Attilâ İlhan’la son söyleşimizde, Amerika’nın politikası üzerine konuşmuş ve Vietnam’da, Afganistan’da son olarak Irak’ta yaşananlarla ilgili, “Onların bilmediği bir şey var; Biz Asyalılar ölmeyi de biliriz” demişti. Atatürk’ün İslam’a ve türbana yaklaşımıyla ilgili de çocukluğundan çarpıcı anılar anlatmıştı.
“KADINLAR ÖRTÜNÜRDÜ GAZİ SAĞDI VE MÜDAHALE YOKTU”
Attilâ İlhan’la iki kez röportaj yapma şansım oldu. İlki 2003’ün Kasım ayındaydı. Şiir üzerine konuşmuştuk. Türkiye’de şiir kitaplarının neden satmadığını anlatmıştı: “Şair yok ki satsın” demiş, “Ezberlenemeyen şiir okunmaz” diye de eklemişti. Kendi şiirlerinin neden bu kadar çok okunduğunu şöyle açıklamıştı İlhan: “Benim şiirimin sırrını yıllardır söylüyorum. Çünkü benim şiirim Türk’tür. O sesi hemen tanıyorlar. Benim şiirim divandan gelen sestir, halk şiirinden gelen sestir.”
Bir sonraki söyleşimizse, 24 Ağustos’taydı. O gün, o sıralarda, Cumhuriyet’teki köşesinde yazdığı Atatürk’ün dış politikası, Sovyet ilişkilerini konuşmuştuk. Biraz zayıflamıştı ama dinçti. Belleği ise her zamanki gibi pırıl pırıldı; tarihlerler, yer adlarıyla hiç durmadan, yaklaşık iki saat boyunca, ben sordum o anlattı. Bir yerden sonra sohbet bugüne dönmüş ve Attilâ İlhan o kadar çok şey anlatmıştı ki, sonunda “Kızım bunları derginin neresine koyacaksın?” diye sormuştu. Kısmet bugüneymiş. İşte o röportaj…
“O zaman Paris’teki, bizdeki Mao hareketinin başındakiler, hepsi dönek. İşler başka türlü olur olmaz, öbür tarafa geçtiler. Demek ki bunlar sahibi komünist değillermiş. Bir kere o çıkıyor ortaya. Görevlerini bitirdiler, şimdi öbür tarafa gittiler, çünkü Türkiye’deki solcu tarihi içerisinde 60’tan sonraki kadar dönek yok. Bir kitap yazdım. İsmi Dönek Bereketi. Bütün bereketini orda gösterdi dönekler.
Yine jeopolitik bakarsan olaya, Birleşik Amerika 60’lardan itibaren Sovyetleri ele geçirmiştir. Onlar Sovyetler kalsın demokrasi olsun istiyorlar. Zavallı Gorbaçov çok samimiydi, çünkü sosyalizmin temelinde diktatörlük yok. Proletarya diktatörlüğü dedikleri şey Stalin’in temsil ettiğinden başka bir şey. Stalin onu “biri parti kuracak herkesin canına okuyacak” diye telaffuz etti. Öyle anladık. Demokrasi olacak, tüm partiler kurulacak, seçime girecek olan sadece pusula partileri olmayacak.
Çünkü onların ideal Fransız komünü. Fransız kömününde her parti var, her millet var. Ama bu Stalin’in işine gelmiyo çünkü o zaman biliyor ki Rusya’da Komünist Partiler içinde, onun partisinden güçlü olanlar Sosyalist revolüsyonerler ve nitekim ilk seçimi onlar kazanmışlardır ve çok kızmış, “Rusya daha yeteri kadar gelişmedi” demiş. Böyle baktığın zaman çok net görüyorsun. Rusya’da birkaç büyük alçak bulması gerekiyordu, buldu. Biri Yeltsin’dir. Böylece tehlike bölünmüş oldu ve birinci hedefe ulaşıldı. Fakat Amerikalıların bir özelliği var, -bunu her yer için kullanabilirim- bütün dünyayı kendileri gibi ahmak sanıyorlar.
Halbuki öyle değil. Ruslar, on sene bile geçmedi, anladılar olayı, Yeltsin’i yolladılar, yerine taş gibi bir adam getirdiler (Vladimir Putin) şimdi adam toparlıyor ortalığı.
Amerika uzaktan öldürmeye çalışıyor
Amerika’nın bu konudaki yanılgılarının çok güzel örnekleri var. Biri Vietnam’dır. “Dağıtırım, yerim, uçururum” sanıyordu, kıçına baka baka gitti. Bugün de aynı şeyi Irak’ta yaşıyoruz. Bunun izahı şu: Asyalılarda ölebilme kabiliyeti var. Bunlarda (Amerikalılar) yok. Bizimkiler ölebiliyor. Rus olsun, Çinli olsun, Hintli olsun, Iraklı olsun, Türk olsun, giriyor ve feda edebiliyor kendisini. Bunlar usaktan nasıl öldürürüm diye arıyor. O zaman canına okular, rezil olursun.
