24 Nisan 2022

Bülent Parlak Kendi Sesinden Şiirleri

ile izdiham

Bilinmeyen Aranırken – Bülent Parlak

ben sadece seni sevmeyi çok iyi bildim
uykumu sallandırırken darağacında ve
başrolde bir tüfenk
sekerek bir yenilgiden diğerine zafer zannedilen
üstelik uzaklarda yaşlanırken

Benim en güzel mesleğimdir seni sevmek.
Balkonda
Kendiliğinden sönmüş bir sigaranın yanında buldular beni 
Senin hatrına uçarken kuşlar
Hem üşenmiş hem vakti geçmiş göç mevsiminin
Dudaklarından aşağı süzülüyordu yâr üstüne yâr sevmek
Alnında vedaya hazırlanmış bir perde

Seni huzuru arayan yağmalanmış bir hayatı ararken sevdim
Öptüğü her şeye az önce kırılmış bir çocuk gibi
Eşyasız bir odada çıkan o ses gibi
Çekingen ve cesur
Budanmış ama gümrah
Kimsenin adımlarına sığmazken yetişmeye çalışmak
Kilim yıkayarak şenlenen bir ırmak gibi sevdim

Senin saçlarını fotoğraflarda ellerimle taradım
Kursağımda benimle kendim arasında geçen bir mesele kaldı 
Avluda baş gardiyanın gölgesi
Bir evimiz vardı ama gidecek hiçbir yerimiz yoktu
Bir de 
Bazen insanı sadece anlayan o yağmur

Ben sadece seni sevmeyi çok iyi bildim
Uykumu sallandırırken darağacında ve
Başrolde bir tüfenk
Sekerek bir yenilgiden diğerine zafer zannedilen
Üstelik uzaklarda yaşlanırken


Sabah Kalkınca İntihar Etmeyi Unutacak Kadar Dalgın – Bülent Parlak

nerede
beni her sabah yorgun düşüren hayretim
kahramanların ve zarif kahpelerin ardından,
dalıp giden gözlerim
nerede.
bir kaçkını, bankamatiklerin altına saklayan serinlik
kaçkının koynunda korkudan bir bıçak.
koyverin her durakta aşkı sendeleten beni
çünkü yakışmıyor bana 
onlar giderken yazgıma üşüşen leke,
ilk yeminimden beri gücendirdiğim allah

devletin çılgınca güldüğü bir şakadır
yaşlıların koltuğunun altına sıkıştırılmış su faturaları.
meraktan talan edilmiş kız yurduna gelen mektup
nerede.
biraz kal, barış kal, 
siirt yüzünden elleri tütün kokan köylü çocukları 
içtimaya toplarken bir kumandan küfürle
terhis et öyle kal.
benim suçum değil ki sen mutlu olma diye 
hatasız yüzüne attığım iftira

hayır
kalmadı kurtulma ümidim
üşüyen parmaklarımdan razı değilim
razı değilim
mesela piçlere kalacak bu densiz dünya
hem yakışmıyor bir güzele vapura yetişmek için koşmak
endam kalmıyor
önce boy sonra pos
yaşamak iyi gelmiyor hiçbir sancımıza
söyleyin 
sarsıcı bir sırrı öğrenince 
övünerek başkalarına anlatan halk bizim neyimiz olur

işte ben
bütün bu gereksiz sebeplerden sıkılırken yaşamaktan
sabah kalkınca intihar etmeyi unutacak kadar dalgın
kötü yola düşen şiire düştüğü için
ne cesaret eden
ne giden
kundaklanır caz, ismini veremeyen seyirci
bahsedilen o trajik mevsim
bir aşkta elbette iki ceset olmaz


Ortadoğu’da Sıradan Bir Cinayet – Bülent Parlak

Seni kurşuna dizerler
Bir çocuk cesedini sektirirler ayaklarında
Hayat zamansız bir ölümdür Ortadoğu'da

Göçten kalan açık bir yara ve
Soyguncular halay çekerken ganimetin başında
Doğmak, pişman olmanın yarısıdır Ortadoğu'da

