22 Mayıs’ta aramızdan ayrılan Albert Memmi post-koloniyal düşüncenin en önemli isimlerinden biriydi. Tunis’in Yahudi mahallesinde büyüyen Memmi evde Fransızca ve Tunus Judeo-Arapçası konuşarak yetiştirildi. Fransız sömürgeciliği altında yaşayan Memmi İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi ortağı Vichy Fransası tarafından Tunus’ta bir çalışma kampına sürüldü.
Hayatı kültürler arasında, hep öteki olarak geçti ve yazdığı roman ve kitaplarda hep bunun altını çizdi. Ün kazandıran ilk romanı La Statue de Sel’de (Pillar of Salt/Tuzdan Heykel) bu konuyu işledi:
“Tunusluyum, ama Yahudiyim, bu demek ki siyasal ve toplumsal olarak kovulmuşum… Yahudi dininden ve gettodan kendini ayırmış bir Yahudiyim, Yahudi kültürü konusunda cahil bir Yahudi… antisemit bir evrende Yahudiyim, Avrupa’nın hükmü altında bir dünyada Afrikalıyım.”
1953’te yazdığı bu romanı sıkça benzetildiği dostu Albert Camus’nun önsözü ile yayınlandı. Romanın ana karakteri Memmi gibi eğitimli bir Tunus Yahudisiydi. Bu ve sonraki Çöl gibi romanlarıyla ödüller alan Memmi post-koloniyal düşünceye damgasını 1957 yılında vurdu. Sömürge Edilen ve Sömürgeci (orjinali: Portrait du colonisé, précédé par Portrait du colonisateur) adlı kitapta Memmi hem sömürgecinin hem de sömürge edilenin bu düzenden nasibini aldığını anlattı. Sömürgecilerin kendilerinden nefret etmeye sevk edildiğini ve psikolojik olarak kendilerine zarar verdiklerini anlattı.
Sömürge halk ise günbegün aşağılanıyor ve ezildiğini içinde hissediyor. Kendine zulm edenlerin zenginliği için çalışırken giderek daha da bastırılıyor. Bazıları asimilasyonla kendi kültürlerine yabancılaşmaya, sömürgeci kültüre yaklaşmaya çabalıyor. Ancak bu çözüm değil. Her gün öfke katlanıyor ve isyan kaçınılmaz hale geliyor. Bu sistemde sömürgeci ve sömürge sadece ilişki halinde varlar ve bu eşitsiz güç ilişkisinin kırılması kaçınılmaz.
Sartre, Camus, Fanon ve Memmi
Aynı gerçekliğin iki tarafını anlatan bu öncü kitabın önsözünü ise Jean-Paul Sartre yazmıştı. Albert Memmi’nin kitabı, dört sene sonra çıkan Frantz Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri (Les Damnés de la Terre) ile sıkça karşılaştırılır ve beraber okunur. Kitapta eleştirilen “İyi niyetli sömürgeci” kişisini kendine bir hakaret kabul eden Fransız Cezayir sömürgecisi Albert Camus bu sebeple Memmi ile olan ilişkisini keser.
Tunus 1956’da bağımsız olduğunda Memmi kendisine bu yeni gerçeklikte yer olmadığını fark etmeye başladı. Kitabında ezilenlerin etnik milliyetçilik veya din ile avunduğunu söylemişti. Bu iki yönelim de bir Yahudi olarak toplumdan uzaklaştırılmasına sebep oluyordu. Sömürgeci Fransız ezici gitmiş ancak bu sefer Müslüman çoğunluğun baskıları artmıştı. Memmi doğduğu yerde kendine gelecek göremiyordu. Beraber bağımsızlık için savaştığı, yoldaşı olduğu sosyalist Tunusluların da devlet kurulduktan sonra Yahudileri istemediklerini görmüştü. Bu Tunus’tan gitmesine ve hiç geri dönmemesine sebep oldu.
Yahudilere yer kalmadığına karar verdiği Tunus’tan gönülsüzce Fransa’ya taşındı ve Yahudi kimliğine odaklanmaya başladı. 1962 yılında Bir Yahudi’nin Portresi‘ni (Portrait d’un juif) yazdı. Bu odakla ilgili şöyle dedi:
“Kim olduğumu anlamak istedim — bir Yahudi olarak —ve Yahudi olmanın benim hayatımda ne anlama geldiğini… Yahudi sadece dini, ekonomik veya siyasi durumuyla açıklanamaz. Ne de psikolojisiyle. Ne de antisemitlerin patolojisiyle.”
Yahudi kimliğine olan ilgisi devam etti; Bir Yahudinin Kurtuluşu ve Yahudiler ve Araplar adlı kitapları yazdı. Memmi artık yok olan bir Yahudi siyasetini temsil etti. Yahudi kurtuluşuyla ilgili fikirleri Isaac Deutscher’ı hatırlatıyor. Yok edilmeye çalışılan, kendisi gibi Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da barınamayan, Yahudilerin bir vatan ihtiyacını olduğunu görüyor, İsrail’i bu sebeple gerekli buluyordu. Ancak sömürge altında yaşamı deneyimlemiş olan Memmi kendi tanımıyla ‘sol Siyonist’ olarak Filistin halkının vatansızlaştırılmasına da karşıydı. Deutscher gibi Memmi de Yahudilerin sığınabileceği, kendilerini var edebilecekleri bir vatan ihtiyacında olduğunun farkındaydı. Bu ihtiyacın Filistinlilerin acısına sebep olması iki düşünürün de saklamadığı, utandığı, düzeltilmesi gerektiğini söylediği bir nokta oldu.
Albert Memmi ne doğduğu ne de terk ettiği Tunus’u kozmopolit bir ütopya olarak çizmiyordu. Tam tersine, her dönemde yabancılaşmayı anlattıyordu. Tuzdan Heykel’in önsözünde Camus onun için şöyle diyor:
“Burada Tunus’tan Fransızca yazan bir yazar var, ne Fransız ne de Tunuslu (…) Sonu ne olacak? Yazar olmaya çekilecektir diyebiliriz.”
Fransa’da yıllarca yaşayan Memmi bu ülkeye vatan gözüyle bakmadı. Ona göre vatanı yalnızca Fransız diliydi. Tunus’u terk ettiği 1957’de halini şöyle açıkladı:
“Garip bir kader, kendinin olmayan bir halk için yazmak.”
Not: Şu ana kadar Türkçe’ye çevirilen tek kitabı Sömürgecinin Portresi Sömürgeleştirilenin Portresi adıyla Versus yayınlardan çıkmış ancak maalesef baskısı tükenmiştir.
Nesi Alratas: Kaynak: washingtonpost ve arablit.org
İZDİHAM