Ayşe Sarısayın, 1957 yılında İstanbul’da doğdu. Babası şair Behçet Necatigil, annesi öğretmen Huriye Necatigil’dir. Ortaöğrenimini İstanbul Alman Lisesi’nde tamamladıktan sonra, İstanbul Üniversitesi Kimya Mühendisliği bölümünden (1981) mezun oldu. 1984’te babası Behçet Necatigil’in çeviri şiirlerini yayına hazırladı; kitap “Yalnızlık Bir Yağmura Benzer” adıyla yayımlandı.
1986’da İstanbul Üniversitesi İşletme İktisadı Enstitüsü’nden mezun oldu. Uzun yıllar ilaç sektöründe yönetici olarak çalıştı.
“Denizler Dört Duvar” adlı ilk öykü kitabı 2004 Yunus Nadi Öykü Ödülü’ne; “Yorgun Anılar Zamanı” adlı öykü kitabı 2005 Sait Faik Hikaye Armağanı’na; “Karakalem Resimler” adlı öykü kitabı ise Dünya Kitap dergisinin 2008 Yılın Telif Kitabı Ödülü ‘ne değer görüldü.
Yazarın çok sayıda telif eserleri ve çevirileri var.
Daha önce Ayşegül Sarısayın’ın Yorgun Anılar kitabı hakkında yazmıştım, şimdi Denizler Dört Duvar kitabı hakkında yazmaktayım.
Denizler Dört Duvar 144 sayfa olup, 10 hikayeden oluşuyor.
Kitabın şimdiye kadar 4 baskısı yapmış.
Denizler Dört Duvar, bir ilk kitap. Ama gerçekte, öykücülüğü uzun yıllar denemiş, büyük öykücüleri okuyup özümsemiş ve sonunda yazmaya karar vermiş bir yazarla karşı karşıya gibiyiz. Öyküler, yaşamın çoğu kez ayırdına varmadığımız inceliklerini, yer yer Katharina Mansfield’i anımsatan bir duyarlılıkla, yoğun, özenli bir anlatı biçimiyle dile getiriyor bunu, ‘zaman’ı ve ‘hüznü’ kullanarak yapıyor Ayşe Sarısayın. Bu kitabın adını ben koysaydım, ‘ Zaman ve Hüzün’ derdim, diye düşünüyorum. Ayşe Sarısayın da, bir geçmiş zaman yolcusu. Baudelaire’in ‘sanki bin yaşındayım o kadar hatıram var’ dizesini çağrıştıran bir geçmiş zaman ağırlığı duyumsanıyor bu öykülerde; her şey sonunda bir belleğe dönüşüyor sanki. Gündelik yaşamın sıradanlığından, yaralayıcı tregedyalar çıkarıyor Ayşe Sarısayın. Ve bunu pürüzsüz bir söylemle yapıyor. İçinden hüznün, zamanın ve belleğin geçtiği benzersiz öyküler…
Bu güzel kitabı okumanızı şiddetle tavsiye ederim.
DENİZLER DÖRT DUVAR – ALINTILAR
Gidince bitecek mi bu sıkıntı, duvarları aşabilecek miyim gidince? (s: 9)
Yaşamın akışını değiştirmeye karar veren herkesin umuda şiddetle ihtiyacı var oysa. (s: 10)
Sonsuzluğu aramak için yola çıkmıştım ama sanırım sona doğru yol alıyorum. (s: 13)
Hayat işte. Yapacak bir şey yok! Haklıydı, yapacak ne var ki? Belki de hayat bu! (s: 29)
İnsan yaşlandıkça küçülür derlerdi de inanmazdım, eskiden, doğruymuş. Ama küçülmüş bedenlerimizle hiçbir eve sığamayacağımızı söylememişti kimse. Sığmıyoruz da, sığınıyoruz ancak işte. (s: 45)
Ne olurdu bu durumlara düşmeseydim, sevgi kırıntılarını kaybetmeseydim ‘Allahım sana şükürler olsun!’ diyerek ölebilseydim. (s: 50)
Yanılmaların getirdiği hayal kırıklıklarımı umutları tüketiyor ya da yanılma korkusu mu engelliyor umutların yeniden yeşermesini? Su her şeydir; su hayattır ve su imandır, ahirettir aynı zamanda. (s: 54)
Su her şeydir; su hayattır ve su imandır, ahirettir aynı zamanda. (s: 54)
Mevsime ve havanın durumuna göre değişir denizin rengi, gri-yeşilden koyu laciverte uzanan onlarca farklı ton arasında dans eder adeta. O koyu rengin pervanenin devinimiyle beyaza dönüşmesini, merkezde oluşan beyaz köpüklerin halka halka çevreye yayılmasını izlemek içimi umutla doldurur nedense. (s: 56)