Her şeyi anladım sanmanın
Dudaktan esirgediği o çelimsiz gülüş
Anne! Ne yaman yalnızız
Tek kişilik aşklar destan olur Ortadoğu'da

Göğsüme kıvrılıp yatar bir soğuk
Ah! Dedim, kaburgama çarpan ayaz nerede
Sabahlar avluya geç kalır Ortadoğu'da

Bir tayın gözlerine sinmiş yorgunluk
Kurşun tükürür bir tüfek 
Gülmek yakışmaz hiçbir kahkahaya
Özgürlük, bir organ mafyasıdır Ortadoğu'da

Söyleyemediklerini sessizliğe emanet eder bir kadın
Nasıl da büyüyüp buluşmuştur kendi yaşıyla
Eksik kalmak bir alışkanlıktır Ortadoğu'da

Kimseye eyvallahı olmayan bir kırgınlık bendeki 
Ne unutulan, ne hatırlanabilen
Babalar, ağlamanın başka bir yolunu dener Ortadoğu'da

Şimdi kim söyleyecek yapraklara sonbaharın geldiğini
Kar üşür, kimse inanmaz elleri olduğuna
Tütünle çömelir yüz yıllık bir dalgınlık Ortadoğu'da

Bir yolu ortalayıp yürür , uçmaya üşenen kuşlar
Kıyamet gerçek yüzünü gösterir kıvamında bir yalanla
Derin bir mütarekedir kabullenmek Ortadoğu'da

Coşkuyla gittiğim her yerden 
Elimi tel örgülere sürerek geri döndüm
Döndüm ve kalmadığım yerden devam ettim
Herkesin özlediği bir uzak vardır
Ortadoğu'da.


Bitince Yine Bitmeyen – Bülent Parlak

Yara kapanmadı, sadece çürüyor 
Gözümün kesmediği,
Aşılması gereken bir ırmak gibiydi 
Her akşam eve dönmek
Kabullendikçe biraz daha mağlup olanların 
Birbirlerini teselli etmelerinin arasından geçerken 
En çok orada
Uzak durdum kendimden 
İş işten geçince anladım
Tehlikeli bir merhametin başımıza açtığı belaları

Bana
Sonu gelmeyen bir sallantı gibi davranan 
Bu dalgınlık
Yaşıyorum zannet diye gözlerimi 
Kıpırdatmayı gösterdi
Nereye döküldüğüm konusuna gelince
Kederli ve sigara yakmayı gerektiren bir konudur bu

Ben aşktan bahsedince şaşıran 
Ve şaşırdığını gizleyenlerin 
Buruşuk yüzlerine
Sadık kalmayı öğrettim 
Yanımızda
Günahı yokken bağışlanmayı dileyen 
Bir çocuğun elleri.
İşte o zaman en çok o ellerden utandım

Dünya
Haksızken haklı durumuna düşenlerin olmaya 
Devam ederken

Burada bir kin var kimin olduğu belirsiz 
Bir şeyim yanlıştı, her şeyim yanlış sayıldı 
Mahvolmakla ünleniyorum gitgide;
Bu büyük bir cüret
Vuruldum alnımdan kan başkasından aksın 
Söyle gece
Benim bu zarif isteğimi kim, neden 
Yanlış anlasın

Eylülde Yakılmış Güz Çocukları – Bülent Parlak

sana 
yeniden dirilmiş annemi seyreder gibi bakardım
çehremde bir sürü göz 
havari gibi, anons gibi, çarpıntı gibi
roma yıkılırdı yanımda 
dönüp bakmazdım; 
ilkçağ, ortaçağ ve sen
cennetten mi emmiştin sütünü bu güzellik nereden

neden
yanlış çıkıyor bendeki soruların o bütün cevapları
çevrilirdin beş dile 
bozkır gibi, kulunç gibi, karnaval gibi
sen yazardın sabıkamda umursamazdım; 
çeteci, maktul ve sen
serçeler nazlı olur artık bir selam versen

küçük harflerle söylerdin sen allah’ın adını
gövdemde haylaz bir telaş 
çapkın gibi, marş gibi, gramofon gibi
babalar yaşlanır kızları büyüdükçe 
takvim, romatizma ve sen
vapuru kaçırmalıyım yoksa gideceğim elden


