Gökhan Özcan, Bülent’e veda
Erken ölüm diye bir söz var dilimizde, genç kaybettik dediğimiz kimseler de oluyor. Elbette takdir-i ilahi tartışmaya açık değil, haşa… Bu anlamda her ölüm tam vaktinde geliyor. Her insanın bir vadesi var, dolunca hayatının dünya ışıkları sönüyor. Yine de bazen, bazı ölümler bize öyle erkenmiş gibi geliyor. Daha sağlam olduğunu sandığımız bir ip, hiç beklemediğimiz anda kopuvermiş gibi… Film yarıda kalmış gibi… Şiir bitirilememiş gibi…
Bülent Parlak, 43 yaşında ayrıldı aramızdan. Onun ismini anınca, İzdiham ibaresi isminin yanında kendiliğinden beliriveriyor sanki. O kadar bütünleşmişti şair ve dergisi… Ölümden çok söz eden bir dergiydi İzdiham, kurulu pek çok cümle paylaşılıyor sağda solda dünden beri. Çoğu Bülent’in cümleleri, zaten aklımızda kalmışlardı, artık istesek de unutamayız!
Yanlış hatırlamıyorsam 2015 yılının ortalarıydı, belki güz başı… Telefonda İzdiham’da hem kendisinin hem kadrodaki genç arkadaşların benim de mutlaka yazmamı istediğini söyledi Bülent. İzdiham’ı biliyordum ama Bülent ile tanışmamıştım. Böylece tanıştık. Ona içinde bilfiil bulunmadığım dergilerde yazmak istemediğimi anlatmaya çalıştım. “Evet anlıyorum tabii… Ama belki…” diye başlayan başka bir şeyler söyledi. Telefonu kapadığımda Bülent’e en kısa zamanda İzdiham’a yazı gönderme sözü vermiş durumdaydım. Buna kendim bile çok şaşırmıştım. Bülent o kadar içtendi ki söylediklerinde içim hayır demeye rıza göstermemişti. Sonraki her sayıya aksatmadan bir yazı gönderdim. O da aynı samimiyeti ve hürmetiyle her ay bana yazı vaktinin geldiğini hatırlatan bir mesaj atmayı sürdürdü. En son şubat ayındaki Üsküdar Kitap Fuarı’nda görüşmüş, ayaküstü muhabbet etmiştik. Ardından yakın zamanlara kadar birkaç mesaj gitti geldi aramızda. Sonra dün çok alakasız bir şey ararken o elim haber çıktı önüme, donup kaldım. Ölümü neredeyse dilinden hiç düşürmeyen bu adamın bir gün böyle aniden, İzdiham’ın yeni sayısını bile çıkaramadan buralardan gidivereceği hiç aklıma gelmemişti demek. Hepimiz ölecek yaşta olduğumuz halde…
İzdiham’ın her sayısı için ayrı ayrı cenge çıkıyor, yalınkılıç mücadele ediyordu sanki Bülent. Pandemi şartları, ekonomik sıkıntılar her şeyi daha da zorlaştırmıştı. Yine de vazgeçmedi hiç. Gecikse de bir yolunu bulup sayıları ardı ardına çıkarıp raflara koydu. Tıpkı Bülent gibi, genç, tutkulu, her şeye şairane bir serkeşlikle bakan bir okuru vardı İzdiham’ın. Yeni sayıyı heyecanla bekleyen o gençlerin bir kanadı kırıldı şimdi. İnşallah bir yolu bulunur, bir başka edebiyat sevdalısı genç bu işi omuzlar ve İzdiham çıkmaya devam eder. Olamıyorsa da, İzdiham dergisi civanmert bir şairin noktayı toprakla koyduğu en uzun ve dokunaklı şiiri olarak her zaman hatırlanır.
‘Uzun süren bir şarkıya yetecek mi sesim?’di yeni sayı için yazdığım ve henüz yayınlanmayan (inşallah yayınlanır) yazının başlığı… Hepimizin imtihanı bu… Başladığımız bir cümlenin sonunu getirebilecek miyiz? Bunu hiç bilemeden yaşıyor, adeta incecik bir ipin üstünde yürüyoruz. Bülent’in dünya imtihanı bu kadarmış, bizimki şimdilik devam ediyor. Kim bilir hangi vakte kadar… Aslında her ölüm biraz da bizim ölümümüz… Keşke bunu aklımızdan hiç çıkarmayabilsek!
Bülent’e Allah’tan rahmet diliyorum, mekânı cennet olsun. Onu ve aşkla mücadelesini verdiği İzdiham’ını istesek de unutamayız.
Gökhan Özcan, Yeni Şafak / 21 Nisan 2022
İZDİHAM
Kaleminize sağlık, yürekler buruk, hüzünlüyüz …
Sanki her an çıkıp gelicekmiş gibi bir şiirin içinden. ölümüne inanamadığım güzel insan, dualarımız seninle..
