Batılıların emperyalist emeller uğruna Afrika’da, Asya’da, Ortadoğu’da, Amerika’da hatta birbirleri arasında nasıl bir vahşet işlediklerini göreceksiniz.
AFRİKA
Avrupalılar XV. ve XVI. yüzyıl boyunca dünyayı keşfe çıkarak alabildikleri kadar yerleri hâkimiyetleri altına almaya çalışmışlarıdır. Kendi benliklerini dünyanın merkezine koyma istekleri onları acımasızlığa, açgözlülüğe ve yağmacı bir anlayışına dönüştürmüştür. Avrupalıların Afrika’yı topyekûn köleleştirmesi, Kolomb’un Amerika’yı keşfinden 50 yıl önce başlamıştır. Bu işi ilk başlatan da altın bulma ümidiyle batı Afrika’ya giden Portekiz prensi gemici Henry’dir. 1441 yılında ilk defa Afrika’ya ayak basan Portekizliler, Afrika’dan dönerken yanlarına 10 Afrikalı köleleri alarak Avrupa’ya götürerek bedava iş gücünü de keşfetmişlerdir. Daha sonra Gine kıyılarında ‘Elmina’ adını verdikleri alın madeni, kısa zamanda Afrikalıların alınıp satıldığı köle pazarına dönüşmüştür. XVI. yüzyıla gelindiğinde 200.000 Afrikalı, Avrupa ve Atlantik’e köle olarak taşınmıştır. Dünden bugüne devam eden, emperyalist sömürgeciliğin en acımasız işgal sahası şüphesiz Afrika kıtası olmuştur.
ANGOLA, uyanışın ilk ve en tutarlı sembollerinden biriydi. Portekiz sömürgecilerine karşı mücadeleyi başlatan MPLA’nın haraketi ‘Salazar’ diktasının en acımasız işkence ve saldırılarıyla karşılaştı. Buna rağmen iktidarı alarak işgalcileri kovan Angola halkı, bu kez de ABD komplolarından kurtulamadı. 1976’daki zaferden sonra CIA güdümlü kontra örgütlerinin saldırıları 300 bin Angolalının ölümüne neden oldu, 80 bini ise sakat kaldı.
BATI SAHRA, 1973’te mücadeleye başlayan POLİSARİO gerillaları da karşılarında aynı güçleri, binlerce ABD ve Mısır askerini buldular. Zengin fosfat yataklarına sahip Sahra, emperyalistler için vazgeçilmezdi ve bu nedenle işkence tezgâhlarını Batı Sahra’ya kurmakta gecikmediler.
CEZAYİR, 1830’da Fransa işgaliyle başlayan acılar halkın yakasını hiç bırakmadı. Petrol ve maden yataklarıyla bütün emperyalistlerin iştahını kabartan Cezayir, 1832-39 arasında Abdülkadir Cezayiri önderliğinde ilk direnişine başladı. Yedi yıl içersinde binlerce ölü, sömürgeciliğin Cezayir’e armağanıydı. Daha sonra, sadece 1945’teki ‘Sedif’ ayaklanmasında 45 bin ölü sayılabildi. 1954-1962 arasındaki tablo korkunçtu: 1,5 milyon ölü, 2 milyon 800 bin tutsak… Bağımsızlıktan sonra ise bu kez hükümetin organize ettiği kontra örgütler arasındaki iç savaş 100 bin Cezayirlinin canına mal oldu.
ÇAD, 1891’den sonra Fransız sömürgesi olan bu devlette aynı kaderi paylaştı. 1961’den sonra başlayan bağımsızlık savaşına karşı gerçekleştirilen ABD-Fransız işbirliği binlerce ölüye mal oldu.