Anne Abartma Ölümü, Arada Çık Gel – Bülent Parlak

ben mars’a gitmek istemiyorum
uyandırmayın olur mu 
yürüyen merdivenlere ilk kez binen köylüler
tedirgin olmasın ve basamakların tam ortasına 
basmasınlar diye 
ellerinden tutacağım
heyecan anne
heyecan
anlık da olsa hepimizi parkinson yapıyor

beni de çarmıha gerdiler ama kimse isa demiyor bana
gelmiyor elimden yaşamaktan başka bir şey
esmer tenli çocuklar, 
uçaklara doğru işerken tarlaların tam ortasında
günün anlam ve önemini belirten küfrü
bir pilot anons ediyor
anne abartma ölümü, arada çık gel

açlıktan düşüp bayılmasa
evdeki pirincinin bittiğini bilemeyeceğimiz kadınlar
“lan oğlum”
diye konuşarak daha samimi olduğunu sanan 
yeni yetmeleri 
reddediyor evlatlıktan
halbuki anne
cinayet
uzun uzun baktığımız kızın masasına gelen erkek 
değil midir


Trapezin Elleri – Bülent Parlak

müminler kardeştir
işte bu yüzden öldürürler birbirlerini
işte bu yüzden dağların başına resim olan keklikleri
bekleyip bir ağacın gölgesine yatarak
vururlar ve kan hiçbir şeydir onlar için.
şehirden köylere eskimiş diye gönderilen elbiselerin
kederini de bilmezler 
çünkü modadır unutmak
parmağını prize şaşkınlıkla sokan çocuklara
ceza verirler otobanlarda ateş aldıkları levhaları unutup
şiir yazar ve sadece korkudan şarkı söylerler
oysa mercedesi olanın umudu artık kalmamıştır
zorbalaşırlar, sevişmekten gövdelerinde yer kalmayınca
ve enteresan bir aşktır tekrar koca evine dönmek
ihanetin gözleri yataktan beri yoktur

müminler kardeştir
işte bu yüzden öldürürler birbirlerini
işte bu yüzden tütüncü dükkânlarında trapezi över
ama uzatmazlar kimseye ellerini.
savaş günleri olmasa bile acme kuyruklarında torpil ararlar
birkaç adım önde olmak için. park etmiş araba en iyi bahanedir
çağ atlarlar ama bilmezler
acıya dokunmadan düşmenin bir önemi olmadığını. 
bütün düşünceleri kazanmak üzerinedir
aşkta kaybetmeyi borsada kaybetmeye tercih ederler

müminler kardeştir
işte bu yüzden öldürürler birbirlerini 
işte bu yüzden çıkardıkları yasalara uygun birer ecnebi olur
adliyede; bir hastaya yalandan bakan hastabakıcı gibi 
müvekkiline ilgi gösteren avukatlardan kanunlarda yırtık isterler
çünkü hiçbir mısranın sevgilisi olamamışlardır
devletin koridorlarına sığınıp pencereden baktığı boşluk olmasa
varlığı anlaşılmayacak olan hademenin ölümünü
kütükte açılacak bir kişilik kontenjan olarak algılarlar
onlara göre yoksulluk kışla başlar, yazla biter
ama bilmezler 
yaşamak varlığın kanıtı değildir


