Arzu Özdemir’in Dil Sürçmesi adlı kitabı İzdiham Yayınları’ndan çıktı. Özdemir’in hikayeleri kısa ve çarpıcı bir şekilde kitapta yer alıyor. 96 sayfalık kitapta oldukça dikkat çekici hikayeleri keyifle, düşünerek okuyacaksınız.
İzdiham: Kitabınız hayırlı olsun. Bir anda küçürek öykülerinizle çıkıverdiniz. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Arzu Özdemir: Teşekkür ederim. 1979 Elazığ doğumluyum. Edebiyat mezunuyum. Küçürek öykülerle 2002 yılında Ramazan Korkmaz’ın yüksek lisans danışmanım olması sayesinde tanıştım. Kendimi ifade edebileceğim edebî bir tür olduğunu hissettim. Hocam da yazdıklarımı beğenince küçürek öyküler üzerinde yoğunlaştım. Ancak İzdiham’ın 30. sayısından itibaren yayınlatmaya başladım. Bunun nedeni biraz benim ağırdan almam biraz da birkaç olumsuz girişimden sonra hevesimin kaçmış olması. Ama küçürek öykülerimi yayımlatmadan önce makale, eleştiri, şerh gibi öğretici metin türlerinde çeşitli yazılarım yayımlanmıştı.
İzdiham: Kitap fikri nasıl oluştu?
Arzu Özdemir: Bu öyküleri kitaplaştırmak benim hayalimdi. Ama dosya haline getirip hiçbir yayınevine göndermemiştim. İzdiham’dan bu teklifi bekliyordum. Onlar da teklif edince memnuniyetle kabul ettim.
İzdiham: Kitabın adı neden Dil Sürçmesi peki?
Arzu Özdemir: Kitabın adını sevgili Cengizhan Genç önerdi. Bilinçaltını yansıtması bakımından benim de hoşuma gitti. Psikanalizime göre dil sürçmeleri; tıpkı rüyalar gibi bizim saklı tuttuğumuz, baskıladığımız duygularımızı ve düşüncelerimizi ele verir. Sanatçı da kurgudan istifade ederek bu baskılardan kurtulur. Kurgunun arkasına gizlenir yani. İkisinde de bir gizlenme ve açığa çıkma durumu var anlayacağın.
İzdiham: Kapağa gönderme yaparak içerik kısmını da boş bırakmışsınız. Bu fikir kimden çıktı?
Arzu Özdemir: Kimden çıktı, bilmiyorum. Benim için de sürpriz oldu. Ama sonradan benim de hoşuma gitti.
(İzdiham‘ın Notu: Bu fikir elbette Hakan’dan çıkmadı. Çünkü Hakan’dan sadece kötülük çıkar.)
İzdiham: Biyografiniz de çok ilginç. Tam bir küçürek öykü gibi.
Arzu Özdemir: Aaa evet. Biyografide ne yazayım ne yazayım derken doğum ve ölüm dışındaki her şey -her kazanım, her kaybediş, her başarı, her acı, her sevinç vs.- faniliğinden ötürü gözümde o kadar küçüldü ki birden bu şekilde yazıverdim. Evet, tam bir küçürek öykü oldu. Ama bir gün bu öykü beni yalancı çıkaracak.
İzdiham: Fenomenoloji adlı öykünüzde “Adımı Arzu koymuşlar.” diyorsunuz. İnsanın kendini bulması ne kadar ve niye zor?
Arzu Özdemir: Yusuf Atılgan, Aylak Adam C.ye söyletiyor bunu: İnsanın adı onunla en az ilgili tarafıdır. Çünkü doğar doğmaz o bilmeden başkaları verir, diye. Sonra ekler: Ama yapışıp kalır insanın üzerinde. Onsuz olamaz. Adımı rahmetli annem koymuş. Bir iki isim demişler anneme. Arzu dediklerinde “Arzum” demiş ve koymuş. Onun bir kız çocuğuna sahip olma arzusuyum aslında. Adımın konma nedeni bu. Sonra ben de her insan gibi arzularıyla boğuşmak durumunda kalmışım. İlk arzu nesnemiz anne memesidir ama sonuçta kendimiz dışında yöneldiğimiz ilk şiddetli isteğimizdir. Ötekinin fark etmemizdir ve öteki’nin bizim üzerimizdeki etkisinin yaşam boyu süreceğinin de bir göstergesidir aynı zamanda. Bu öykü sadece kendime yazdığım bir öykü değil. Adımın arzu olması hoş bir rastlantı olmuş sadece. Benim gibi herkes kendi arzuları ve ötekinin beklentileri arasında sıkışık kalmış durumda. Girift bir konu. O yüzden burada keseyim.
İzdiham: Öykülerinizde hayatın çok farklı yönlerine dokunabildiğinizi görüyoruz. Bunu neye borçlusun?
