Öykücü kendisine bilgelik verilmiş insandır.
O hayatın olağan akışı içerisinde tanık olunanları kendi gördüğü şekliyle yeniden sunar insanlara. Öykücü bunu yaparken bir mücevher ustası titizliğinde olmalıdır. Sözcükler yeterli sayıda ve yerli yerinde kullanılmalıdır. Ne bir eksik ne bir fazla. Öykünün yapısı öyküye müdahale edilmesine izin vermemelidir. Öyle ki öyküye bir sözcük eklendiğinde öykü çarpık yapılaşmaya benzemeli, öyküden bir sözcük çekip alındığında ise öykü buharlaşmalıdır.
Bu kural, özellikle kısa öykünün olmazsa olmazı olarak kabul görmesine rağmen, Türkçe öyküde bu kuralı eksiksiz uygulayabilen öykücü sayısı oldukça azdır. Bu azınlığın içerisinde yer alan bazı isimler henüz yolun başında, ilk adımlarını atarken kısa öykünün bu olmazsa olmaz kuralını başarıyla işleyebildikleri için ayrıca önem arz etmektedirler. Belki de Türkçe öykünün kaderini tayin edecek bu isimlerden biri de genç soluk Ahmet BÜKE’dir.
Ahmet büke ilk öyküsünü 32 yaşındayken yazdı, sonrasında da düzenli olarak yazmaya devam etti. her yıl düzenli olarak buluştu okurlarıyla ve onlara yedi kitap sundu. Bu kitaplarında öykülerinin konuları:ülke,sokak ve insandı. İlk öyküsünden itibaren “ben yarayı kaşımayı seven bir öykücüyüm” dedi. Yaşadığı ülke insanlarının hayatlarına karışarak onlarda derin yaralar açan nedenleri ince bir işçilikle işledi. Kendi soluğunu duyurarak bu kapanmaz yaraları kaşıdı. Bir gün yüreğimize bir taş oturduysa, bu taşı bildi Ahmet büke çünkü o gözleri ardına kadar açık bir öykücüydü.
İlk öyküsünden, ilk kitabından sonra gelen öykü ve kitaplarla hep bir üst basamağa doğru yumuşak adımlar attı. Bu adımları attıkça kalabalık söylemlerinden arındı. Yalınlığa ulaştı, yalınlığı kadar derinleşti ve yoğunlaştı. Öyküler kısalıp sözler eksildikçe keskinliği arttı Büke’nin.
Büke’nin ilk çalışmalarından itibaren kendisini sezdiren fazla sözden arınma çabası son kitabı “yüklük” ile nihayete ermiştir.Bir dil arayışının başarılı izlerini taşıyan öykülerin barındığı kitabında sözcükleri en yalın halleriyle kullanıp, bu yalınlıkta ulaşılması kolay olmayan derinlikleri yakalamış, bunun yanında öykülerinin biçim yönünü de rayına koymuştur.
Kitap iki bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde yer alan ve ilk okunduğunda sıradanlık hissi uyandıran bu öyküler biraz daha dikkatli okunduğunda, öykülerde: yalın anlatımın zirveye ulaştığını fakat bu yalınlığın öyküleri sıradanlığa dökmeyip aksine muazzam derinliklere doğru taşıdığını görmekteyiz. Büke’nin ustalığı tam da bu noktada fark edilmektedir.
