben muhasebeden anlamam.

Anlasaydım gelir gider dengeleri üzerine kafa yorar, cari açığımı sıfırlamaya çabalardım. Oysa gelen gitti benden. Bazısının işi bitti. İşi bitince gitti. Ben de her seferinde “insana yakışan bu mudur?” sorusunu sorarken yakaladım kendimi. İnsana neyin yakışıp neyin yakışmadığını merak etmeyi bırakacak kadar yaşlanmamış hissetmek için kendimi. Sanki insanı tanımıyormuşum gibi ya da. İnsanın, o kara gözlü zalimin neler edeceğini bilmiyormuşum gibi. Bazısını ben yolladım. Uzun ve çetrefil bir hikayenin sonuna geldiğimizi hissettiğimde “tamam” dedim, “buraya kadarmış, daha uzamasın.”

Uzadı bazısı. Sündü. Neredeyse tedavisi olmayan bir hastalığa dönüştüğü demler geldi. Vefa satanın vefasızlığını, ahlak satanın ahlaksızlığını, dostluk satanın acımasızlığını gördüm görmesine ama elim değmedi. Gereğinden fazla bir iyimserlikle düzelmesini bekledim.

Düzelmedi. Düzeleceğine dair umudum da düzelmedi bir yandan. O yüzden sündü, o yüzden uzadı. Bir de tabii yere batası alışkanlıklar var.

Alışıyor insan. Tütünün dumanına alışır gibi alışıyor bazısına. Öldürüyor seni aslında, biliyorsun da bunu. Ama alışmışsın bir kere. Bırakmayınca değil, bırakınca öleceğini sanıyorsun. Tütün tam o boşluktan istifade ederek öldürüyor seni.

Herkes öldürüyor herkesi. Yok. O şairin “herkes öldürür sevdiğini” dediği yer burası değil. Herkes öldürüyor herkesi. Gündelik hırsların, pahalı zevklerin, hayali kurulan beklentilerin, kesilen pozların, kaçırılan heveslerin mermi gibi silahlara sürüldüğü bu zaman diliminde herkes, diğerini öldürerek hayatta kalabileceğine ikna etmiş görünüyor kendini. This is survivor.

Oysa bir dönüm arsanın yetmeyeceği neydi? Bir çift gözün kandırmayacağı neydi? İnsan, bir elin sıcaklığının yerine hangi sıcaklığı koysa olurdu?

Olmazdı. Bir elin sıcaklığı belki de bu dünyada kalabilmemizi sağlayan yegane şeydir ve bunu inkar ediyoruzdur belki de. Gönlümüzün kırılan yeri, bütün hatalarımız, bütün pişmanlıklarımız, bütün tutkularımız, bütün tutukluklarımız bu yüzdendir belki de.

O şarkıyı ilk kez dinlediği o ilk güne gidebilir mi insan sahi? Bir otobüs terminali olsun. Onu bir yere yollasın insan. Döneceğinden neredeyse emin olduğu bir yolculuğun öncesinde, hırıltılı bir hoparlörden incecik duyulsun o şarkı. “Ben sende tutuklu kaldım” desin Sezen. Yahut Müslüm Baba “geliver yanıma güldür yüzümü” diye salıversin avazını boşluğa.

Bir şarkı için yaşayalım. “Bir şarkı için” değil. Bir şarkı ile yaşayalım. Şarklı şairlerin söz oyunlarına bayılalım ve incitsin bizi bazı dizeler. İncinmişliğimizi bazı dizelerle berkitelim. Ve bazı başka dizeler bulalım incinmelerimize ekleyecek.

Yeter ki insanı insandan çıkarınca elimizde kalanın yine insan olduğunu unutmayalım.

Söylemiştim. Oturmuş hesap yapıyorum ve ben muhasebeden anlamam.

Cari açığım fazladır. Daramı almazlar benim. Baz puanımı hesaplamazlar. Beni “fiiizibıl” bulmazlar. Sürdürülebilir değilimdir ben. Süregiden hatırlamalarla, sürekli geriye dönerek sürdürülebilir olunamıyor çünkü. Kimse toplantı set etmez benimle. Derdi olana çay ısmarlarım. Derdi olmayandan ürkerim. Kaçırılmış fırsatların arşivini tutmam. Fırsat yakalamak için atağa kalkmam.

Benden artık bir yol olmaz. Beni anmaz kimseler. Unutulurum ben bir dağ başında. Kimse su dökmez mezarıma. Başımda bir servi yükselmez. Ressamlardan hiç kimse resmetmez benim manzaramı. Romancılar ilginç bulmaz biyografimi. Vakanüvisler kayda geçirecek önemli bir olay bulamadıkları için hayatımda, unutulur giderim ben.

Söylemiştim. Oturmuş hesap yapıyorum ve ben muhasebeden anlamam.

Dün, havada güneş varken ve hepimizi yakarken aynı anda kar yağdığını görmüş ve insanı anlama yolculuğumu bununla tamamlamış canı korkunç sıkılan bir şair eskisiyim.

Kendimin leşkeriyim. “Kendini tabancaya süren bir kurşun” derdim. Demedim. Kendimin leşkeriyim. Ve karşımda bir ordu var. Hepsi kendim.

Savaşımı sürdürüyor, muhasebeden anlamıyor, muharebeden kaçıyorum. Gelen gidiyor.

Burada, bu unutulmuş hücrede af çıkmasını bekleyen kader mahkumu gibi tespih çekiyorum: “Geçmeyecek, geçmeyecek, geçmeyecek.”

İsmail Kılıçarslan, Yeni Şafak’tan alıntıdır.

İZDİHAM