ETİYOPYA, ise aşağı yukarı ne kadar sömürgeci güç varsa, ülkesinde gördü ve hepsi tarafından da ayrı ayrı sömürüldü. 1930’da kukla ‘Kral Selasiye’ iktidar olduğunda da bir şey değişmedi. En önemlisi de açlık hiç azalmadı; emperyalistlerin yoksulluğa mahkûm ettiği Etiyopya halkı sadece 1973’teki kıtlıkta 100 binden fazla insanını kaybetti.
GANA, bağımsızlık hareketi emperyalizm tarafından hoş görülmedi. Kwame Nkrumah’ın başlattığı bağımsızlık hareketini bastırmak için bütün kaynaklarını kullanan CIA 1966’da askeri bir darbe düzenledi ve Nkrumah’ı deviren cuntacılar ABD tekellerinin oyuncağı olarak hüküm sürmeye başladılar.
GİNE, başka bir Portekiz sömürgesi olan büyük devrimci Amilcar Cabral önderliğindeki devrimci hareket, onun öldürülmesine karşın başarıya ulaştı ve demokratik bir halk cumhuriyeti kuruldu. ABD ve NATO’dan aldığı yoğun askeri desteğe rağmen Portekiz, devrimci güçlerin karşısında düzenlediği katliamlarla bile tutunamadı.
GÜNEY AFRİKA, kukla yönetimi emperyalizmin bölgedeki en kanlı diktatörlüğüydü. Emperyalizmin bu ülkede işlediği suçların hesabı bile tutulamaz. Nüfusun %90’ı Afrikalı-Siyah olduğu halde beyazların vahşi diktası altında bu ülkede kurulan sömürü ağı emperyalistler için öylesine önemlidir ki, yıllar boyunca bu dünyanın en gerici rejimine bütün dünya kapitalizmi destek vermiştir. Neredeyse kölelik koşullarında elmas madenlerinde çalıştırılan siyahlar ise her ayaklanma girişimlerinde vahşi katliamlarla karşılaşmışlardır.
KENYA, eski bir İngiliz sömürgesi olan da yeni-sömürgeciliğin çürütücü etkisinden nasibini aldı. 1950’lerde Jomo Kenyatta’nın önderliğinde kazanılan “bağımsızlık” bu bakımdan bir anlam ifade etmedi. Onca mücadele ve katliamlardan sonra gelen istikrarsız hükümetler kaosunda Kenya, IMF reçetelerini uygulayan yoksulluk içindeki bir ülke olarak kaldı.
KONGO, önce parça parça edilerek sömürgecilerle pay edildi. En büyük parçayı elinde tutan Belçikalılar 1960’ta sağlanan bağımsızlıktan sonra vahşi Belçikalıların yerini ABD’li danışmanlar aldı. Bizzat ABD elçisinin de katıldığı bir komployla devrimci güçlerin efsanevi lideri Patrice Lumumba, önce işkencelerden geçirildi, sonra kafasına kurşun sıkılarak öldürüldü ve asit kazanında eritilerek cesedi yok edildi. Zengin maden yataklarının sahibi Kongo, daha sonra ABD işbirlikçisi Çombe ve daha sonra Mobutu ülkeyi IMF’nin kölesi yapmakta büyük başarı gösterdiler.
MOZAMBİK, daha 1920’lerden itibaren bağımsızlık mücadelesine başlayan ve 60’larda Mondlane ve Samora Machel’in önderliğinde FRELİMO cephesini kurarak gerilla mücadelesine başlayan MOZAMBİK halkı, sömürgecilerden kolay kolay kurtulamadı. Onbinlerce insanın bu savaşta öldü.
ZİMBABWE, aynı şekilde bağımsızlık yolunda ilerleyen bir dizi katliam ve cinayetle durdurulmak istendi. Gerillalar bağımsızlığı sağladıklarında ilk yaptıkları iş ise ülkeyi ilk sömürgeleştiren Cecil Rhodes’in adından gelen Rodezya ismini Zimbabwe olarak değiştirmek oldu.