Kalinka – Bülent Parlak

İnsanın her şeyi sıkılı bir yumruğun içine gömmesi de varmış 
Diyor kalinka.
Kibar davrandıklarımı aslında sevmediğimi anladığım gün 
Pasaj içlerinde göbekli adamlarla cilveleşen o tuhafiyeci kadınlar
Geçip giderken her şeyi en iyi bilenlerin arasından
Fiş istemezse indirim olacağına
Din kadar inanmış emeklilere
Peki, neden kibar davranmıyor
Öyle bir yanıldım ki herkese anlatmak istiyorum
Kendine ancak kahrolası hatırlanmalarda yer bulan 
Yoksul ve zamansız bir halk gibi 
Yaşayanlarla arası hep bozuk 
Ve geriye bıraktıklarımız hamayıl gibi koynumuzda
Düşmanlardan yardım dilenilen bir çağda 
Bazen soruyor kendine kalinka
Hayat dizine yatamadıklarımıza 
Bir şey anlatmamız gerektiğini 
Ne zaman bana da öğretecek
Çünkü 
Kolay zaferlerden başı dönenlerin,
Her şeyi bir anda çok sevenlerin ve
Her şeyi bir anda yok edenlerin arasında
Bir gün birbirimizin yanında olmadan öleceğiz



Haritası Kayıp – Bülent Parlak

merhaba
sözlerime küfürle başlamak istiyorum
yani ben hiroşima’yı duyunca japon olan ben
tombul ve yüzü kırışmış kadınları görünce üzülen ben
kapı pervazlarından geçerken besmeleyi unutunca
yüzü kızaran köylü adamlardan olmak isteyen ben
elleri üşüyünce nereye koyacağını bilmeyen ben
geceleri yatarken kutup ayıları üşümesin diye
dua eden ben
dişleri sararmış inşaatçılar yüzünden
estetik cerrahlarına sarı zarf içinde kınama cezası veren ben

gazze’ye şiir yazılmaz
gazze’ye şiir yazılmaz
gazze’ye şiir yazılmaz

annem başucuma süt koyardı içeyim diye
merhamet çok unutkan ah merhamet
ben, kuliste tek başına ağlayan bir şöhret
yalnız kalmasın diye salonu kulise taşıdım epey zaman evvel
hepimiz kuliste yalnız kaldık ne çare
dindar kuşlar öterken vakitli
ve vakitsiz havlayan müşrik köpeklere
elimi kulağıma atıp aryalar okudum
sesim detone

allah’ım! haritam nerede, nerede, haritam nerede
uzay mekiklerinin arkasından kimse su dökmüyor
peçetelere yazıp amerika’ya yolladım bu isteğimi
yanında bir düzine tabak
cevap: kennedy’nin katili benmişim
hakkında hiç şiir yazılmamış bir kız gördüm diye
o zaman suçlamıştım en son kennedy’yi
bir de sevsem şu ismimin ilk harfini
her şey güzel olacak, her şey

yani ben orkestradan kovulunca berbat duygulara kapılan ben
karşılıksız mektup yazmada üstüme kimseyi tanımayan ben
istiklal marşı’nı iki satır önceden okuyan
ilkokul bir çocuklarının başını okşayan ben
şimdi nereye koyayım bu heyecanlanmış gövdemi
nereye, soğuktan üşümüş ellerimi nereye
ah ben 
ah sen


Her Şey İçin Çok Geç – Bülent Parlak

Ben de anlamadım her gece kurşuna 
Dizdiğim hayatımı
Nasıl ve nerede kaybettiğimi
Can sıkmasından ve kahretmesinden 
Daha beter olanın
Anlamsızlık olduğunu haykırdığımda 
Duyan da bağıran da bendim
Yani yaşamak yavaş yavaş kayıp giderken 
Ellerimizden
Başlarken ve sona ererken yaptığım 
Bütün cazip hataları
Kafası hiç karışmayan zebellah zihinli tüccarlara zorla ödünç verdim

Konuştukça başımızı öne eğecek ne çok şey 
Var diyordum yakın arkadaşlarıma
Kuyumcuların her şehirde birbirine benzeyen 
Yüzlerini anlattım onlara
Birbirine benzeyen, birbirinden habersiz 
Tuzağına düşmek için aşkın
Bütün dağları dolaştığımı, altını eşelemediğim 
Çakıl taşı kalmadığını
Dinlemediklerini bildiğim halde 
Suça davet ettim
Yanlış anlasınlar diye yanlış sözler söyledim

