Amina Siljak Jesenkovic, Yılbaşı gecesi, konser ve şeriat
Saraybosna’da yılbaşı gecesinde açık havada Dino Merlin’in konseri vardı. Ondan önce aynı sahnede Jehan Yehan adında Saraybosna kökenli, Londra’da mukim genç ve yetenekli bir müzisyen ve yeni aranje sevdalinka icralarıyla meşhur Divanhana grubu. Ancak gecenin starı Dino’ydu. Belediye Şehir Kanton fazlasıyla para harcamış Dino’nun konserine diye şikâyetler vardı. Sahne ve seslendirme masraflarının ne kadar olduğunu sormadılar. Bir de eksi on derecede çalışacak ses ve ışık sistemi. Dino kim ki yılbaşı gecesinde onun konseri olsun? Sosyal medyada, medyada Dino’ya, Dino’nun görüşlerine, konseri finanse eden makamlara tüküren çoktu. Dino’nun Cuma namazına gittiğinden, hacı olduğundan hoşlanmayanlar Dino’ya da dinine de tükürmüş. Laikliğin kutsallığını savunmak amacıyla. Yok, Suriye mültecileri bu soğuklarda donarken bu kadar para bir konser için sarf edilir mi, hem de ‘Onların’ yılbaşı gecesinde, yok ne biçim hacı konserlere çıkıyor, popçu diye diye dinciler de ayağa kalkmış. Sosyal medyada gruplar, aman Dino para kazanmasın diyor.
Pek çok sebebi olmadan röportaj vermeyen Dino, bir dergiye verdiği röportajla kamuoyuna hitap etti. Konser hemşerilerime hediye. Kanton, Belediye’nin sağladığı para miktarı konserin teknik masraflarını bile karşılamaz, eksik olan tarafımızdan karşılanacak demiştir. Dino karşıtları bir ara sustu, seküler kesim de, dindar kesim de. Artık ellerinden kozlarını almış. Sırbistan’dan, Hırvatistan’dan bir sanatçı gelmiş olsaydı hiç bu kadar gürültü olmazdı. Eksi on derecede yılbaşı gecesinde yüz bin kişi kadar açık havada Dino’yu dinlemiş. Şehirdeki hotellerde, apartlarda, pansiyonlarda boş yer yoktu. Şehrin etraflarındaki dağlarda da boş yer yoktu. Konsere harcanan para kat kat geri döndü, turizm geliri, restoranlar, kafeler, köfteciler, börekçiler, hediyelik eşya satanlar kazanmış. Ertesi sabah şehir tertemizdi. O gece şehir içinde, sokaklarda alkol satış yasağı vardı. Tabii ki hemen şehirde şeriatçılık var diye bağıranlar olmuş. Yetkililere tükürükler, ne biçim alkolsüz yılbaşı gecesi diye. Sonra dünyanın en büyük şehirlerinde alkol satışının yasak olduğunu görünce, mesela New York’ta aynı şeriatın yürürlükte olduğunu anlayınca seküler değerleri savunanlar biraz susmuş. Farklı ideoloji perspektiflerden Dino’ya, alkol satışı yasağına, yılbaşı gecesine küfredenlerin ortak tek bir özelliği var: nefret. Kendi başarısızlıklarının, zavallılıklarının sonucu nefret. Zavallı küçük hayatlarında hiç bir şey yapamadıklarının sonucu olan nefret. Bölgenin süper starı iken alçak gönüllüğüyle mahalle çocuğu, Saraybosna çocuğu kalabilen Dino nefret bataklıklarında boğulanlara başarısızlıklarını, hiç olduklarını hatırlatıyor olmalı.
Aynı yılbaşı gecesinde İstanbul’daki Reina Kulübü’nde feci terör saldırısı bizleri sarstı. Saldırı kurbanlarına üzüldüğüm kadar, haber üzerine sosyal medyada sevinç çığlıkları atan, eğlence esnasında öldürülen masumları kayıtsız şartsız cehenneme gönderirken Müslüman dindar kimlikleriyle övünenlere de üzüldüm. Onların da damarlarında kan yerine nefret dolaşıyor. İdeolojisinin kılıfı ne olursa olsun, bayrağının rengi ne olursa olsun, nefret dolu olanlar tek bir tayfa. Kıskanç ve başarısızlıklarında kıvranan şeytanın askerleri.