LİBYA, ise bilindiği gibi İtalyan sömürgecilerinin elinden yıllar boyunca zulüm çektikten sonra bağımsızlığa kavuştuğunda, bu kez de dünyanın jandarması ABD’nin elinden kurtulamadı. Her fırsatta bir bahane bularak Libya topraklarını bombalayan ABD jetleri binlerce masumun ölmesine sebep oldu.
SOMALİ, geçmişten beri stratejik konumu nedeniyle sömürgecilerin aralarında paylaşamadıkları bir coğrafya olan, 80’li yıllarda Sovyet etkisi altında kalmasının bedelini 90’lı yıllarda ödedi. 1992-1994 arasında bölgedeki istikrarsızlığı bahane eden ABD, 28 bini kendi ordusundan olmak üzere 50 bine yakın bir güçle Somali’yi işgal etti.
AVRUPA
Batının sahip olduğu bu anlayış iki büyük savaş sırasında Avrupa’yı da kan gölüne çevirmiştir.
İSPANYA, Alman ve İtalyan faşizminin desteğiyle İspanya Cumhuriyeti’ne karşı 1936’da ayaklanan General Franko’nun faşist ordusu 1939’un Mart ayında gösterilen insanüstü direnişe rağmen Madrit’i ele geçirdiğinde bir milyondan fazla insanın kanına girmiştir.
PORTEKİZ, 45 yıllık iktidarı boyunca hüküm süren Salazar, 1974 yılında bir ayaklanma ile devrilene kadar 10 bin kişi öldürdü ve 50 bin yaralıydı bıraktı.
İTALYA, 1943 yılında devrilene kadar Mussolini faşizminin yaptıkları ve özellikle Afrika’daki katliamları ise tarihe kaydolmuştur. İktidar olur olmaz bütün işçi örgütlerini, grevleri yasaklayan Mussolini yıllarca demir yumrukla yönettiği İtalya’yı Hitler’in emrinde bir bekçi köpeğine dönüştürdü.
YUGOSLAVYA, çektiği acılar ise yüzyılın en trajik olayıdır. 1944’te Alman işgalini sona erdiren Yugoslavya, on yıllar sonra 1990’larda bu kez ABD işgaline uğramıştır. CIA tarafından kışkırtılarak kendi aralarında boğazlaşmaya itilen Yugoslavya halkları, tam bir etnik kargaşa yaşamışlar, bu arada binlerce kişinin öldürüldüğü, tecavüze uğradığı kirli bir savaş sırasında korkunç acılar çekmişlerdir.
YUNANİSTAN, burada olup bitenleri anlamak için ise yalnızca 1947 yılını hatırlamak yeterlidir. 1941’den beri Alman işgaline karşı yiğitçe savaşan Yunan halkı, 1947’de emperyalizm için ciddi bir tehlike oluşturduklarında tarihin en büyük katliamlarından birini yaşadılar. “ABD yardım etmezse Yunanistan komünistlerin eline geçecek” çığırtkanlığı yapan Başkan Truman’ın desteğiyle başlayan katliam süresince 500 binden fazla yunanlı öldürüldü.
ALMANYA, sabıkaları sanıldığı gibi Hitler’le başlamamaktadır. Çok daha öncesinde 1918-19 Alman devriminin bastırılması sırasında yapılan kitlesel işçi katliamlarını, Spartakist önderler Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in kurşuna dizilmesini hatırlamak bile bunu kavramak için yeterlidir. Daha sonraki 1923 ayaklanması ve Hamburg barikatlarında akıtılan işçi kanı da Alman emperyalizminin en bilinen sabıkalarıdır. Nazi yönetimini gerek kendi halkına gerekse komşu halklarına karşı katliamlarında milyonlarca insan ölmüştür. Toplama kamplarından da 400 bin Yahudi öldürülmüştür.
