5 Mayıs 1954
Bismil
Leyla, Zalim Leyla!
Bu, benimki dördüncü. Oysa ki senden bir tek mektup aldım. O belalı ve korkunç ilk mektubun, yani 4-1, ben mağlubum. Ben, belki yazamazdım da, melankolim ve serseriliğim tutar da yazamaz, boş verirdimse, sen yazacak, “bu oğlan, öldü mü kaldı mı?” diye sen arayacaktın, değil mi?
Bari bu suskunluğun sebepli ve hayırlı olsa ve bana bu kadar kahırdan sonra, parıltılı şiirler göndersen. Öyle olacak elbette. Sen, osun çünkü. O, şair, dost, en sevgili ve en kardeş. Başka türlü olamaz.
Mektuplarımı almıyor musun yoksa? Hep de taahhütlü gönderiyorum. Geçen gün coştum, annene bayram kartı ile hürmetlerimi gönderdim, ellerinden öptüm, söyledi mi?
“Bin yıl, bahar içre ömrünü sursun,
Seni doğuran ana.”
Benim lambada başladığım şiir, ne oldu biliyor musun? Hem de birdenbire ve yan gece. Şimdi elli mısradan çok. Daha bitmedi. Ah, seninle beraberken bitebilir ancak! Elbette ki senin harikulade zevk ve anlayış sansüründen geçecek. Pasajlar hep “yeşil” diye bitiyor. Benim ve senin ne varsa, ikiz ruhumuzda ne varsa her biri birer hafif parıltılı taşla, kompozisyona giriyor. Kahrın, bulunmaz ve yaratılamaz güzelliğin, dost ve kahraman ve çırılçıplak samimiliğin, büyüklüğün, namluların yivlerinde fışkıran güller, birer nilüfer dizisi olmuş prangalar. Spartaküs’ün bukağısı, kol bağları.
Kısır kadının anne oluşu ve çok uzak, kimselersiz bir yıldızda inleyen bir stradivarius. Dünya çarşılarının en küçük meyhanesi. Ve biz, milyarlarca, aşkın, yalanın, alçaklığın, kahramanlığın; kapıları, kapakları, kuş uçurmaz uzaklıkları ve ayrılıklanyla, kahrolası yasaklarıyla, bu acayip kaos karanlığında, biz ikimiz! İki müthiş hasret, iki parça can… Ve canımda o ölüm namussuzu… Bütün bunları, şiir haysiyetine halel getirmeden işleyebiliyorum. Bana bu kudreti verdiğin, beni ben ettiğin için sana teşekkür etmek, galiba pek resmî kaçar. Hatta ben, züppelik diyorum buna. Ben, senin için, ancak her şeyimi, bütün mevcut kıymet hükümlerin ve canımı feda etmekle belki biraz hafiflemiş olurum. Yine de ödemiş, karşılık vermiş olamam… Bu, hem çok acı, hem de şaheser bir ruh hali. Kimselere mecbur olmadım, olmam da. Yiğitliğim ve rivayet olunan erkekliğim, bundandır… Ama senin mecbur olmak, beni hiç mi hiç küçültmüyor. Aksine yüceltiyorsun, İNSAN ediyorsun, yaşatıyorsun…
“Sus kimseler duymasın,
Duymasın, ölürüm ha.
Aydım yarı gecede,
Yeşil bir yağmur sonra.
Yağıyor,
Yeşil.
Yivlerinde yeşil güller fışkırmış
Susmuş, bütün namlular.
Susmuş dağ, susmuş derya
Dünya, mışıl-mışıl
Uykular, gelin.
Yılan, su getirdi yavru serçeye
Kısır kadın, maviş bir kız doğurdu,
Memeleri bereketli
Ve serin.
Sağıyor,
Yeşil…”
Daha üç ayrı pasaj var. Kompozisyonun bütünü çok sağlam ve çok yeni duruşları var. Nedense şiiri çok seviyorum. “Suskun”u’ kullanmama izin verir misin; onsuz edemiyorum. Bir şey daha soracağım, final benim karakterimde acı ve melankolik bir bohemde bitiyor. Bitiyor ama korkuyorum sen beğenmezsin diye. Nasıl bitireyim, umutlu mu, sevdalı mı, yoksa ağlamaklı mı? Bana yol göster ve mutlaka yaz. Kitabımızın adı “Suskun” olsun mu?
Bir de “Kara” diye bir kompozisyon var. Hayli çetin ve karanlık. Şimdilik altmış-yetmiş mısra kadar var. Her ikisini de iyice bitirmeden göndermek istemiyorum.
“Çarpmış,
Perişan etmiş
Kara sütü, kara sevdayla seni.
Ve kara memelerinde dişlerin asi
Karadır, upuzun yattığın gece.
………..
…….
……….
Ve kan tadında bir konca
ezer şerbetini mısralarınca.
De be, aslan karam,
De, yiğit karam.
Hangi kaderin yazısı
Zorlu yazısı,
Belanda…
………….
Vurmuş,
Demirlerin çapraz gölgesi,
Alnına, galiP ve serin.
Künyen çizileli kaç yıldız uçtu,
Kaç ayva sarardı, kaç kız sevişti.
Gelmemiş kimselerin…
De be, aslan karam,
De, yiğit karam.
Hangi zehirin meltemi,
Saran meltemi
Hülyanda...
Hakikatli dostun muydu,
Can koyduğun ustan mıydı,
Bir uyumaz hasmın mıydı?
Ooof! de, bunlar olsun muydu.
De be, aslan karam
De, yiğit karam.
Hangi kahpenin hançeri,
Saklı hançeri,
Varan da…”
Affet, fazlaya kaçtım. Ama sen halden anlarsın. Şair adam, aydınlıkta, o namussuz ayrılıkta, firaklı şiirler yazmaz da ne yapar. Benim aziz Leylam, sevgili belam. Ya sen olmasan, ben ne bok yerim, neye yararım? Manasız bir otomatisme’in, manasız bir fiziğin, kahrolası boşluğunda, ben garip, ben duyan, ben yirmi dört saatte, yirmi dört bin parça olan, ne yapardım?
Gözlerinden öperim. O güzel burnuna yıldızlarca öpücük… Bana yaz! Ben daha buradayım. Eğer Diyarbakır’a yazdıysan, annem alır, açmadan bana gönderir. Ben giderken sana yazarım. Kendine iyi bak. Bir daha hiçbir ana doğurmaz seni. Bir daha hiçbir cihan bulamaz seni. Tekrar öperim.
Senin.
Ahmed Arif
İZDİHAM