Arzu Özdemir: Küçük hesaplar peşinde koşmamaya, -mış gibi davranmamaya, net bir insan olmama sanırım. Enerjimi bunlarla tüketmediğim için algılarımı Tanrı’nın herkese aşikâr kılmadığı kutsal alana kaydırabiliyorum. Çıkarcı insanları, yalancı insanları sevmiyorum. Bunlar insana yük. Zahirde fayda sağlıyor ama son hüsran. Benim biraz saf bir yanım var. İnsanlara çabuk kanarım. Yalancı oldukları aklımın ucuna gelmez ki. Ama şimdi fazlasıyla tecrübe edindim. Ayrıca her an her şeyin değişebileceğini idrak edecek kadar da tecrübe edindim. Mevlana’nın Fihi Ma Fih’inde geçer: En iyi polisler eskiden hırsızlık yapanlardan çıkar, diye. Allah adına konuşan yobaz, bağnaz insanları da sevmiyorum. Kimsenin ahiri belli değil. Kime ne için, ne yaptırıldığını bilemeyiz. O yüzden son nefes verilene dek kimse kimseden üstün değil bana göre. Ondan sonrası da zaten Allah’ın bileceği iş… Ben her öykümü Allah’ın gizlediği hikmetleri arayarak ve düşünerek yazarım.
İzdiham: Kitaptaki en sevdiğiniz öykü hangisi?
Arzu Özdemir: Oyunlar’ı seviyorum. Bir oyun ve oyalanma dünyasında çocuk safiyetini taşıyan birisi ile büyüme evrelerini tamamlamış, parantez içinde ünlem işareti, birisinin ilişkileri anlatılıyor. Sürekli hayatın faniliğine vurgu yapılarak, bütün edimlerimizden bir gün sorumlu tutulacağımız hissettirilerek.
İzdiham: Birebir hayattan aldığınız bir öykünüz var mı?
Arzu Özdemir: Evet, “Kadın Dayanışması”. Kızım Zeynep’le aramızdaki diyalog. Zeynep bana bunu dediğinde daha beş yaşında bile değildi. Bence güzel bir küçürek oldu. Karşılaştığım her zorluğu o küçük tepenin varlığından güç alarak aştım. Eminim benim gibi çocuğuna hem anne hem de baba olmak zorunda kalan birçok kadın, o minik şeyler sayesinde birçok güçlüğün üstesinden geliyor. Bir de “Denge” adlı öykü var. Bu da bir haber yazısıydı. “Bu fidana çocuğum gibi baktım, bir ağacı sığdıramadınız.” sözü beni o kadar etkiledi ki bu eşsiz sözü dondurmak istedim. Ertesi gün unutulup gitmesine gönlüm razı olmadı. Benim diyen bir yazardan çıkmaz böyle bir söz. İşte Anadolu insanının feraseti, duyarlılığı… Bunu söyleyen muhtemelen eğitim almamış bir kadın. Ağaçları kesenler ise makam sahipleri, eğitimli insanlar. Neye ihtiyacımız var sizce? Bize ne lazım? Kuru kuru bilgi mi? Doğadan ve huzurdan ne karşılığı vazgeçiyoruz? Para karşılığında mı? Ne? Üzücü gerçekten.
İzdiham: İlk yazdığınız küçürek öykünüz de kitapta yer alıyor mu?
Arzu Özdemir: İlk hangi öyküyü yazdığımı hatırlamıyorum ama büyük bir heyecanla Tavlama’yı ve Oyunlar’ı hocama okuttuğumu, onun bunları benim yazdığıma inanamadığını hatırlıyorum. Yıl 2002, ben 23 yaşındayım.
İzdiham: Genelde yıllarca uzun öykü yazdıktan sonra kısa öykü yazmaya başlıyor yazarlar. Görünüşe bakılırsa sende tam tersi olmuş. Gerçi uzun öykü yazıp yapmadığını bilmiyoruz ama.
Arzu Özdemir: Ben fakültedeyken aruzla şiir yazmaya çalışırdım. Sonra hece vezniyle falan… Ama işin ehline hiç göstermedim. Ne kadar iyi, yorum yapmam doğru olmaz. İddialı da değilim zaten. Öykü yazmaya küçüreklerle başladım. Hocam manevi destek verdi, yüreklendirdi fakat o dönemde bunları gönderdiğim bir derginin editörü bana şunu dedi: Henüz uzun öykü geçmişin olmadan ne haddine kısa yazmak! Çok üzüldüm bunları duyunca. Maalesef birçok editör kendilerine gönderilen yazıları okuma zahmetinde bile bulunmuyor. Türkiye’de dergicilik ahbap çavuş ilişkisi bir nevi… Hepsi için demiyorum ama geneli böyle. Geçenlerde bir arkadaş bir dergi getirdi okula. Şöyle bir karıştırdım. Sadece tek bir kadın vardı yazanlar içinde. Muhtemelen o da yazanlardan birinin birinci dereceden bir yakını olduğu için yazabilmiş. Hemen kapattım. Görmek bile istemedim. Erkek hegemonyası edebiyatta da mı var yahu? Çoğunun çekirdek bir kadrosu var. Başkalarına ihtiyaç duymuyorlar. Aynı şeyleri ısıtıp ısıtıp getiriyorlar önümüze. Yeni yetenekler arkalarında onları destekleyen birileri olmadığı için heba olup gidiyor. Hele dergiyle aynı siyasî görüşe sahip değilseniz hiç şansınız yok. Bilmiyorum öyle bir kural mı var, kimse yazı hayatına küçürek öykülerle başlayamaz diye. Evet, küçürek öykü yazmak uzun öykü yazmaktan çok daha yorucu ve zor… O zamanlar uzun öykü yazmadığım için bu ayrımı yapmam mümkün değildi zaten. Fakat iyi, iyidir; güzel güzeldir nihayetinde. Bilimde kesin kaide yokken sanatta olur mu Allah aşkına? Saçma sapan şeyler.
İZDİHAM