FRANSA, ise sömürgelerinde uyguladığı yüz kızartıcı suçlarla anılır. Alman işgalinden büyük ölçüde komünist direnişçilerin sayesinde kurtulan Fransa, daha sonra ABD’nin açık desteğiyle sağcı yönetimlerin kapısını aralamış ve bu arada sömürgecilikten hiç vazgeçmemiştir. Büyük bir yenilgiye uğradığı 1954’e kadar Vietnam’a kan kusturan, Cezayir’i kana bulayan Fransa, 1968’lerdeki gösterilerde kendi halkına karşı da acımasız davranmıştır. Fransa bugün hâlâ Afrika ve Uzakdoğu’dan elini çekmiş değildir.
İNGİLİZ, emperyalizmi bütün dünyanın en iyi bilinen sömürgeci gücüdür. Şimdilerde eski gücünü yitirmiş gibi görünse de “üstünde güneş batmayan” imparatorluk olarak tanımlanan İngiltere, Hindistan’dan Güney Afrika’ya dünyanın dört bir yanında sayısız katliama ve soyguna imza atmıştır. Son dönemde de Amerikan emperyalizmin en sadık müttefiki olarak görev yapan İngiltere, bütün haydutluk ve katliam savaşlarında bizzat yer almaktadır.
İRLANDA, ise Avrupa’nın kanayan yarasıdır. İngiliz işgaline karşı mücadelenin başladığı ve IRA’nın kurulduğu ilk günlerden beri, İngiliz devleti, zaman zaman yerli işbirlikçilerini de kullanarak İrlanda’da sayısız suç işlemiştir. 1916’da Paskalya Ayaklanması’ndan sonra IRA kurucusu James Conolly ve 12 arkadaşını kurşuna dizen İngiltere, sonraki yıllarda faşist işbirlikçilerini de kullanarak yüzlerce yurtsever İrlandalıyı katletti.
KUZEY AMERİKA
KIZILDERİLİ KATLİAMI, ABD’nin kuruluşundan çok önce başlayan insanlık tarihinin en ağır suçlarından biridir. Ta Kolomb’un kıtaya ayak bastığı günden beri başlayan katliamlar zincirinin Kuzey’deki ayağı da Güney’den hiç aşağı kalmaz. Bir zamanlar nüfusu 30-40 milyonu bulan Kızılderililerin sayısının bugün 2-3 milyona düşmesi bunun en açık kanıtıdır. Sömürgeci beyazlar tarafından mahvedilen doğa dengesi yüzünden hastalıklardan, açlıktan ölen milyonlarca Kızılderili’nin yanında beyazların ayak bastıkları her toprak parçasından sürülen bu insanlar yüz yıl boyuncu sistematik katliamlara uğradılar. Amerikan demokrasisi denilen şey, böylece yaklaşık 30 milyon yerlinin katledilmesi üzerine kuruldu.
SİYAHLARA KARŞI UYGULANAN KÖLECİLİK 1970’lere kadar siyah kadınların %24’ü, PortoRiko’luların %35’i kısırlaştırılmıştır. Aynı süreçte suikastle öldürülen Malcom X, Martin Luther King gibi siyah önderler ve Kara Panterler’in katledilen militanları da bu arada anılmalıdır. 2 Şubat 1848’de Meksika’ya ait Teksas, Arizona, California gibi sekiz kentin işgal edilerek ABD toprakları haline getirilmesi de ABD tarihinin utanç sayfalarından biridir. Giderek bu topraklar üzerinden eski sahiplerini kovan Amerikalılar, zaman zaman çıkan ayaklanmaları da 1957’de olduğu gibi kanla ve tutuklamalarla bastırmışlardır. Bu arada Meksika’nın büyük Kızılderili uygarlığı talan edilmiş ve bu kültür neredeyse tamamen yok edilmiştir.
GÜNEY AMERİKA
Kolomb’un karaya ayak bastığı günden beri devam eden Açgözlü İspanyol ve Portekiz sömürgeciliğinin Güney Amerika’daki katliamlarının kesin rakamlarını tahmin edebilmek bile mümkün değildir. Sayıları milyonlarla ifade edilen Aztek ve İnka halklarının korkunç katliamlarla yok edilmesinin ötesinde sömürgecilerin yerlilerden gasp ettiği maden ve altın stoklarının da miktarı tam olarak bilinmemektedir.