Savaşın ortasındayız ve
Nargile içerek üzülüyorlar çocuklara
İddialı sözlerden yırtık pırtık olmuş sandalyelerde 
Terimi rüzgarla soğutuyorum

Ne zor zamanlar geçirdik; 
Şimdi her şey biraz daha kötü 
Reyonlarda kararsız kaldığı için 
Yoksul olduğunu anladığımız 
Henüz büyük hileler yapmayı 
Bilmeyenlerin
Biraz daha çekingen kalmasına çabalıyorum 
Çabalıyorum ki
İnsanlarla anlaşmak alçaklıktır
Sözlerime fazlasıyla düşman kazanmayayım 
Çünkü düşmanlarımız artık bizi öldürmek yerine 
Sadece yaralıyor
Sağ bırakan bir yara, aşktan sayılmazken üstelik

Gördüm, Gördüğümden Şüphe Ettim – Bülent Parlak

şüphemden başka güveneceğim hiçbir duygum 
kalmadı artık
ayaklanmaya hazır bir suskunluğu 
tedirgin ettiğim sabahlar
güneşi ve Allah’ı alnıma sürüyorum 
keşke bir ihtimal daha olsaydı diyorum 
bir ihtimal;
bize sabahın bir an önce olmasını 
istetecek kadar coşkun
ve yaşıyor oluşumuzun intikamını
en yakınımızdakilerden alacak kadar karışık. 
olmuyor

ben, metroda oturacak boş koltuk bulunca 
rahatlayan ve hafifçe gülümseyenlerin
bu küçük kazançlarına yaptıkları 
mutlu mimikleri yüzünden 
bütün durakları kaçırırken
o zaman aklıma düşüyor
zaten yanlış bir durakta yıllardır beklediğim

biraz dindar, biraz az dindar, biraz hiç dindar 
olduğum zamanlar
öyle çok görmek istiyorum ki
bıçağı çekip şahdamarıma bakıyorum 
görüyorum,
gördüğümden şüphe ediyorum 
tek başımalığıma güvenerek
peki, ne yapacağız sorusunu sorarken 
sabah, öğlen, ikindi ve tüm vakitlerde 
anlıyorum ki sessizlik sadece O’na mahsus.

bir asfaltın 
baktıkça vertigoya sebep olan uzunluğu gibi şu tabureler
buralar
bir babanın ağlarken gözlerini çocuklarından 
kaçırmasını
anlamayanlarla dolu 
bütün bunlar olurken
ben de çaba gösterecek bir şey bulsaydım 
gülmeye acı düştü mü bir kez 
dizlerinden vurulmuş bir hayat kadar 
koşmaya başlardım


Vakit Tamam Olurken Eksik Kalan Bir Kaç Şey – Bülent Parlak

susturun şu narin söğüt dallarını içimde
böylesi bir yenilgiyi beklemiyordum bilin
kuyuya düşen yusuf
ihbar edilmiş isa: beni siz tanırsınız ancak
bana gölge yok söğüt dallarından soluklanacak
oysa fazlaca suskunum; bilinmiyor ülkesi bana çarpan acının
bir çingen bulsa beni bakmadan ardına kaçacak
batakhaneler konferanslar düzenleyecek belki de
zenciler, beyazlar ve pahalı kadınlar bir araya gelecek
şimdi nasıl gelsin derdi başka günlerden kalmış yüzüm aranıza 
nasıl bahsedeyim size bu cilveli suçlarımdan
sararıyor yanaklarım işte kantodan, tenhadan ve sevimsiz çıbanlardan

soyunup manşet olsam zarar eden bir gazeteye,
örtülse kırbaçta aylak kalmış vücudum 
aklım çelinse,
zarif bir şekilde ölsem; ilk iş gününde utangaç bir dilencinin
sovyetlerden medet umanlar gülümsetecekse sizleri
analarının kanserlerine alışacaksa evlatlar
simsarlar kandırmayacaksa evine dönen askeri
kalkın halay çekelim, ben orada öleceğim

sanmayın bir merasim talebim olacak sizlerden
çoktandır yerimi yadırgamıştım zaten 
pahalı istekleri olmuştu dersiniz ardımdan
mesela sevmek istemişti diye söylersiniz nezle olmuş bir kızı
belki bilmez, farkına da varmadınız kim bilir
hiç mektubu gelmeyen onbaşıların uykusu var cebimde
bakın rahip oldunuz birden nasıl da sus kesildiniz
düğün sesi geliyor; vakit tamam galiba


