O sabah da diğer sabahlar gibi henüz kıyametin kopmadığı sıradan bir sabahtı zira o sabah da insanlar, umutlarına sarılıp içlerine kapanmayı seçmişti. Mersin Adliye Sarayı’ndaki inançlı kalabalık, son günlerde yaşananlardan sonra artık çaresizce Tanrı’dan etkileyici bir hamle bekliyor gibiydi. Doğrusu bu kalabalık, Tanrı’nın dünyadaki olaylar karşısındaki kayıtsızlığı karşısında biraz mahcup hissediyordu.İşte eğer bir gün kıyamet kopacaksa onun başlayacağı bu yerde tüm bu insanların arasından Av. Tahir, onların sımsıkıya sarıldıkları umut ve acılarına çarpmadan sıyrılıp geçmeye çalışıyordu. Yaşarken de böyle yapmıyor muydu Tahir? Bir de huyu vardı garibin, ciddi olaylarla dalga geçmeyi pek severdi. Üzerinize sağlık biraz da duygusal bir adamdı. Aslına bakarsanız sigarayı da harçlığından arttırdığı paralarla içmeye başlamıştı öğrenciyken, sonradan sonradan alışmıştı bu illete.Bir de öğrencilikten kalma komünistliği… Her neyse biz Tahir’i yargılamayacağız, epey kötü bir olay geçirdi çünkü bu sabah.
Saraydan çıkmayı başarınca ayakları onu hep gittiği çay ocağına doğru sürükledi. Çay ocağına geldiğinde elini cebine atıp o meşhur, hafif Amerikan sigarasını çıkarmak istedi. Pardon son zamlar sebebiyle pek de meşhur olmayan hafif bir İngiliz sigarasına dönmüştü ve cebinde her iki emperyal sigaradan da yoktu. Çay Ocağı’na vardığında yan tarafta A-4 kağıdına kırmızı fosfor kalemle karalanmış amatör bir reklam gözüne çarptı: “KARANFİL KOKUYOR CİGARAM”. Aklına elbette o şiir geldi. Tütüncünün karşısına geçip “Cidden karanfil kokuyor mu?”dedi. Adam Tahir’i önce inceden bir süzüp “Aynen, tütün poşetine koyuyorum, içinde bekleyince kokusunu alıyor. Normalde ne içiyorsunuz, ona göre vereyim?” Av. Tahir,bu dayıyı sevmiş olacak ki esprili bir şekilde pos bıyıklarını burarak “Reklam olmasın şimdi, son zamlardan evvel hafif bir Amerikan sigarası içerdim, şimdi de hafif bir İngiliz sigarası içiyorum.” deyip gülümsedi. Tütüncü bu ciddiyetsizliği sevip devam ettirdi.
-Bıyıklar komünist bıyığı, sigaralar Amerikan, İngiliz; hayırdır?
– İstiyorum ki beni Emperyalistler öldürsün abi.
Tütüncü bu cevabı beğendi, gülerek Av. Tahir‘i yanındaki iskemleye buyur etti. İki kaçak çay istedi. Bir paket makineyle sarılmış ince tütünü de adama uzattı. Av. Tahir içinden bir dal çıkarıp hırsla çaktı çakmağını, bir nefeste yarılandı cigarası.
– Hayırdır kardeşim, o nasıl duman çekmektir?
Tahir duraksayıp az önce yaşadıklarını düşündü ve anlatmaya başladı.
– Bir iki aylık avukatım ben abi, bu işi de hiç beceremiyorum, bu sabah duruşmada anladım. Neyse geçen ay merkezdeki bir hamamda tecavüz edilmiş bir erkek çocuğuna, onun duruşması vardı. Bana da CMK dan çıktı bu dava. Gittim, babası şikayetini çekecek, annesi ağlıyor, tecavüzcünün avukatı da barodan ünlü bir avukat… Neyse çocukla görüştüm duruşmadan evvel. Bir şeyler söyledi, ağladı.Dayanamadım, ben de ağladım dinlerken. Bu duygusallıkla avukatlık mı yapılır be abi.
-Ne dedi ki çocuk?
Tahir önce sağlam bir duman çekti meşhur karanfil kokulu sigaradan.
-Tabi ağlıyor çocuk, babası da kızmış buna, niye polise gittin diye. Kesin para vermişlerdir babasına. Çocuk da ifadesini değiştirecek ama nasıl böyle içinde kazan kaynar gibi iç çeke çeke ağlıyor. Bir yandan da ben ağlıyorum anasını satayım. Ben inanmam abi Tanrı’ya falan ama zoruma gitti söylediği, ona ağladım. Çocuk bana ne dedi biliyor musun abi?
“Kimse beni dinlemiyor, herkes beni suçluyor. Ama ben her şeyi Allah’a anlatacağım.” Ben de var olmasını istedim anasını satayım o an Tanrı’nın, beni de kimse dinlemiyor, ben kime anlatacağım derdimi? İnşallah vardır da gidip her şeyi O’na anlatırız.
-İnşallah mı?
-Kültürel dezenformasyon işte, umarım diyesim gelmiyor anasını satayım, buna mi takıldın abi!
Ali Rıza Öncel
İZDİHAM