Medya Derneği ile uluslararası gazetecilik kuruluşu International Center for Journalists’in (ICFJ) birlikte düzenledikleri “Dijital Çağda Etik: Zorluklar ve Fırsatlar” başlıklı üç günlük atölye çalışması dün son erdi.
Atölye, geçtiğimiz yaz aylarında internet üzerinden sürdürülen altı haftalık yoğun, tartışmalı bir eğitim döneminin finalini oluşturuyordu. Yaz aylarındaki kursun eğitimcileri Indiana Üniversitesi’nden gazetecilik profesörü Sherry Ricchiardi ile bendim. Geçtiğimiz günlerdeki atölye çalışmasında ise bizeUSA Today’in eski yöneticilerinden Frank Folwell da katıldı.
Ağustos-Eylül 2010’daki altı haftalık kursun ilk dersinin ilk metni “Etik Neden Önemlidir” başlığını taşıyordu ve bir bölümü şöyleydi:
“Okurları ve izleyicileri, bir hikâyeyi tek taraflı anlattığımıza ya da yanlış anladığımıza inanmalarından daha fazla öfkelendiren bir şey yoktur. Birilerinin özel hayatını ihlal ettiğimizde veya haber toplama sürecinde çıkar çatışmalarına bulaştığımızda bize tepki gösterirler. İnsanların çektiği acıları sansasyona çevirdiğimizde ya da güvenilmez kaynaklardan yararlandığımızda hesabını sorarlar.”
Metne biraz daha yakından baktığımızda şunu görürüz: Metin, önermesini, kamuoyunun gazetecilik ihlalleri karşısında gazetecilere öfkelendiği varsayımı üzerine kurmaktadır.
Peki, dünyadaki bütün kamuoyları böyle midir? Ya bu türden dertleri olmayan kamuoyları da varsa? İlk bakışta saçma görünebilir bu soru size. Gerçekten de, kamuoylarının iyi gazetecilik istediğine dair bir varsayımı sorgulamak, onların iyi bir hayatı arzuladığı varsayımını sorgulamak gibidir.
Yine de ben Türkiye’ye ve Türkiye kamuoyuna baktığımda, bu kamuoyunun iyi gazetecilik istediğine dair varsayımın sorgulanabilir olduğu kanaatini taşıyorum.
Türkiye’de “gazetecilik etiği”ni tartışacaksak, işin bu yanını da tartışmamız gerektiğini düşündüğüm için, atölyeyi açış konuşmamı bu rezerve ayırdım. Söylediklerim özetle şöyleydi:
Yarısında manşet, yarısında hiç yok!
Anlatacaklarım bilhassa misafirlerimiz için şoke edici olabilir… Özeti şudur: Türkiye’de kamuoyu ne yazık ki gazetecileri gazetecilik etiğine bağlı kalmada cesaretlendirecek bir rol oynamıyor.Şimdi izninizle bu durumun nereden kaynaklandığını izah etmeye çalışacağım…“Okurları ve izleyicileri, bir hikâyeyi tek taraflı anlattığımıza ya da yanlış anladığımıza inanmalarından daha fazla öfkelendiren bir şey yoktur…”Bu, tabii çok doğru bir saptama. Fakat bazı durumlarda okurlar hakikati değil kafasında kurguladığı hakikati duymak ister.
Ben bu ilk söz alışımda gazetecilik etiğinin evrensel algılanışından ziyade Türkiye’deki algılanışından ve özel durumundan söz etmek istiyorum. Bunları anlatmak ihtiyacını hissediyorum, çünkü tartışmalarımızı hangi özel koşullarda yapıyoruz, bilmemiz gerektiği kanaatindeyim.
Alper Görmüş
İzdiham