Neticede, çevrecilik, cinsellik ve benzeri şeyler -ki şimdi Türk basını bunlarla dolu- aslında aydınların memleket meseleleri üzerine ciddi düşünmesini engellemek için icat edilmiş yan etkili şeyler. Sen cinselliğe düşersen arkadaş, rejimi düşünemezsin. İşte görüyorsun, gazeteci kızlarımız ne haldeler. Oğlanlarımız hep öyleydi zaten. Eğer Türk basını dünya olaylarını Amerikan ajanslarından izlemeye devam ederse, daha çok çuvallarız. Onların hepsi yönlendirilmiş haberler. Benim söylediklerimi sen şimdiye kadar nerede okudun? Hiçbir yerde okumadın. O zaman şunu yapmak lazım. Türkiye’nin önce hedefinde bir mutabakat olması lazım.
Örtünmeye yasak yoktu
Bizim hedefimiz Avrupa Birliği’ne girip oraya esir olmak mı, yoksa Mustafa Kemal’in Türkiye’sini yüce bir devlet haline getirip güçlü kılmak mı? Biz buna yemin ettik. Üstelik bize emanet edilmiştir. Bunu sık sık söylüyorum. Mustafa Kemal Paşa Cumhuriyet’i askere emanet etmemiştir, gençliğe emanet etmiştir. Baktığın zaman görüyorsun. Malı götürüyorlar. Niye bizim çocukluğumuzda bütün bu kavimler, bütün ırklar varken hepimiz can ciğer kuzu sarması yetiştik. Hiç kimseyle meselemiz yoktu.
Mustafa Kemal Paşa’nın hassas olduğu bir noktayı da söyleyeyim. Mustafa Kemal Paşa din aleyhtarı değildir. Mürteci diye bağırdıklarının dibini kurcalayın, hepsinin arkasından İngiltere çıkar. Ecnebiyle iş birliği yapanlara yükleniyordu. Mustafa Kemal Paşa Müslüman’a bir şey demezdi. Sana örneği kendi hayatımdan vereceğim.
1936 yılında ki Gazi sağdı, babam Konya’nın Ilgın ilçesine kaymakam tayin edildi. O zamana kadar İzmir’de avukatlık yapardı ki biz tam manasıyla batılı büyüdük. Babam niye karar verdi bilmiyorum, -belki de biz adam olalım diye- biz evi barkı bıraktık Anadolu’ya gittik. Bu şok oldu benim için. Orada en çok şaştığımız şeylerden biri şuydu: Kardeşim 9 yaşında, ben 11 yaşındayım. Ilgın’da eve giderken, sokağın öbür ucundan bir hanım bizi gördü mü örtünürdü erkek geldi diye. Gazi sağdı ve Cumhuriyet Halk Fırkası laikti ve en küçük bir müdahale yoktu. Biliyorum, çünkü biz babama bunu anlattık, “Onlar yapar” dedi. Kaymakam oydu. Böyle bir yasak olsa, diyebilir miydi öyle adam? Biz yüksel tahsil yapana kadar Anadolu’da böyle bir şey yoktu.
Türkiye Cumhuriyeti, 1937’ye kadar laik değildi. 1937’nin önemi ne? Gazi hasta dibini kurcalamaya başladığında pislik çıkıyor.
Gazi İslam tarihi bilirdi
Gazi’nin söylediği Müslümanlık lafları var. Şimdi Mustafa Kemal Paşa bir fırka kurmaya karar veriyor. Diyor ki, “Fırkalar Garp medeniyetlerinde sınıf esası üzerine kurulurlar ve bu gayet tabii bir şeydir” Bu kadarı bile 141-142’ye aykırı.
Devam ediyor: “Ama bizim memleketimizde bunu yapamayız, çünkü bizde sınıf yok. Zenginimiz de işçimiz de fakir.”
Netice, halk kavramında mutabakat hasıl oluyor ve “Halk Fırkası diye bir şey yapalım” diyor. Tavsiye ettiği Halk Cephesi. Ondan sonra bir seyahate çıkıyor. Bazı yerlerde halkı camiye toplayıp konuşuyor. Bir fırka kuracağını söylüyor, inanılmaz sorular soruyor. Hepsine teker teker cevap veriyor. En çok din üzerine sorular soruyorlar. Verdiği cevaplara inanamazsın. Bir kere İslam tarihini çok iyi biliyor.
Fevkalade saygılı bir dille cevap veriyor. Onların evetini aldıktan sonra partiyi kuruyor. Hatta bir hata yapıyor, hemen öteki partiler de olsun istiyor ama kurulan partiler gavurun oynattığı partiler oluyor. Buradan da başka bir şey çıkıyor: Batı’nın muhayyilesi yok. Sadece dini kullanalım, etnik ayrımcılığı kullanalım, bölelim. Saf. Hatta Amerikalılar için budala diyebilirim, çünkü Irak’ta kesinlikle böyle bir şey beklemiyorlardı.
Röportaj: Nuray Soysal
“İZDİHAM