The Platform, Lokman Baybars
Göçmenler neden küvetlerinde köpek balığı beslerler bilir misiniz? Suriyeliler, neden kâğıt toplar?
Yaşadıklarımızın korku filmi olduğuna bizi kim ikna edebilir? Afganlar mı? Hayır yanıldınız!
Bilirsiniz ki Kuzey Kore’de bir kişi tok ama herkes açtır. Herhangi bir kapitalist ülkede insanların bir kısmı daima açtır. Fakat herkes günahkârdır. Küvetinizde bir köpek balığı beslemiyorsunuz ve elma yiyerek günahkâr olmakla aç kalmak arasında bir tercih yapacak olsanız hangisini seçerdiniz? Söylemeyin, duymak istemiyorum.
Suriyelisiniz ve çöpten kâğıt topluyorsunuz, elinize aldığınız kâğıdın üzerinde “صبح بخیر” yazsa ne düşünürsünüz?
Hiçbir mahkûm yeni bir umutla cezaevine girmez değil mi? Ya da başka bir ceza evine geçmek için yanındaki köpek balığıyla tünel kazan bir göçmenin tünelde yerli bir mahkûmla karşılaştığında ne konuşacaklarını tahmin edebiliyor musunuz?
Kaldığı koğuşta -arkadaşını öldürmüş- tünel yerine kuyu kazarken yakalanmış bir mahkumla tanışmıştım. “Neden tünel değil de kuyu kazıyordun?” diye sormuştum. Ne cevap vermişti biliyor musunuz? Ben de bilmiyorum. Ahrazdı!..
Bunlardan söz ettim çünkü size Gaztelu-Urrutia’nın aşırı şiddet içeren bir devam filminden -The Platform2- bahsetmek istiyorum.
Bir devam filmi olmaktan çok bir “yan film” veya “ruhsal devam filmi” olarak karşımıza çıkıyor. Filmin ilkinde olduğu gibi mekân aynı. Yeni gelenler, mahkumların tutulduğu devasa bir kulenin bulunduğu büyük bir hapishaneye girerler ve oyunlar başlar. Mahkumlar yukarı aşağı doğru hareket edebilir ve karar çeşitli faktörlerden gelir. Yemeklerini seçerler ve zevk/koruma için bir ürün seçerler.
Bu hapishane kat kattır. Her kat bir üst katın artıklarını yiyerek hayatta kalmaya çalışan mahkûmlarla doludur. Mahkûmlar aşağı indikçe açlıktan ölme ihtimali artarken yukarı çıktıkça güvendedirler. Bu hikâye ne kadar tanıdık değil mi?
Bu film, toplumsal statüye dair izleyicinin zihninde yeni yorumlar oluşturur: Zirvedekiler daha fazla yiyeceğe ve seçeneğe, istedikleri kadar yiyebilecekleri bir büfeye erişebilmektedirler. Ve geriye çokça artık bırakırlar. Artıklar Platformun en alt seviyelerinde ise geriye yemeğin dışkısı, felsefesinin safsatası, dinin yobazlığı kalır.
Film yanal öykülere veya filmlere sıçramalar yapmaktadır. Hatta bir hayattan diğer bir hayata tüneller kazılmaktadır. “Paralel Anneler” filminden aşina olduğumuz Milena Smit gizemli koşullar altında hapsedilen genç bir sanatçı olan Perempuan’ı canlandırıyor. Erempuan’ın ranzası unisextir. Koğuş arkadaşı da iri, beceriksiz olan -kendilerini Aşkın Akrep’inden Hovik Keuchkerian olarak tanıdığımız- Zamiatin’dir. Bir diğeri de Albay Jessup’tur. Katta geçen diyaloglara bakıldığında filmin estetik felsefesinin tipik öğüdüyle karşılaşıyoruz.
Filmde dinî disiplin ve imge bileşenleri yeni değil. Çünkü bu hapishane, başka türlere ait olamayacak kadar her katta kendine özgü bir özgürlük sanrısı yaratarak gerçek hayatı katmanlara bölünmüş bir yer olarak betimleniyor.
Bir tür Marksist diktatörlük veya teokrasi eleştirisi gibi görünen film, aslında kapitalizmin bol soslu özgürlük özlemini çeken, en iyi üniversitelerde eğitilerek bilişsel geriliğe ulaşmış kitleler anlatılır.
Dikey özyönetimin işlendiği filmin anlatısı üzerine şöyle düşünürsek daha anlaşılır olacaktır:
Toplumlar dikey kontrolle yönetilir. Fakat bu kontrolün sağlanması için önce vatandaşın sürekli yatay şiddete (komşuya saldırmak vb.) başvurması gerekir. Toplumdaki her şiddet (Yeni bir şiddet tarzı üretilmişse yeni kanunlar yapılır.) platformun üst katlarındakiler tarafından sevinçle karşılanır. Yönetici kadro veya sistem bilir ki şiddet kontrolün yakıtıdır.
Şiddet yoksa devlet tarafından üretilir. Siyasi veya dinî terör hiçbir zaman kendi doğallığında gelişmez. Yukarıda üretilen her şey platformun alt katlarına soysuzlaşarak iner. Mesela meclisteki dinî bir tartışma, halk seviyesine indiğinde insanlar birbirlerini keserler. Ya da siyasi bir tartışma, aşağıya inince bölücü, yıkıcı eylemlere dönüşür.
Aşağı daima konsantre olmuş bir artığa mahkumdur.
Fakat dikey kontrol merkezleri, aşağıdakilerin dikkatini dağıtmak için bir şeyler yapmak zorundadır. Çünkü bilirsiniz ki hiçbir mahkûm dikey tünel kazmaz, kaçmak için yatay tünellere ihtiyacı vardır.
Sosyal medya, başka hayatlara kazılmış tünellerdir. Sürekli başka hayatlara tünel kazarak kendimizi avuturuz, bir yandan da yukarıdan üzerimize boca edilen artıklarla karnımızı ve zihnimizi doyururuz.
Tekrar filme dönerek sözü tamamlayalım.
“Her ay mahkûmlar uykularında uyuşturulup yeni bir seviyeye atanıyorlar.” cümlesi kapitalizmin ideoloji enjektörlerinin öğretmenler, hocalar ve din adamları olduğunu hatırlatır. Vatandaşı uyutmaları sonra dinî/ideolojik eğitimle uyuşturup bir başka platforma göndermeleri imge değil, gerçektir.
Bu açıdan filme bakıldığında hem kapitalizm alegorisi yönüyle hem eğlenceli hem de ürkütücü bir düşünce deneyi olmasıyla film hak ettiği yerdedir.
Sosyal medya yoluyla başkalarının hapishanelerine tünel kazmayı bırakalım. Kâğıt toplayan bir Suriyeli, bir Afganlı ya da evindeki küvette köpek balığı besleyen herhangi bir göçmenle aynı atıkları yediğimizi bilelim, yeterli.
Platform 2
Süre :90dk
Tür: Bilim kurgu, Gizem ve Gerilim
Yönetmen: Galder Gaztelu-Urrutia
Yayınlanma tarihi: 4 Ekim 2024
Yapım: Bask Filmleri