Siz Dino’yu bilmeyebilirsiniz. Daha doğrusu hiç de bilmek zorunda değilsiniz. Türkiye’de konserler verdi, İbrahim Paşalı Marmara Radyosu’nda iken Dino’nun şarkılarını dinletiyordu. İşte, o Dino. Devam ediyor. Seksenlerden beri. Bizim mahallelerin sihirbazı. Tabii ki bu Dino Merlin lakabıdır. Biz edebiyatçılar mahlas deriz. Gerçek adı Edin Dervišhalidović (Dervişhalidoviç okunur). Dede olacağı yaşa gelmiş, müziğine devam ediyor. Hırvatistan’da, Sırbistan’da, bölgenin neresine giderse gitsin konserleri dopdolu. Medyalarda görünerek reklamını yapmaz ki yeterince stardır. Çarşıda, sokakta, camide görürseniz mütevazı biri. Selam veriyor, hal hatır soruyor. Kışın mahallede kapısının önündeki karları kendi temizliyor. Bayramlarda büyüklerini, akrabalarını, dostlarını ziyaret ediyor. Parası olabilir, cebine hesaplarına bakacak değilim fakat parasıyla hava atmıyor. Mahalle çocuğu, bu mahallenin adabını bilir. Fakat kendini ezdirmez. Ne görüşlerini, ne inançlarını, ne de özel hayatını kimseye ezdirir. Kimseye de satmaz. Bunlarla pazarlık yapmaz. Bunların ticari mal olmadığını bilir ve bildirir. Sınırını bilir ve sınırlarını zorlayanlara haddini bildirir. Camiye gitmesi, namazlara kalkması, hacı olması kimseyi ilgilendirmez. Soran olursa, belirtir geçer. Kimseye de kendi fikirlerini, inançlarını bulaştırmaya çalışmaz. Kimseyi kendisi gibi yaşamadığından dolayı yargılamaz. Hesap sormaz, hesap da vermez. Hesap gününe kadar. İşte bu yüzden yıldız. Yeryüzünde yürüyen yıldız. Sihirbaz Merlin. Gönülleri fethediyor. Ve asla kendisine keramet yakıştırmaz. Dediğim gibi, bizim mahalle çocuğu, örf adet edep bilir.
Peki neden bunu anlatıyorum, size Dino’yu mu satmaya kalktım? Haşa sümme haşa! Her zamanki gibi başka bir sebebi var anlattıklarımın. Satırlar arası bir sebep. Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla misali. Türkiye’de sanatçı, müzisyen, yazar olarak şöhret sahibi olmuş (Sami ağabeyim veya Sedat kardeşim gibi insanlar hariç) hemen hemen herkes artık ‘avama’ yüz vermiyor. Yüz verdi mi ayakları altında artık ezileceğini bildiği için mi? Bir grup onu ‘ha bu bizim’ diye tanıyınca o grupta itibarını kaybeder gider diye endişelendiği için mi? Yoksa geniş kitlelere yüz verirse, bunu köy evleri önünde duran pabuç mu zannedecek bu geniş kitleler, ‘bizden’likten mağdur kalacağından korktuğu için mi? Yoksa sadece örf adet edep bilen bizim mahalle çocuğu mu olmalı?
Savaş yıllarında, tam 1993 sonlarında Saraybosna Kış Festivali yöneticisi İbrahim Spahiç’le karşılaştım. Hal hatır soruldu, İbrahim Festival’in de bu kış, kuşatma altındaki Saraybosna’da gerçekleştirileceğini söyledi. Her gün bombardımanlar, her gün snayperlar, kıtlık… ama bunlar kültür hayatını terk etmemize sebep olur mu? Asla. İbrahim, iki dakikada iki yüz bilgi verenlerden, şehre kimler geliyor, kimler ne performansları hazırlıyor diye anlatıyor. Sonra kısa bir ara. Buraya herkes geliyor, hem de sıradan sanatçılar değil, koca Susan Sontag, Bernard Henry Levi, ya seninkiler nerde? Doğudan bir sanatçı, bir yazar gelmedi ki… İşte orda yazıyorlar, protestolar falan yapıyorlar, aydınlar bu veya şu şekilde bize sahip çıkıyor diye kıvranıyorum. Hayır, seninkiler nerde, Türkiye’den kimsenin geldiğini duymadım. İşte o sırada aklıma bir mübalağa geldi. Burada gazeteci vaziyetiyle gelen bir yazar, şair var, (Geldiğinde incecik, mor kapaklı bir şiir kitabını hediye ettiğinden hatırladım) Adı Hakan Albayrak. İbrahim bu şairi hiç duymadığını söylüyor, ben de Türkolog olarak namusumu kurtarmak amacıyla mübalağaya devam ediyorum: Türkolog olan benim, orada tanınmış genç şairdir diye iddia ediyorum. Festivalde Hakan’ın şiir okuma programını yapmayı öneriyorum, tarihi belirtiyoruz… Aynı anda kafamda başka bir plan: O sırada henüz okumadığım şiir kitabından birkaç tanesini seçip, şiirler bir şeye yaramazsa bile güzel makyajla dilimizde sunmak, bunlara diğer tanınmış şairlerin şiirlerini ekleyerek başımı kurtarmak var. Yalan değil, eh işte biraz abartmak günah değil namus kurtarmak amacıyla. Anlattığımda Hakan da biraz komik buldu, milli gurur meselesi, kabul etmiş meşhur bir şair rolünü. Şiir matinesine hazırlanmıştık. 5 Şubat 1994. Program Gençlik Tiyatrosunda saat birde başlayacakmış. Bire beş kala Markale Pazarında Sırplar tarafından atılan bir bomba ile 72 kişi öldürüldü. Yaralıların sayısını hatırlamıyorum. Tabii ki şiir programı yastan dolayı iptal edildi. Yine de Hakan çevremizde şöhret kazanmış, ve daha sonra göreceğimiz gibi tiyatrodan da kendine özgü savaş ganimetiyle çıkmıştı. Yani, şiir dinletisine gelen, eşi olacak kızla tanışmıştı. Evet, demek istediğim, taziyeye, hasta ziyaretine davet edilmez. Gelme ihtiyacı duyan gelir. Oraya tekkeye gelindiği gibi gelinir. Güzel niyetle gelen eli boş dönmez.
Amina Siljak Jesenkovic, Gerçek Hayat
İZDİHAM