Dünya’nın yorgun ve biraz da çılgınlaştığı zamanlardaydık. İnsalık atlattığı büyük zorluklardan sonra hayatta kalmayı başarmış ve her zorlukta bir seviye daha ileriye gitmiş olmanın verdiği özgüvenle geleceğin ön kodlarını tartışıyordu. Uzay çağını yaşadığı, kafileler halinde uzay yolculukları planladığı bir dönemde küçük bir problemle, epey küçük bir problemle karşılaştı insanlık. Dünya’yı ele geçireceğinden hepimizin emin olduğu yapay zekayı geliştirmeye çalışan bilim insanları, görünmez ve üstelik cansız bir varlık tarafından topyekün yok edilme tehlikesi altındaydı. Bense evde yabancı komedi-dram dizileri seyrediyordum bu sırada, ta ki evde sigaram bitinceye kadar…
Tüm bu korku ve kargaşa yaşanırken beş gün boyunca durmaksızın yabancı dizi izlemekten, annem konuşurken göbek kısmında alt yazı aramaya başlamıştım. İnsanların anlattıklarından emin olamıyordum artık. Alt yazısı olmayınca da pek bir garip oluyor insanların konuşması. Artık bu evden çıkmam gerekiyordu. Dışarda ölümcül bir atmosfer vardı. Gidip beş sigara alıp dönecektim ama dışardaki tehlikeler beni bundan alıkoyuyordu. Tüm gücümü toplayıp ölüm korkusunu sırtıma alarak çıktım evden.
Evimizin olduğu sokaktan çıkarken bahçede tek kale futbol maçı yapan çocukları süzdüm nefretle. Çocuklar dünyanın en tehlikeli canlıları… Birkaç ay içerisinde izleyecek yeni bir dizi film kalmayacak olması geldi aklıma, kahroldum. Ana caddeye çıktığımda sosyal mesafenin ruhsuzlaştırdığı insanlarla karşılaşıp yüz çevirdim. Tüm bu süreç bittiğinde yalnızlığa alışmış, birbirine virüs gözüyle bakan insanlar olacağız, bu ne kadar tehlikeli farkında mısınız? Ana caddede gülümseyen insanlar da vardı. Türk komedi dizisi izlemediğimden bu gülmeler bana çok anlamsız geldi. Sonra bir şey oldu, kalbim çıkacaktı yerinden neredeyse. Doğru ya hala kalbimiz vardı bizim. Üstüme vazife olmayan fikirler edindim durdum hayat boyu. Çok bıkınca hayattan, utanma, kalbini hatırla…
Sevdiğim kadın değilmiş gördüğüm, her neyse sosyal mesafeye dikkat edelim. Biraz daha aşağı indim, yürüdükçe bacaklarım ferahladı, terlemeyeli ne kadar zaman olmuş. Sonra birinin uzaktan el sallaması ile irkildim. İstemsizce ağzım genişledi. Ağzımın her iki köşesinde yanma hissettim. İnsanlara karşı gülmeyi unutmuşum. Yaklaştıkça heyecanlandım, kalp atışlarım hızlandı. Karantina günlerinden evvel hep gittiğim kahvenin çaycısıydı Kenan abi… Gerçekten bu kadar özlemiş miydim onu? Yoksa ailem ve toplum baskısıyla bilinçaltına sakladığım bir aşk, bir arzu mu? Çok fazla netflix dizisi izliyorum kusura bakmayın, tabiiki böyle bir şey yok. Kenan abiye yaklaştıkça gözlerinin ta içine baktım. Karşılıklı bir metre uzaklıkta durup acı acı tebessüm ettik birkaç saniye.
“Nasılsın abi?” deyip cevap bekledim ama o beklemedi.
“İyi günler kardeşim benim.”
Yanındaki güzel ve şişman kadına kadına baktım arkasından.
“ Beni bunun için mi bırakıp gidiyorsun Kenan?” diye bağırmak istedim ama yapamadım. Gerçekten her akşam görüştüğüm insanlardan birini görünce böyle duygusallaşmam hiç normal değildi. Kenan abiyi unut artık Mirza, dedim içimden ”o bir başkasını seviyor. Kahvehanedeki diğer arkadaşlarım peki, onlar neredeler ? Burası benim yaşadığım dünyaya hiç benzemiyor. Zorlamadım kendimi, sigaramı alıp geri dönerken çocukların hala top oynadığını gördüm. Gelelim şu meseleye.
Sigaramı yakıp oyunun tam ortasından, iki taşla belirlenmiş kalenin içinden geçtim. Bu topu bana vurun demekti bir yerde. Ve beklenen oldu, sırtımdan vurdular beni. Çocuklar virüse yakalansa bile etkisi üzerlerinde görünmediği için en tehlikeli canlılar. Mont cebimden çakımı çıkardım çığlıklar, yardım çığlıkları içinde elimdeki bıçağı kaldırıp bağırdım
“Ey halkım bunu, evine aylardır ekmek götüremeyen sizler için yapıyorum.” Ufak bir patlama sesi ve sessizlik. Ben hiç iyi değilim dostlarım, umarım tüm bunlar gerçek değildir.
Ali Rıdvan Öncel
İZDİHAM