Büke derin ve güçlü gözlemlerini kullanarak gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde rastlayabileceğimiz, çocuk işçilerin, çocuk mahkumların, askerde bulunduğu Mevzi’ye bomba düşmüş ve bu travmayı atlatamayan askerlerin acı dolu hayatlarından kendi anlatımını kullanarak büyük öyküler oluşturmuştur. Kitapta yer alan bu öyküler bir yönüyle öykücünün dil ve anlatımına dair ipuçları verirken, bir başka yönüyle de yazarın toplumsal olay ve olgulara bakan yüzünü taşımaktadırlar. Elbette öykücü çağının yaralarına kayıtsız kalmayacaktır
Kitabın dikkat çeken bir başka özelliği de öykülerin çeşitliliğidir. Askerin atlatamadığı travmayı, çocuklara yapılan işkenceleri, çocuk işçileri konu alan öyküleri hep aynı kaynaktan alınmış gibi görünse de bu öykülerden sonra “bakiye” isimli ikinci bölümde karşımıza çıkan ve öykücünün sevdiği yazarları birer öykü kahramanı haline getirdiği ve Türkçe öyküde benzerine pek rastlanmayan öyküler yazarın özgünlüğünün, çeşitliliğinin ispatı olduğu kadar başarılı bir kalem olduğunun da ispatıdır.
“Vüs’at O Bener, Sait Faik, Tina Modottı, Sevgi Soysal…” öykücünün hikaye kahramanı yaptığı yazarlardan bir kaçı. Bu enfes öyküleri okuduktan sonra insan arkasına yaslanıp derin bir nefes alıyor ve şöyle diyor:
İyi ki öykü var!
Ahmet BÜKE, 19 Haziran 1970 Manisa doğumlu.1997 yılında dokuz eylül üniversitesi iktisadi ve idari bilimler
fakültesi iktisat bölümünden mezun oldu. Ölümsüz öyküler yayın evinin açtığı kısa öykü yarışmasında “ kayıp dua kitabı” isimli öyküsüyle birincilik ödülünü aldı.2008 yılında yayımlanan “alnı mavi” de kitabı ile Oğuz Atay ödülünü, 2011 yılında yayımlanan “Kumrunun Gördüğü” kitabıyla da Sait Faik hikaye ödülünü aldı. Öyküleri “e edebiyat, adam öykü, özgür edebiyat, patika, imge öykü, eşik cini” gibi dergilerde yayımlandı.
Yüklük kitabından seçtiğim bu bölümler öykücünün dil ve anlatımdaki başarısını göstermek için yeterli olacaktır sanırım:
“adı nezih.
Her ay hastaneden sonra ona gitmek istiyor abim. Hiç içimden gelmiyor ama mecburen dolmuşu oraya sürüyorum. Susuzdede’ye çıkıyoruz. İki bira alıyorum onlara, biraz da tuzlu çiğdem. Denize bakıp sigara içiyorlar.”
***
“Abim salataya uzanırken aniden durdu. “anne” dedi,”biz Nezih’le karar verdik, bu sene ölmüyoruz.”
Annem bana bakıyor bir an.
“tabii oğlum,” diyor sonra.”ölecek ne var. Gençsiniz daha”
Abim neşeyle kalkıyor. Annemi iki yanağından öpüyor. Enseme bir şaplak atıyor.
“hadi iyisin yine, muavinsiz kalmayacaksın””
***
“çocuk birden ayağa kalktı. Üzerindeki gömleği bir hamlede yırttı. Askılı fanilasını ikiye ayırdı. Yaralı çıplaklığını gösterdi.
“bunlar” dedi. “sigara yanıkları!”
Sırtını döndü.
“kemerle de vuruyorlar bize!”
Odada duran iki gardiyan koşarak çocuğu çektiler. Avukatın görüş penceresi karardı. Ses kesildi. Odanın ışığı kapandı sertçe”
***
“anamı görür müyüm ?” dedi
Yere baktım.
“yok” dedim.”gelemez o buraya.”
“anam ben gömülürken ilenmişti atölyeye”
Yine sırtıma aldım onu.
Saat Kulesi’nden indim. Adana ucundan tutuşmuştu ardımızda.
Bodur zeytinlerin altına yatırdım Ahmet’i
Bulut geldi. Örttü güneşi. Gölgesi Ahmet’in üstüne düştü
Çocuk Ahmet yumdu gözlerini.”
Yunus Meşe
İZDİHAM