Şubat Kimseye Çekmedi – Bülent Parlak

elleri vardı, siz bilmezsiniz
ben tek başımaydım, onlar ise yalnızdı
şubattan kalan bir gece yarısıydı sanki bütün caddeler
yine yenik ve gazetesiz ayrılıyorduk bir çağdan
çağın canı cehenneme
cennet nereye düşer şimdi
annesinden dayak yerken sorunca çocuk

ellerin vardı, sen de bilmezdin
hatırı sayılmak kimsenin aklına gelmeyen bir yoksul gibi
karşında duruyordum
senin için ıslak mendilleri kurumuş evlerin önemi yoktu
patrona halil, ilk posta teşkilatı ve
çekinerek kızının evinde ayaklarını uzatan babaların
kaldım, bir yanım alacaklı tarih diğeri aşk.
radyoların canı cehenneme 
ben bir şey demesem allah yine de anlıyordu

elleri vardı, demedim kimseye
başına ne gelirse hepsi yaşamaktan
ve bir çocuğun oyuncağının ardında yitip giden elleri
iki keder arasında gülmek doğru sayılmaz 
bir parkın yoldaşıydım sanki
hiçbir richter tespit edemese de
richter’in canı cehenneme 
titriyordu elleri

elleri vardı, siz bilmezsiniz
bir gülse kansere ve bana
yani durmadan çocukluğundan bahseden bana çare bulunacaktı
birkaç damla kan sızardı gözlerinden
bolşevikler tövbeye dururdu
aylardan şubat
güneşini avuçlarında saklayan bir uçurum gibi sessiz
yaşamın canı cehenneme
gözlerin doluyordu


Aklıma Düştüğünde – Bülent Parlak

Sen aklıma düşünce ellerim tutuşuyor ellerim
Sen aklıma düşünce yetmişinde ihtiyar
Küçük bir sokakla arkadaş, biraz daha yaşasa sanki kıyamet kopacak
Sen aklıma düşünce
Parmak izlerinden tanınıyor; parkta reddedilmiş bir âşık
Teşhis ediyorum çiziklerde o amansız veremi
Sen aklıma düşünce
Berlin'de dazlaklar saçlarını uzatıyor
Sağdıcı oluyorum gelinler at üstünde
Sen aklıma düşünce rütbesi sökülmüş babalar
Yeniden dönüyor evlerine
Çocuklar şen şakrak, çocuklar şen şakrak, çocuklar.
İçimdeki gardiyan mahsustan unutuyor
Mahkûm odalarının kilitlerini. İyi halden yırtıyorum
Sen aklıma düşünce gül kokulu kızım
Sırrını çözüyor Mısır'da piramitlerin
Kalbim beter oluyor sen aklıma düşünce 
Sen aklıma düşünce ne güzel heceliyor
Bir kekeme dört kitabı 
Sen aklıma düşünce bendeki tuhaflıklar
Bir bir yok oluyor, bitiyor bendeki bu yabani başkaldırış 
Toplanıp dert ediniyorlar ülkeyi konken oynayan kadınlar
Sen aklıma düşünce bir kuyunun içinde
Yusuf'a mektup geliyor kör olmamış babası
Ve anlıyor "bir ülkeye hükümdar olacak" güzel yüzlü o çocuk 
Sen aklıma düşünce Diyarbakır radyosu "sarı gelin" çalıyor
Sen aklıma düşmüşsün, ben içine türkünün
Sen aklıma düşünce
Üstüme yemek dökecek kadar ihtiyarlıyorum 
Ellerim titriyor ellerim
Çor tutmuş bağlar yeşeriyor birdenbire
Kızılderili reis tüylerini yeniden takıyor başına 
Oturan boğalar ayaklanıyor bozkırda köylülerle 
Sen aklıma düşünce kim gelse aklıma 
Unufak oluyorum


