Anlayış Değiştiren Sanat: Warhol Sanatı
Bir süre önce, Antalya Kültür Sanatta gerçekleşecek ‘Andy Warhol’ sergisinden bir yazımızda bahsetmiştik. Gittik, gördük ve bugün de sanatçı ile sergi hakkında izlenimlerimizle karşınızdayız.
Önce biraz Pop Art’tan bahsetmek istiyoruz. 1950’li yıllarda Amerika ve İngiltere’de ortaya çıkan bu sanat akımı aslında modern sanatlarda bir yol gösterici, bir temel olmuş ve ‘sanat’ kavramının zihinde oluşturduğu imgeleri değiştirerek yeni bir anlam kazandırmıştır. Birçok sanat akımında olduğu gibi Pop Art’ın temelinde ‘Dadaizm’ vardır fakat biz o kadar detaya inmeyeceğiz. Kısacası, Pop Art, popular kültür ve tüketim kültüründen yola çıkarak ürettikleri eserlerle ‘Soyut Dışavurumculuğun’ karşıt görüşü olarak gelişmiştir.
‘Pop Art’ öncesi döneme baktığımızda; Yunan sanatından beri süregelen kusursuzu ve ideali bulma amacının Rönesans devrinde de devam etmiş olmasıyla ve bu gelenekçi sanat anlayışının kendini tekrar ettiğini düşünen sanatçıların 19. yüzyılda yeni arayışlara yönelmesiyle karşılaşıyoruz. Ardından 20. yüzyıl itibariyle sanatın bir amaç olmak yerine araç olmaya başlayarak ‘resim’ anlayışının tamamen değiştiğini görüyoruz. Bunun sebebi elbette ki endüstriyel gelişimler, savaşların toplumlara etkileri ve hızla değişerek gelişen bu dünya düzeni olmalıdır. Değişen dünya düzeni üzerine, sanatçılar da bir yenilik arayışına girerek sahip olduklarını sorgulamak üzerine farklı sanat eserleri ortaya çıkartmışlardır ve elbette ki bu da yeni sanat akımlarının öncülü olmuştur. Pop Art, böyle bir dönem ruhu içinde kendisini göstermeyi başarabilmiş ve devamlılığını sağlamış bir sanat akımı olarak adlandırılabilir.
20 yüzyılın ilk yarısında sanat adına en önemli figür Marcel Duchamp, ikinci yarısında ise Andy Warhol olmuştur. Asıl adı Andrew Warhola olan sanatçı, 6 Ağustos 1928 Amerika’nın Pensilvanya eyaletinde Polonya göçmeni ve yoksul bir çiftçinin oğlu olarak dünyaya geldiğinden gençlik yıllarını, kentteki maden ocaklarının kömür tozu dolu atmosferinde, yoksul bir göçmen mahallesinde geçirir. Warhol’un hayatında ona en çok değer veren kişi olan annesi tarafından sanata yönlendirilme hikâyesi ilginçtir. 1930’lardaki ‘Büyük Buhran’ döneminde oyuncak almaya para bulamayan annesi Julia Warhola masrafsız bir oyun olması için oğlunu resim yapmaya yönlendirir. Bu da aslında dünya sanatına yön verecek sanat akımlarından birinin gelişmesine katkıda bulunacak bir etkidir. Okul arkadaşlarının portrelerini yaptığında ilk kez ünlü olmanın tadını alarak 1945’te tasarım, sanat tarihi, sosyoloji ve psikoloji alanlarında dersler alacağı Cornegie Tech Enstitüsüne başlar. Gelişen ve sanatın içinde yer almaya başlayan Warhol’un tek düşüncesi, gördüğü her şeyi işe dönüştürmektir. “Glamour” dergisinin “Başarı Merdiveni” adlı makalesi için birkaç resimleme hazırlar. Derginin metin editörü bir hata yaparak Warhola ismini, Warhol olarak yazar. Ve ardından Andy Warhol, hızlı bir şekilde sanatında gelişmeye başlar.
Ancak kariyerinde yükselişteyken zaten hastalığa meyilli olan bünyesi zayıflayamaya başlar ve ardından cildi kötüleşir, saçları dökülür. 1950’lerin sonunda burun ameliyatı olur, cildi için çeşit çeşit ilaç kullanır ve peruk takmaya başlar. Görünümüne olan güvensizliği, onun yavaş yavaş içine girmeye başladığı eşcinsel dünyasında daha da artar.
Ressam, film yapımcısı ve yayıncı statülerine sahip olmakla beraber ‘Pop Art’ sanatının çekirdek döneminde önemli eserleriyle bu anlayışı geliştirdiğinden akla gelen ilk isimdir. ‘The Velvet Underground’ adındaki müzik grubunu da keşfederek, albüm kapaklarını hazırlamıştır. Andy Warhol sanatı, bu keşfettiği grubun tüm etkinliklerinde etkin bir şekilde karşımıza çıkmaktadır.