Tanışmak nasip olmadı. Ama izdihamı okudukca yakın bir arkadaşım gibi hissetmiştim Bulent Parlak’ı. Haberi okuyunca nasıl tepki vereceğimi bilemedim. Şimdi şiirlerini kendi sesinden dinleyip sessiz sessiz ağlıyorum. Bir yakınımı kaybetmiş olmanın acısı yüreğimde. Allah rahmetiyle muamele etsin. Biz kalanlarına da sabır diliyorum.
Her kaderin kendine denk mevcud bir kederi vardır.
Vacibdir her gönüle, denginde bir bâr-ı girânı vardır.
İnsandır nisyanından tutmadığı ki nice kavli vardır.
Her kavl-i kararında varlığa gâfil çokca isyanı vardır.
Beşerdir sandın gelir gider derununda nesi vardır?
Her beşerin cisminde sırr-ı Âdem’in nefhası vardır.
Fani olan et ile kemiktir, cümle ruhun cesedi vardır.
Her ruhun cinsince cesedden vücud bir kabı vardır.
Nice cevher kalır a’raz altında, ne bulan göreni vardır.
Cevheri görmeye kalbin daim tezkiye muhtacı vardır.
Gördürmez alemi beşerin batına kör ayneyni vardır.
Kalb ile bakar her kim, hikmetli kalbin basireti vardır.
Ol emrince olur her zi-canın kendince mizacı vardır.
Her nefsin mizacında aczine bir mikdar ilacı vardır.
Fırsat sanıp daldığın ey Abdi belki fani istidracı vardır.
İmtihan içre ebedi felaha müstehak belki mi’racı vardır.
Öldü mü oldu mu, öldü ile oldu arasındaki fark nedir? Dört nokta, koy öldü, kaldır noktaları oldu. Öldü mü oldu mu? Bence oldu. Çünkü insan öldü mü olur ancak, çünkü miad doldu, çünkü aldı ve verme zamanı, insan doğunca doğmuş olur, olmuş olmaz, olmak ölmektir. Olmadan nasıl ölünür. İnsanın ölümü insanın olumu, insanın olgunluğudur… Hepimiz ölecek yaştayız hepimize muhtemel rahmet olsun, hepimiz kapandığımız, kapaklandığımız bu dünyada açılışa açılıma yani Fatiha’ya muhtacız.
Kaçtığını sanırsın kalbinden,
O kekremsi tüm acılardan,
kanar kandırırsın kendini bilerek,
her gün unutmak için.
Ama her gece ve her şafak
tekrar hatırlamak için.
Hiç beklemediğin anda gelir
beklemediğin yerde,
belki beklemediğin en beklediğindir
veya beklediğin en beklemediğin.
En beklenmeyenin
ben olduğum bu beklentide,
boynu eğik varlığımı
basit bir eklenti yapmaktan
ve böğrüme saplı bu sızıdan
kurtarmak için kendimi, gittim.
Görmeye gerek yoktur hiç
beklemediğin geldiğinde anlamak için. Çünkü yaklaştığında anlar kalbin
İçine saplanan saplanan sızı ile,
başını kaldırıp bakmaya gerek yoktur
kalbin hissederek gördüğünde bir kalbi,
o seni bakmaz görmez sanır,
ama senin görmek için
gözlere ihtiyacın yoktur
o bunu bilmez, daha öğrenmedi
kalptir bakan göz değil.
Ah ki körelen kalptir göz değil
Fani bedenlerin kutsandığı
ama kutsal ruhların umursanmadığı
bu hedonist zamanlarda.
Bu mistik isyanımı mazur gör sevgili Tanrım, Sen’in varlığınla var olup
beşer iken ins olmaları gereken, ama kendi cinsinin cisminde yok olan ve cesedlerinin doymaz açlık kıvamında kalıp, ruhunu doyurmaktan bihaber, kendini sana duyurmaktan imtina eden ve sana çağrıları olmayınca bu imtihanda bir hiç olduklarını farketmeyenler arasında yaşamaktan fevk-al beşer bıktığım için…
Asr’ın hüsranıydı hüznümüz Bülent
Sonsuzluğa şiirden bir Can uçurup,
Ölüm ilmeğinde takılı bıraktın
Asılı kaldı RUHUMUZ bu fanide
Yüz yüze tanışmadan, yalnızca yazdıklarıyla öyle yer edinmiş ki hayatımda, ölümü beni çok şaşırttı ve üzdü. Şimdi kim kuracak o vurucu cümleleri bizim yerimize? Yazdıklarıyla bu dünyada kim yalnız olmadığımızı hissettirecek? Bir keresinde şunu paylasmisti ölümüne yakın bir zamanda.:
“Hiç mi?
Hiç…” … Biliyorum hiç…