ARJANTİN, 1831’den beri ABD’nin gizli işgalini yaşayan 1976 faşist cuntası, Latin Amerika tarihinin en kanlı cuntalarındandır. İlk günden beri ABD tarafından tanınan ve desteklenen General Videla cuntası, ilk anda 1300 kişiyi katlederken, daha sonraki yıllarda 30 binin üzerinde kişiyi katletmiştir.
BOLİVYA, ise sadece 1947-1952 arasında çoğu madenci ve tarım işçisi 30 bin kişi ABD destekli cuntalar tarafından katledildi. Bundan öncesinde kışkırtılan bölgesel savaşlarda ölen Bolivyalıların sayısı ise on binlerle ifade edilmektedir. 1980 yılına gelinceye kadarki tarihinde tam 189 hükümet darbesine tanık olan Bolivya’da katledilen insanların sayısını tutmak neredeyse imkânsızdır.
BREZİLYA, CIA destekli 1964 darbesi tarihindeki en kanlı olaylardandır. Üç-dört yıl içersinde cuntanın ABD ile işbirliği yaparak kurduğu “Ölüm Filoları” iki binden fazla kişiyi katletmiştir. 1968’de egerilla önderi Carlos Marighella’nın öldürüldü.
EL SALVADOR, Latin Amerika’nın cinayetler ülkesi olarak ün yapmıştır. Daha 1931-1944 arasındaki yerli ayaklanmaları sırasında 15 binden fazla insanı katletmekle işe başlayan El Salvador kasapları, 70’li yıllara gelindiğinde tam bir kıyım makinesi olarak iş görmüşlerdir. Özellikle 1979 yılından sonra CIA tarafından faşist ARENA partisiyle birlikte oluşturulan ölüm mangaları, toplam 70 bin devrimci vatandaşını katletmiştir. Öyle ki, sadece 1981’de ölüm mangaları içlerinde rahiplerin de bulunduğu 12 bin kişiyi öldürdüler.
GUATEMALA, bütün tarihi cuntalar ve 1931’de olduğu gibi köylü katliamlarıyla (30 bin ölü) geçen yaşadığı en korkunç dönem 1954’teki ABD işgali ve cuntası dönemidir. United Fruit Company adlı ABD tekelinin desteğiyle toparlanan paralı askerler ve ABD yeşil berelilerinin yaptığı müdahaleden bu yana devam eden faşist cuntalar sırasında toplam 200 binden fazla insan katledildi. Sadece 1986 yılı içersinde öldürülen işçi, köylü sayısı 18 bindir.
KOLOMBİYA, da ise manzara tam bir faciadır. 1948’de United Fruit Company ve Standart Oil’in siparişiyle CIA’nın Kolombiya devlet başkanı Gaitan’ı öldürmesiyle başlayan cuntalar dönemi aynı zamanda cinayetler dönemidir. 1948 ile 1957 arasındaki cuntalar sırasında 300 bin kişi, 1957 ile1963 arasında ise 20 binden fazla insan öldürüldü.
KÜBA, 1898’deki ABD işgalinden 1959’a dek kukla hükümetler tarafından yönetilen 1959’da Fidel ve Che önderliğindeki gerilla güçlerinin iktidarı ele geçirmesiyle emperyalist boyunduruktan kurtuldu. Bu süre içinde sadece Batista cuntası 60 bin Kübalının hayatına mal oldu.
MEKSİKA, tarihi ABD’nin saldırganlığının tarihidir aynı zamanda. Daha 1848’de topraklarının büyük bölümünü ABD’ye kaptıran Meksika, yerli kültürünün ve bütün maddi zenginliklerinin yağmalandığı yüzyıl boyunca ayaklanmalarla sarsıldı ve 100 binden fazla insan öldü.