‘Warhol Sanatı’ olarak adlandırdığımız sanat, birkaç eskizden ibaret değildir. Ve dönemin değişen sanat dinamiğinin ardından, artık gereklilik arz eden bir sanat olarak ortaya çıkmıştır. Bu durum her dönemde öyle olmuştur; genel bir sanat anlayışı vardır ve onun önünü kesen, absürd olarak algılanan, verildiği isimle aslında kötülenen sanat akımları her zaman da var olmaya devam edecektir. Kendilerini Pop Art sanatçısı olarak tanımlayan bu yeni sanatçı grubu, savaş sonrası Amerika’nın sıradan ve abartılmış imgelerini sanatlarında kullanarak, sanatı canlı ve dikkat çekici bir hale getirmeyi amaçlamıştır. Çok renkli, canlı imgeler ve nesneler yaparak sanattan hoşlanmak için bir şey bilmelerine gerek olmayan kitleye yönelir. Çünkü o döneme dek sanat hep entelektüel topluluklar tarafından yorumlanabilen bir şey olmuştur ve Warhol felsefesinde sanat toplumun her türünden insana açık olabilmelidir.
1963’te oldukça ünlü olan Warhol, bir film kamerası alarak “en sıradan faaliyetlerin üzerine odaklan, onları çok ilgi çekici hale getir” felsefesiyle sinemayı denemeye karar verir. Filmlerinin hiçbir şekilde bir kurgusu yoktur. Genellikle film anlayışı, sabitlediği kamerasıyla toplumda fazla dikkat çekmeyen aktiviteleri inceleyerek insan davranışını kategorize etmek üzerine kuruludur. Warhol, insan aktivitelerini inceleyerek özümseme davranışını sanatında da etkili bir şekilde kullanmıştır. 1987’de “Son Yemek” adlı işini bitirdiği sırada safra kesesinden ameliyat olur ama kalp krizi geçirerek hayatını kaybeder.
Warhol’un sanat zihniyetinden uzunca bahsettik. Şimdi de sıra sanat tekniğine geldi. Warhol bunları bu anlayış izinde yapmıştır, fakat nasıl yapmıştır?
Endüstriyelleşmeye başlayan devrin getirdiği bir seri üretim yayılışı dönem ruhunu ele geçirmiştir. Ve Warhol da seri üretim nesneleri sıkça kullanarak farklı yorumlarla sanat eseri haline getirmiştir. Resimlerini afiş tekniğiyle çoğaltmıştır ve aslında çağın toplumsal dinamiğine bir tepki olarak bunu geliştirmiştir. Eserlerini gümüş rengine boyadığı ve “Fabrika” adını verdiği atölyesinde üretmiştir.
Andy Warhol 1950’li yıllarda, başarılı bir ticari illüstrasyoncu ve grafik tasarımcısıdır. 1950’li yılların sonunda, Warhol’la Robert Rauschenberg ve Jasper Johns birbirlerinden habersiz olarak “Sanat için Sanat” ve ”Halk için Sanat” ayrımını gündeme getirecek kompozisyonlar üzerinde durmaya başlarlar. Sanatçılar içerik olarak çoğunlukla Amerikan gündelik yaşamın görselliğini benimserler. Endüstri boyaları ile başladığı çalışmalarına ipek baskı tekniğiyle devam eder ve bu baskı tekniğiyle uyguladığı resimlerinde yüzey ayrıntılarını, baskı tekniklerinin doğasından kaynaklanan lekeleri ve düzensizliklerinin yarattığı etkileri resimlerinin doğal bir parçası olarak kullanır. Bu noktalar aslında onun Pop Art’ının sınırlarını belirleyen detaylar olmuştur.
Warhol, sanat tarihinin en önemli portresi ve yapılan tablolar arasında en ünlüsü olan ‘Mona Lisa’yı ipek baskı yöntemiyle tuval üzerine basarak çoğaltır. ‘Otuz Tanesi Bir Tanesinden Daha İyidir’ diye adlandırdığı tablosuyla tabu olarak görünen “Sanat için Sanat“ zihniyetini gerek kullandığı tekniklerle, gerekse verdiği demeçlerle alaya alır.
Warhol, 1986 yılında, ABD silahlı kuvvetleri tarafından kullanılan standart tasarımlara dayanarak yaptığı “Kamuflaj” serisiyle saf soyutlamaya ciddi bir adım atmıştır. Orijinal tasarımlardaki doğa-taklidi renklerin yanı sıra Warhol parlak renkler olan kırmızı ve pembeyi de kullanmıştır.
Aynı zamanda resimlerindeki hayvan temalı resimlerinde dikkatini nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan hayvanlara yönelterek 1983 yılında on farklı türden oluşan “Tehlikedeki Türler” adlı bir portfolyo üretir. Bu serisinde başka fotoğrafçıların çektiği görüntüleri temel alarak bunlara kendine has, belirsiz çizgiler ekler, hatta bazılarına parlak renkler de ekler. Böylece siyah gergedan mavi olurken Afrika fili pembe olarak ortaya çıkar.
Kısacası, Warhol sanatı anlamlı nesnelerin anlamını boşaltması ya da tam tersi, anlamsız nesnelerin üzerinde durulup vurgulanması üzerine gelişmiş bir anlayışa sahiptir.
Merve Tuncer, SanatKaravanı
“İZDİHAM