Uzun süredir Tanrı’yı yanlış anlıyoruz.
Önce kaçınılmaz, sonra vazgeçilmez bir daire bu.
Kişi, rıza makamını tuttuysa tercih etmeyi bırakmıştır. Talep’ten vazgeçmeden tercih’ten vazgeçmek mümkün mü? Ölmeden önce ölünüz, buradan da düşünülebilir mi?
Tanrı her türlü kusurdan uzak olduğu için onun yaratması da kusursuzdur. Onun yaratmasına dahil olan her şey, büyük ve mükemmel bir disiplinin içinde kendisine yer bulur. Tanrı’nın yok iken var ettiklerinden bizim türetip yarattığımız ne varsa hepsi kusurludur. Kusur, insan acziyetinin ve cüz’iyetinin tabii, kaçınılmaz neticesidir.
Ve Tanrı, sorularını çalıştığımızı iddia ettiğimiz yerlerden sorar, vererek veya alarak.
Kadınlar, şairler tarafından sevilmek istemezler. Kadınlar, şairleri hep bir başka kadının sevmesini isterler. Çünkü şairler hepimizin adına ölürler ve kadınlar cinayetin üstlerine kalmasından korkarlar.
Bir süre de umutlanırsın. Kısa bir süre.
Sessizlik mümkündür. Vicdan dışında. Hakikat, vicdanın diliyle konuşur da ondan.
Davranışlarımızın yanlış olduğunu ve aslında ne yapmamız gerektiğini sonradan fark ettiğimizde aldığımız şey, ibret midir ve eğer gerçekten ibretse aynı suda iki kez yıkanamadığımız dünyada bu ibret anlamlı mıdır?
Çok fazla kelime bilmek işe yarar. Bir süreliğine.
Sabır, kadim ve öğrenilebilir bir olgunluğun zirvesi olsa gerektir. Sabır çoğu zaman süreçtedir, sonuçta değil. Sonuçta ya rıza vardır, ya isyan.
Bize bir mefkure vaaz eden anlayışların/disiplinlerin vitrinine yahut tezgahına değil, ardiyesine ve mutfağına bakmamız gerekir. Tezgah ve vitrinde gösterilmek istenenler, mutfak ve ardiyede görmemiz gerekenler vardır.
Kamyonlara yüklenmiş ölü kavak ağaçlarının bedenlerinde hevesli tomurcuklar var. Ihlamur ağaçları otomobillerle mücadele halinde. Hayattayız.
Milli tarihi ve kadim medeniyeti reddetmek, tenkit ile bilerek yahut bilmeyerek itibarsızlaştırmak fikri planda bireyleri piçleştirir. Piç olmayı kimse istemez ve mahallenin kötücül veletleri sadece Yeşilçam setlerinde değil. Batı’nın şımarık veletleri Türk çocuğunu yıllar önce kaybettiği, unuttuğu ve düşman olduğu babasının yokluğuyla aşağılık kompleksine sokuyor.
Medine, idealistlere verilen bir nimettir.
Hudeybiye, reel politiğin güçlü bir isnadı olarak kabul edilebilir ancak reel politik, korkaklığın kılıfı olamayacağı gibi sümsüklüğümüzü de Hudeybiye’ye dayandırıp o bütüncül görüş ve algının müstakbel zaferini zan altına almayalım.
Güncel cemaatler bağlılarından, belirledikleri davranışları sergilemelerini bekler. Bireyin iç aleminde olup bitenlerle değil, cemiyet içinde hayata geçirdikleri davranışlarla ilgilenir. Oysa bizim kadim tarikat telakkimiz bireyin iç alemini ilahi bir disiplinle inşaa etmeyi amaçlar. Bu disiplini bir kez kazanan fert, sadece sözlerini ve fiillerini değil, her halini merhamet ve vicdan ile şekillendirdiği adalet duygusuna göre belirler. Böyle biri de toplum içinde nasılsa kendi halinde de öyledir. Zaten hadis-i şerif, ihlası böyle tanımlamıyor mu; sen Allah’ı görmüyorsan da o seni görmektedir.
İddialı kıyafetleri ve cesur makyajlarıyla düğünden çıkıp belediye otobüsüne binen kadınlar var. Otobüsten indiğimizde de devam edecek bir yağmur başlıyor. Bütün bunların anlamları olmalı ve fakat bu anlamların çok uzağındayım. Mebhus anlamların bir önemi olup olmadığını bilmemekle beraber varsa bile peşine düşmeyeceğimden eminim.
Yorgun yüzler ve yorgun eşyalar birbirini tetikliyor. Ambalajı güzel bedenlerin içinde yağmalanmış ruhlar, tükenmiş/tüketilmiş zihinler var. Hikmet okuryazarları artık aramızda değil, aramızda olanlar da şehrin bastırdığı seslerini çıkarmaktan vazgeçtiler.
İnanmayı sürdürelim sevgilim; Tanrı’ya, kendimize ve birbirimize. Tanrı var oldukça inanmayı sürdürelim.
Birçok şeyden gafil olabiliriz, adalet ve merhamet dışında.
İnanmayı bilmediği halde anlamaya çalışan insanların çilesi, inandığını sananların huzurundan daha üstündür. Ah hastalıklı Kafka, ah zavallı Kafka, ah Kafka!
Başka bir dünya mümkün, içimizdeki kuyularda boğulup ölmezsek.
Bir vakitler çokça lüks vardı, şimdi hepsi birer ihtiyaç oldu. Bir vakitler rutin gördüklerimizse merasim, merasimlerse rutin olup çıktı. Bir devrin sonuna yetişmişiz gibi…
Emel Sayın’ın Yağdır Mevla’m Su şarkısını her söyleyişinde ağladığına inandığımız zamanlar güzeldi.
Olaylar ve kişiler yerine ilkeler ve olgular konuşulmazsa en mühim ve ciddi meseleleri bile taraftarlar halinde tartışmayı sürdürürüz.
Özgürlük! Herkese ve her şeye! Mi?
Batı’da var, bizde yok: Komplekssizlik. Kıskanılmaz mı? Dokunulmazlıkları kaldırmadan komplekssiz olmak mümkün değil mi? Dokunulmaz olanı kim, nasıl, neye göre belirleyecek? Çünkü hala benim hocam senin hocanı dövercilik canlılığından hiçbir şey kaybetmedi. Avrupa’yı Rönesans’a, Reform’a götüren süreç gibi.
Ali Çakır
İZDİHAM