Deniz yaşamın ve canlılığın simgesi olmuştur benim için hep, asla ölümün değil. Su her şeydir; su hayattır ve su imandır, ahirettir aynı zamanda. (s: 57)
Güneşi her gördüğümde kendimi sokağa atıyor, uzun yürüyüşler yapıyorum. Güneşli havaların, ancak sağlıklı insanlarda evden dışarı çıkma isteği uyandıracağını düşünüp seviniyorum. “Depresyonda değilim, işte kanıtı” diyorum kendi kendime. Su her şeydir; su hayattır ve su imandır, ahirettir aynı zamanda. (s: 59)
Tanımadığın birini beklemek, üstelik tüm ayrıntıları önceden yazılmış bir senaryo içinde beklemek, sayıklama değil de nedir? Su her şeydir; su hayattır ve su imandır, ahirettir aynı zamanda. (s: 60)
Yaşama sevinci denen kavramın ne olduğunu düşünerek denize bakıyorum uzun uzun. Kıyıya vuran dalgalar, uzaklardan geçen bir teknenin etkisiyle şiddetleniyor bir süre, ardından eski haline dönüyor yeniden. Her şeyin sınırlı süreler içinde değişmesi ya da değişir gibi görünmesi hüzünlendiriyor, beni, ağlamak geliyor içimden. Su her şeydir; su hayattır ve su imandır, ahirettir aynı zamanda. (s: 60)
Sen biliyor musun deniz nasıl alır insanları? Anneanneme soruyorum, anlatmıyor. Su her şeydir; su hayattır ve su imandır, ahirettir aynı zamanda. (s: 63)
Akşamüstleri ağırdır, hele yalnızlıkta kurşun gibi ağırlaşır, taşınamaz hale gelir. Su her şeydir; su hayattır ve su imandır, ahirettir aynı zamanda. (s: 71)
Ah, şiirler, her şeyin nedeni bu şiirler. Varlığımızın anlamı olan ve o anlamı, bir an anlamsızlığa dönüştürebilen şiirler. Su her şeydir; su hayattır ve su imandır, ahirettir aynı zamanda. (s: 77)
Yaşanan her şey tükenip gidiyordu, hangi duygunun tekrarı olabilmiş ki bu güne dek! Su her şeydir; su hayattır ve su imandır, ahirettir aynı zamanda. (s: 79)
Sona yaklaşıldığı fark edilmeden mi ulaşılıyor sona? Gerçekten biteceği ne zaman, hangi aşamada hissediliyor? Sonun geldiği duygusunu insan ne zaman yakıştırıyor kendine? Acının yoğunlaşmasıyla mı gelişiyor bu duygu? Yoksa acı arttıkça, insan acıya daha çok odaklanıp yalnızca onu dindirmeyi mi düşünüyor, yaklaşan sonu göz ardı ederek? Ya anılar? Acı engelliyor mu anıların bir kez daha yaşanmasını? Son anda yer var mı anılara, zaman kalıyor mu? Su her şeydir; su hayattır ve su imandır, ahirettir aynı zamanda. (s: 116)
Unutmak istediğim anılar bir an olsun peşimi bırakmazken, tüm yaşamımı o anılar yönlendirirken, onlarla yüzleşmekten kaçmamın ne anlamı var ki? Su her şeydir; su hayattır ve su imandır, ahirettir aynı zamanda. (s: 124)
Neden düşlerden ayrılamadığını düşünüyorum hep. Anılar yerine düşlerimizi mi saklıyoruz belleğimizde yoksa ısrarla? Su her şeydir; su hayattır ve su imandır, ahirettir aynı zamanda. (s: 131)
Sonbahar kokusu diyorum. Sen sonbahar kokusunu algılayamasın henüz çok gençsin. (s: 139)
Çok sevdiğin birini yitirdikten sonra hayıflanırsın, onun için şöyle yapsaydım, ona böyle deseydim. Ve tüm bu kokuları tetikleyen de aslında, biliyorum, taze ceviz kokusu. (s: 140)
Canlıların hepsi ölür günün birinde, hayatın bir sonu vardır. Ölüm de doğum gibi normal bir şeydir, beklenir… Mezarlık denilir ölülerin gömüldüğü yere. Ama canlılar hiç bir şey hissetmezler öldükten sonra… Toprağın altı nasıl kokar acaba, yağmur yağınca tahta kutunun içinde neler olur? (s: 144)
Sami Gören hazırladı. Teşekkür ederiz.
İZDİHAM