Hepsi Olur Belki Olmaz Hiçbiri – Bülent Parlak

Beni bir mahcubiyet kendine hayran bıraktı
Seni anlamış gibi yapanlar sana eziyet verirken
Kan-ter içinde kalmanın merhemidir aldırış etmemek kimseye
Ürkütmeyin duvarların yanaklarına ev yapan güvercinleri
Ya da çocukluktan kalma bir sevinç olmasın
Taşla düşürülen bir serçenin bedeni

Gözümüz kör olunca parmaklara acınan bu dünyada
Betona saplanmış bir haritayız kambur mahallelerde
Sırtımızda bir fotoğrafa bakarak geçen yılların gecikmişliği
Yanımızda kendi şüphesiyle anlaşamayan adamlar.
Kulunçlarımız tutulunca
Bardağın içine yakılan kağıtlardan umulan medet
Kim demiş uzaktan göründüğü kadar naziktir insan
Bende artık yürünecek bir yol kalmadı
Beni yeniden doğur, beni bırak yollara

Öyle çok anlattım ki hayatımı kendime 
Barikatlar kurup biraz öteye geçmeme engel oldum 
Kolumuz kalkmıyorsa elbet yorgunluktan değil
Kime kalkacağını şaşırmaktan
Tanışmıyoruz artık
Bir zamanlar aniden buluştuğumuz arkadaşlarla
Biraz sarhoş ediyor herkesi devlet ve ihaleler
Hâlbuki devrimcileri överek bitirirdik akşamı 
Ve gençliğimizi
Demek ki yokmuş 
Onların sevmeleri
Bense hep aşktan döndürdüm başını
Dünyanın.
Sevdim
Bir başımaydım
Kimse yoktu
Yaza en çok onun güneşini
Serdim.

Sonra Canan Önce Canan – Bülent Parlak

insan
sevdiğine son kez bakamaz 
oysa ben
deşilen bir yaranın nereye akacağını bilmeden, 
ellerim ceplerimde, bir gitmek sakladım
bir gitmek ki;
suriye kadar dağıldım her seferinde 
bunu kimse fark etmedi
ne kazandığım zaferler,
ne rusya, ne united states of america

tek yapmam gerekeni beceremediğim günden beri 
nereden başlamamam gerekse her şeye
oradan başladım
bileklerime bir jilet kadar yakınken dünya 
yola; kanlı bir kahkaha gibi çıktım mesela. 
yâr dedim;
sana
güneşle salyangoz arasındaki mesafe kadar 
mahkûm edildim
adımı değiştirdim fırsat buldukça
adım ki kendini taşımaktan izleri silinir

kapısı bir kış günü telaşla çalındığında 
vaaza ve akıl vermeye başlayan karıncaların 
suçu gibi hayat
biraz küstah,
henüz ilk sayfasında bütün kahramanları öldürülen 
bir roman gibi biraz da.
bana kalırsa boynuma
ütülü elbiseler giyen adamlar gibi sarılmaktan 
vazgeç.
çünkü ben her sabah
suyun söndüremediği yerlere çelenk, 
aynalara kırışık taşıdım

yeni bir çağ,
dostlarımızı bile gözümüzün bir yerlerden ısırmadığı 
o sabah başladı
evet
ben hiç terk edilmedim 
ben hep yok edildim

bağırdım ağzımı elimle kapatarak 
keşke doğru yaptıklarımdan değil, 
yanlış yaptıklarımdan pişman olsaydım
kimse tarafında alkışlanmayan bir meziyetse bu 
size adres sorduğumda tereddütsüz söyleyin 
elli metre ileri git, sağa dön ve
asla bir daha geri gelme

ne kalacaksa yaşadığım bunca çıldırmaktan geriye 
vaktinde gelmeyen her şey kadar haindir