NİKARAGUA, acılı günleri 1885’te Amerikalı korsan Walker’in bölgeyi işgal girişimiyle başladı. 1894’ten sonra ise artık Nikaragua tam bir ABD eyaleti haline getirilmişti. Bütün zenginlikleri ABD tarafından denetleniyor ve oradan yönetiliyordu. Latin Amerika tarihinin en kanlı diktatörlerinden biri olan Somoza’nın ülkeyi 1979’da iktidardan alaşağı edilene kadar kan ve dehşetle yönetti.
PERU, 1780’de ünlü Kızılderili önderi Tupac Amuru’nun katlinden Beri’da da cinayet makineleri hiç boş durmadı. 1968’den en son diktatör olan Fujimori’ye dek her zaman baskı ve zulümle yönetilen Peru’da sadece 1980’den bu yana 30 bin kişi işkenceler ve kurşuna dizmeler yoluyla öldürülmüştür.
ŞİLİ, ise artık dünyadaki birçok insan tarafından faşist Pinochet cuntasının marifetleriyle tanınmaktadır. ABD kökenli çokuluslu şirketlerin (özellikle ITT) siparişi üzerine CIA tarafından tasarlanan darbe 1973’te General Pinochet tarafından gerçekleştirildi ve darbenin ilk gününde başta solcu başkan Allende dâhil olmak üzere toplam 35 binin üstünde insan işkencelerle, kurşuna dizmelerle katledildi, binlerce insan sakat bırakıldı, binlercesi “kayıp” edildi.
URUGUAY, Tupamaros gerilla örgütüyle başa çıkamayan ABD işbirlikçilerinin düzenlediği 1973 cuntasından sonra tam bir cehenneme döndürüldü. Bu dönemde her 54 Uruguaylıdan biri tutuklandı. Diktatörlük binlerce insanı işkencelerden geçirerek katletti.
VENEZUELA, bu ülkedeki en küçük bir ulusal hareket bile her zaman kanlı bastırma harekâtlarıyla karşılanmış, Douglas Bravo’nun başını çektiği gerilla hareketleri köylülere yapılan katliam seferleriyle bastırılmıştır.
HAİTİ, ABD’nin arka bahçesindeki bu ülke de en kanlı kıyımlardan nasibini aldı. Yalnızca 1915’teki ABD işgali sırasında birkaç günde 3 bin 500 kişi öldürüldü. Daha sonra ABD işgali resmen bittiğinde de kıyımlar bitmedi. ABD destekli cuntalar boyunca 1957’den 1971’e kadar Haiti’de 26 bin kişi öldürüldü.
PANAMA, Kanalı ise daha kazılırken 28 bin can almıştı. Her zaman kukla hükümetler tarafından yönetilen Panama’da basit öğrenci gösterileri bile her zaman en vahşi kurşuna dizmelerle cezalandırıldı; çünkü ABD için kanal stratejik bir anlam ifade ediyordu.
DOĞU ve GÜNEY ASYA
ÇİN tarihini emperyalizmin suçları bakımından özetleyebilmek ve emperyalizmin ülkeye verdiği zararları sayılarla ifade edebilmek mümkün değildir. Sadece afyon savaşları boyunca 1840’larda yapılan katliamlar ve Çin’in bir afyonkeşler ülkesi haline getirilmesi bile tarihin en ağır suçlarındadır. 1900’deki Boxer Ayaklanması sırasında da yedi emperyalist ülkeyle birlikte Çin’i işgal eden ve şehirleri topçu ateşiyle mahvettiler. Katledilen Çinlilerin sayısı ancak milyonlarla ifade edilebilmektedir.
ENDONEZYA, ilk başlarda Hollanda sömürgesi olan daha sonra 5 ayrı emperyalist gücün işgalini tattı ve en sonunda ABD sömürgesi haline getirildi. Suharto başkanlığında CIA ajanı generaller cunta yaptıklarında tarihin en büyük katliamına imza attılar. 5 ay içinde CIA’nın bilgileri ve bizzat katılımıyla bir milyondan fazla insan katledildi.
