hep haziran gibi bir kere daha bir kere daha
gölgemi öpüyorum
bu altın yamaçlı kırmızı külahlı dağ bulutlarını da
ben anamın mor nakışlı şalvarından istiyorum
bir de kavun kokulu cikletlerinden çocukluğumun
eskisi gibi durmuyor ki dünya
dönüyor artık
çocuk ancak annesi gidince olmuyor çocuk
güneşe yakın olsun diye mi göğe doğru uzuyor balkonlar
bu yıldızları yere kim indiriyor
sabun köpüğü doldurmuş ağzına
bu gençler,kelime bilmiyor
hiç bilmiyor
geceleri yolculuklara çıkıyoruz
ağrılar tutuyor başımız
rutubet kokuyor tren vagonları
geniş bir irkintiye mi varıyoruz
yoksa mezarlığı komşu tutmuş
bir ev mi arıyoruz kendimize
organize,plazalar ve çarpılmaya meyilli otomotiv
yaylara çıkıyoruz bu yüzden
iranlı bir kadının ismini duyuyoruz çeşme başında
nice şairleri ağırlıyor da
bizi yadırgıyor sanki bu topraklar
magazin bültenleri kadın pazarlığında
ve mutedil yayıncılar yabancı sözcükler emziriyor ortadoğu’dan
ekşi bir süt kokusu geliyor ağzımıza
sararmış yaprağa iyileşsin diye dua okuyan babam
çatlamış topuklarıyla balo salonlarına koşan insanlardan bahsediyor
-birden
ben çok kalabalık oldum Allah’ım beni alsana
benimle birlikte üç karnım var
hiçbirinde nar yok
sıyırsana beni kendimden
ya da ateş ve kırkikindiyle çeneme vur sabrı
böyle olmuyor
“ne yaptığını bilmenin emniyeti kendimle muhasebeye başlayınca hükmünü yitiriyor ve bu izahı zahmetli meselede ben bahsi bir türlü balkondaki çiçeklere getiremiyorum”
Ayşe Kübra Gürel
İZDİHAM