DOĞU TİMOR, ABD’nin Endonezya’yı kullanarak yarattığı katliam alanlarından biridir. Endonezya tarafından 1975’te işgal edilen Doğu Timor, başlattığı bağımsızlık savaşı boyunca akla sığmaz katliamlarla tanıştı. Toplam ölü sayısının 200 bine ulaştığı bu büyük kıyımı gerçekleştiren birliklerin ABD ve İngiliz ortak yapımı olan bir kontr-gerilla eğitim programı çerçevesinde eğitildikleri açığa çıktı.
HİNDİSTAN, sömürgecilik dendiğinde ilk akla gelen ülkedir. Özellikle İngiltere tarafından yüzyıla yakın bir süre baskı altında tutuldu. Yıllar boyunca süren bağımsızlık mücadelesi sırasında öldürülen 10 binlerce insanın dışında daha sonraki kışkırtılmış din savaşları dönemi korkunç katliamlara sahne oldu. İngiliz “böl-yönet” taktiğinin kurbanı olan Hint halkı, salt Pakistan ayrılığı döneminde 200 binden fazla ölü verdi.
FİLİPİNLER, 1898’de ABD tarafından işgal edilen, ABD generali Smith’in emri “yakın, yıkın, hapsetmeyin, on yaşından büyükleri öldürün” idi. Sonraki yüz yıl boyunca ABD ve işbirlikçileri hep bu emre uydular. Filipin tarihi 100 binlerce ölüden oluşmaktadır.
KAMBOÇYA, ise en büyük can kaybını ABD bombardımanları sırasında verdi. 600 bin insanın öldüğü bu bombalamalar sona erdiğinde ülke bir harabe haline dönmüştü.
KORE, Türkiye’de de iyi bilinen katliam alanlarından biridir. 1950’de başlatılan bu korkunç savaş sona erdiğinde savaştan önce 100 bin ölü vermiş savaştan sonrada 200 bin insanını kaybetmişti.
VİETNAM, ise hem dünyanın en büyük kahramanlık destanlarından biridir hem de ABD emperyalizminin suç dosyasının en ağır klasörlerinden birini oluşturur. Yüzyılın başından beri devam eden ve önce Fransızları, sonra da dünyanın en büyük ordusuyla üstlerine gelen ABD emperyalizmini hezimete uğratan Vietnam halkı, bütün bu savaşlar boyunca akıl almaz kıyımlara uğradı. 500 binlik ABD ordusu ve 1,5 milyonluk işbirlikçi Güney Vietnam ordusu, bütün teknolojik olanaklarına karşın Vietnam halkını yenemeyince büyük bir soykırıma başvuruldu. Tarihin en büyük hava bombardımanı yıllarca Vietnam’da vurulmadık tek bir metrekare alan bırakmadı. 1963-1973 arasında öldürülen sivil Vietnamlı sayısı 4,5 milyon kişiydi. ABD bombardımanlarının etkisi bakımından
LAOS, Vietnam’la aynı kaderi paylaşan bir diğer ülke. Laos, bağımsızlık savaşı sırasında toplam 2 milyon ton ABD bombasını topraklarında gördü ki bu, II. Dünya Savaşı’nda atılan toplam bomba sayısından daha fazlaydı.
AFGANİSTAN, ABD ve Rusya’nın Ortadoğu da egemenlik savaşlarının yaşandığı yerlerden biriside Afganistan’dır. Yıllardır, yer altı-üstü zenginliklerinden dolayı işgal altında tutularak sömürülmektedir. Kendi menfaatleri ve kanlı imparatorlukları için köprü gibi kullandıkları bu toprakları, milyonlarca insanın aç, sefil göçe zorlanması ile sonuçlanmıştır. 30 milyon civarında nüfusa sahip olan Afganistan’da, yaklaşık 20 milyon insan günlük 1,5 dolarla yaşamaya çalışıyor. Batılı emperyalistlerin ve komünist Rusya’nın Afganistan da bilinen rakamlara göre 40 bin kişi katletmiştir.
ORTADOĞU
Ortadoğu emperyalizm için her şeyden önce petrol demektir; ama petrolün de ötesinde dünyanın bu en sıcak bölgesinde egemen olmak, politik olarak halkları sindirmek çok önemlidir.
FİLİSTİN, 1947 yılından beri devam eden sistematik katliamlar İsrail’in kurulmasından bu yana artarak devam etmiştir. Filistin meselesi özellikle yalnızca Ortadoğu’nun değil, dünyanın kanayan yarasıdır. Bölgede bir ur gibi beslenen İsrail, ABD toplam dış yardımının neredeyse yarısını alıyordu. Böylece 50 yılı aşkın bir süredir onlarca katliama imza atmış bir “terör devleti” olarak varlığını sürdürmekte ve topraklarını her gün büyütmektedir. Ama aslında Filistinli katliamları İsrail’den de önce başlamıştır. Bu katliamların en büyüğünü 1936 yılında İngiliz yönetimi sırasındaki genel grevde olmuştur. 1939 yılında ayaklanma bastırıldığında 40 bin Filistinli öldü. 20 bini tutuklandı ve 110 Filistinli de asıldı. ABD’nin uşağı Ürdün Kralı’nın 19 Eylül 1970’de yaptığı katliam ise “Kara Eylül” diye bilinir. Filistin kamplarını yoğun top ateşine tutan Ürdün, bu kıyımda 30 bin kadar Filistinliyi öldürmüştür. İsrail ve bölgedeki işbirlikçilerinin katliamları ise sayılacak gibi değildir. Bunların en büyüklerinden birkaçı, Ocak 1976, Haziran 1976’daki Tel Zaatar karantina göçmen kampları katliamı ve 17 Eylül 1981’deki Sabra ve Şatila “göçmen kampları”ndaki katliamlardır. İsrail’in 1982’deki Lübnan işgalinin bilançosu ise 17 bin 500 ölüdür.
İRAN, 1953’te petrolleri ulusallaştırmak isteyen Musaddık’ı askeri darbeyle deviren CIA, İran halkının başına Şah Rıza’yı bela ettiğinde bir katliamlar döneminin de kapısı açılmıştır.
IRAK, ABD’nin terörü engelleme bahanesiyle Ortadoğu’yu yok etme planından Irak’ta nasibini alanlardandır. Irak bölge ülkeleri içersinde ABD saldırganlığından en çok zarar gören ülkedir. 200 bin insanın öldüğü Körfez Savaşı ve sonra çoğu çocuk 1,5 milyon Iraklının öldüğü bilinmektedir.
SURİYE, Emperyalistlerin son durağı olan Suriye de ise durum değişmemektedir. Barışçıl gösterilerle başlayan ancak zalim rejimin silahlı müdahalesi sonucu kanlı bir iç savaşa dönüşen Suriye haklıda içerisinden bölünerek hem iç savaştan hem de batı destekli Katil Eset tarafından her gün katledilmektedir. 2011 yılından bu yana yaklaşık 211 bin kişi hayatını kaybetti. Bu kanlı savaş halen daha devam etmektedir.
Görüldüğü üzere batı dünyası hiçbir dönemde medeni olamamışlardır. Bulundukları refah seviyelerini masum insanların kanlarından beslenerek sağlamışlardır. Batı dünyası ve emperyalist emellerini tarihten sildiğiniz de, kan ve gözyaşının da olmadığını göreceksiniz. Bugünkü batılı devletler olmasaydı, dünya daha yaşabilir bir yer olurdu.
Araştırma: Mustafa Kerim Şahin & Burak Topçu
İZDİHAM